26 Kasım 2014 04:17

Sosyal haklar, ne değişti?

Sınıfsal bir perspektiften bakıldığında oldukça tartışmalı kavramlardan biri olduğu kabul edilen “hak” kavramının tarihsel süreç içerisindeki serüvenine bakıldığında; haklar, kuşak metaforu kullanılarak genel olarak üçlü bir sınıflandırmaya tabi tutulmaktadır.

Sosyal haklar,  ne değişti?

Servet GÜN*

Sınıfsal bir perspektiften bakıldığında oldukça tartışmalı kavramlardan biri olduğu kabul edilen “hak” kavramının tarihsel süreç içerisindeki serüvenine bakıldığında; haklar, kuşak metaforu kullanılarak genel olarak üçlü bir sınıflandırmaya tabi tutulmaktadır. Birinci kuşak haklar, aslında bir sınıf olarak burjuvaziyle soylular arasında başlangıçta itilaf konusu olan mülkiyet hakkı ve girişim hakkı gibi haklardan oluşmaktadır. Sosyo-ekonomik haklar ile siyasi haklar olarak kategorileştirilen İkinci ve üçüncü kuşak haklar ise işçi sınıfı mücadelesinin kazanımı olan haklardır, denebilir. Bunlar, eğitim ve sağlık hakkı, çalışma hakkı, sosyal güvenlik hakkı, örgütlenme hakkı, grev hakkı gibi haklardır. Sınıf mücadelesine bağlı olarak oluşan ikinci ve üçüncü kuşak hakların olgunlaşmasında sınıf dışı “katkı”ların olduğunu söylemek yanlış olmaz. Katkılardan en önemlisi kuşkusuz Keynesyen olanlarıdır (bu bağlamda Beveridge de anılabilir). Kategorik olarak sosyal hakların olgunlaşmasına Keynes’in katkısı emek yanlısı tavrından kaynaklanmasa da; hakların genişlemesinde belirli bