07 Aralık 2014 01:04

Ataerkil algı değişmeden hangi komisyon şiddeti çözecek?

HDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ve CHP İstanbul Milletvekili Binnaz Toprak ile kadına yönelik şiddeti önlemek üzere kurulacak komisyon üzerine, Av. Çiğdem Hacısoftaoğlu ile de şiddet gören kadınlara tek seçenek olarak sunulan “tüm yaşamını değiştirme” yolu üzerine konuştuk.

Paylaş

Duygu AYBER
Gülşah İMREK

Kadına yönelik şiddeti çözmek üzere 17 üyeden oluşacak bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulacağına dair karar geçtiğimiz günlerde Resmi Gazete’de yayınlandı. Bakan Ayşenur İslam’ın çağrısıyla AKP, CHP, MHP ve HDP’den milletvekilleri, kadına yönelik şiddeti çözmek üzere kurulan bu komisyonda yer alacak. Henüz hangi vekillerin bu komisyonda yer alacağına ilişkin somut bir bilgi yok. Peki mecliste bu komisyon içerisinde yer almayı en başından beri talep eden kadın vekillerin komisyona ve yürüteceği çalışmalara dair fikri ne? 150’yi aşkın kadın örgütü ve siyasi partiden kadınları “Meclis Olağanüstü Toplansın” talebiyle aynı çatı altında toplayan Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubunun eylemleri itici bir güç oluşturabildi mi? Kurulan bu komisyon şiddete karşı gerçek çözüm sunabilecek mi? Yüz nakli şiddeti durdurmak için çare mi? Tüm bunları HDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ve CHP İstanbul Milletvekili Binnaz Toprak’a sorduk. İşte kadın vekillerin söyledikleri…

‘ŞİDDETİ ÖNLEMEK İÇİN KADINI ÖZGÜRLEŞTİREN POLİTİKALAR GEREK’

Binnaz TOPRAK
CHP İstanbul Milletvekili

Komisyonun kurulması noktasında kadın örgütlerinin ciddi anlamda bir baskı oluşturduğunu söyleyebiliriz. Her ne kadar içi boşaltılsa da, 6284 nolu Yasa çıkarıldı, İstanbul Sözleşmesi imzalandı. Ama bu sözleşmeler ve yasalar ne kadar uygulamaya geçiyor?

Hükümet kadın-erkek eşitliği başta olmak üzere, kadın istihdamı vs. gibi konularda kadınları güçlendirici politikalar uygulamıyor. Ya da kadın örgütleri; “kadınların siyasete katılımında kota” ısrarını sürdürüyor. Ama hükümet cephesinden bir adım yok. Aksine  son süreçte kadın-erkek eşitliğine ilişkin düşüncelerini biliyoruz. Tüm bunlara aldırış etmemek mümkün değil. Bir ülkede muhafazakarlığı pekiştirirseniz, “Eşitsizlik kadının fıtratında var” derseniz, erkekleri teşvik ediyorsunuz demektir. Bu konuşma erkekleri cesaretlendirir elbette.

AKP bunun tek başına yasal düzenlemelerle çözülebileceğini düşünüyor ama böyle değil. Şiddet yasasının adını “Aileyi Koruma Ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi” yasası olarak değiştirdiğini biliyoruz. Muhafazakar İslamcı bir zihniyetleri var. Kadının varlığını sadece ailenin içinde tanıyorlar. Kendi başına bir birey olma hakkı tanımıyorlar. Böyle olmadıkça bu sorunu çözmek imkansız halbuki. Namus algısının böylesi güçlü olduğu bir ülkede, kadınları özgürleştirici bir politika yürütülmezse şiddet önlenemez.

Eğer ben komisyona girersem 2015 yılının “Kadına Karşı Şiddeti Önleme Yılı” ilan edilmesini önereceğim. Her yerde bu konuya dair söyleşilerin yapılmasını, belgesellerin çekilmesini, kamu spotlarının hazırlanmasını yani insanlarla bunun tartışılmasını kolaylaştırıcı bir çalışmayı önereceğim. Eğitim sistemine toplumsal cinsiyet derslerinin konulmasını ve ilkokuldan üniversitelere bu meselenin tartışılmasını önereceğim. Anadolu’da genç bir çocuğun saçını uzatması, bir kadının ramazanda oruç tutmaması linç sebebi olabiliyor bu ülkede.

Kadınları koruyucu mekanizmalar bu kadar zayıfken, katillere hangi tür cezayı getirirseniz getirin zihniyet değişmedikçe olmuyor. Ama kadın örgütlerinin çabası bu konuda çok önemli. Gerçekten kafalarına taktıkları her şeyi yapıyorlar. Ceza yasasını değiştirttiler. Şiddet yasasını çıkarttılar. Önemli ve başarılı olduklarını düşünüyorum.

‘ERİL ZİHNİYETİN DEĞİŞMESİ GEREKİR’

Sebahat TUNCEL
HDP İstanbul Milletvekili

Kadına yönelik şiddetle mücadele olumlu yasal değişiklikler olsa da uygulamada sorunun devam ettiğini görüyoruz. Bu yüzden köklü bir değişikliğin olması için eril zihniyetin değişmesi gerektiğinin altını çizmek gerekir. Hükümetin kadın erkek eşitsizliğini devam ettiren yaklaşımı kadına yönelik şiddetin sona ermesi yolunda engeldir.

Bu anlamda, kadına yönelik şiddetin araştırılması için komisyon kurulmasını önemsiyoruz ve HDP olarak da aktif olarak komisyonda çalışacağız.

Komisyonun kadına yönelik şiddet alanında iki önemli soruna eğilmesi gerektiğini düşünüyorum; birincisi kadına yönelik şiddet verilerinde ulusal, güvenilir bir verisel çalışmanın bulunmaması ve cezasızlık olgusu. Verisel çalışma bu sorunun ne kadar büyük boyutlarda olduğunu kavramak ve göstermek için kadın hareketi açısından önemli. Cezasızlık ise kadına yönelik şiddeti devam ettiren hatta teşvik eden bir boyut. Kadına yönelik şiddette cezasızlık sorununun kapsamlı olarak ele alınması gerekiyor. Bir diğer sorun Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının kadına yönelik şiddet davalarında taraf olması. Oysa ki şiddeti üreten devlet, davalarla Bakanlığın ilgilenmesi ancak kadın örgütlerinin katılmaması şeffaflık ve denetleme sorununu doğuruyor.

Kadına yönelik şiddetle mücadelede önemli bir adım olacak komisyonun önünde duran çok iş var, Mecliste kadınların sorunlarının gündemleşmesi kadın bakış açısıyla yürütülen mücadelemizle oluyor, kadın örgütlerinin baskı oluşturan çalışmalarıyla hükümet adım atmak zorunda kalıyor. Ancak bu adımın büyütülmesi ve doğru yere evrilmesini sağlamak bizim için önemli. Hükümetin, Bakanlığın kadın örgütleriyle iş birliği yapmaya açık olmasını, komisyon çalışmalarının bu yönde yürütülmesini talep ediyoruz.

YA BAŞKA YOLU VARSA?

Av. Çiğdem HACISOFTAOĞLU
Mor Çatı Gönüllüsü

Türkiye’de kadına yönelik şiddet ve bu şiddetin en ağırı olan kadın cinayetleri hız kesmeden devam ediyor. Hangi yıllarda kaç kadının öldürüldüğünü sayılarla vermeyeceğim. Kadın cinayetlerinin sayıca fazlalığına yapılan vurgu artık cinayetlerini nicel verilerden ibaret gören bir anlayışa yol açıyor. Bu sebeple kendimizi sürekli çok fazla sayıda kadının öldüğünü ispat etmekle yükümlü görmeye başladık. Oysa tek bir kadının dahi sadece kadın olması nedeni ile öldürüldüğü bir dünyaya tahammülümüz olmamalı.

Elbette bu söylediklerim, iktidarın kadına yönelik şiddetle mücadelede yürüttüğü politikaların- gönüllü ya da değil- yetersizliğinden kaynaklı olarak, daha çok kadının şiddete uğradığı ve öldürüldüğü gerçeğini söylemeye engel değil.

Son günlerde ise basında çıkan bir haberle 6284 Sayılı Kanun, 4. Maddesi üzerinden yeniden gündemde. 6284 Sayılı Kanun’un “Hakim Tarafından Verilecek Koruyucu Tedbir Kararları”  başlığı altında düzenlenen 4. Maddesi korunan kişilerle ilgili olarak şu hükmü içeriyor:

“Tanık Koruma Korunan kişi bakımından hayatî tehlikenin bulunması ve bu tehlikenin önlenmesi için diğer tedbirlerin yeterli olmayacağının anlaşılması hâlinde ve ilgilinin aydınlatılmış rızasına dayalı olarak 27/12/2007 tarihli ve 5726 sayılı Tanık Koruma Kanunu hükümlerine göre kimlik ve ilgili diğer bilgi ve belgelerinin değiştirilmesi.”

Basından öğrendiğimiz kadarı ile sevgilisi tarafından fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kalan 20 yaşında genç bir kadın, kendisine pek çok kez şiddet uygulayan erkek hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunmasına rağmen şiddeti durduramayınca çareyi yüzünü estetik ameliyat olmakta buluyor. Vekili aracılığı ile şiddetten korunmak için düzenlemeden yararlanarak, mahkemeden yüzünün değiştirilme talebi kabul görüyor. Bu süreçte kadının savcılık dışında başka hangi kurumlara başvurduğu bilgisine maalesef sahip değiliz. Görülen en somut şey, şiddet failini durduramayan yargının ve kadının yaşadığı şiddetten haberdar olmakla yükümlü tüm kamu kurumlarının çareyi kadının yüzünün değişmesinde bulduğu.
Asıl tartışmak istediğim ise somut olaydan bağımsız- basından öğrendiğimiz dışında kadının yaşadığı şiddetin boyutlarını ve geçirdiği süreçleri bilmediğimizden - bir kadının yüzünün değiştirilmesine ilişkin tedbirin nasıl alındığı ya da alınması gerektiği.

Bu tedbir kararı, devletin kadına yönelik şiddetle mücadelede her türlü imkanını seferber etmesi gerekliliğinin bir sonucu olarak, yasada yerini aldı. Kadın örgütleri bu tedbir kararının son derece titizlikle uygulanması gerektiğini önemle vurguladılar. Çünkü her ne kadar bu tedbirin uygulanması gereken durumları kabul etsek de, bunun en son seçenek olması gerektiğinde de hepimiz hem fikir olmalıyız.
Kadının yüz değiştirmeyi talep etme sürecine ise, hem kadının gerçek iradesinin ortaya çıkmasını sağlayacak şekilde ilerleyip ilerlemediği hem de devletin yükümlülüklerini gerektiği şekilde yerine getirip getirmediği açılarından bakmak gerekiyor. Bu kapsamda şu soruları sormalıyız: Kadın şiddetten korunmak için önce hangi yollara başvurdu? Bu başvurularının sonuçları neler? Başvurda karşılaştığı kişilerin davranışları kadını güçlendirdi mi aksine umudunu yitirmesine mi sebep oldu? Devlet kadının şiddetten kurtulmasını sağlayacak tüm önlemleri aldıktan sonra son çare olarak mı kadının yüzünün değiştirilmesine karar verdi? Kadın, yüz değiştirme kararını alırken  psikolojik destek aldı mı? Bu tedbirle yaşamında nelerin değişeceği konusunda bütünü ile bilgi sahibi mi? Ailesi ve arkadaşları ile ilişki kurabilecek mi? Bu tedbirle tüm geçmişini geride bıraktığının farkında mı? Devlet ameliyat masraflarını karşılamak dışında kimliksiz ve geçmişsiz kalan kadına yeni bir hayat kurması için ne tür destekler verecek? Yoksa, şiddeti önleyemeyen devlet kadının yüzünü değiştirerek tüm sorumluluklarından kurtulmuş mu olacak?
Tüm bu soru ve cevaplar, bu tedbirin hangi şartlarda ve ne şekilde alınması gerektiğinin de yanıtını oluşturuyor. Ancak hükümet İstanbul Sözleşmesi’nin gereklerini yerine getirmediği gibi, aileyi güçlendirmek üzerine kurulu politikaları ile toplumsal cinsiyet düzenini pekiştiren ve buradaki rollere karşı çıkan kadınların şiddete maruz kalmasına meşruiyet kazandıran bir siyaset izliyor. Ülkenin Cumhurbaşkanı’nın kadın erkek eşitliğine inanmadığını dile getirmekte hiçbir beis görmediği bir Türkiye’de, kadının hayatını tamamen geride bırakmak zorunda kalacağı, yüzünü değiştirme kararı karşısında sorduğumuz tek soru “ya başka yolu varsa”?

 

ÖNCEKİ HABER

Ogün Samast'ın konuştuğuyla kalmasın

SONRAKİ HABER

Kindar yaşken eğilir

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...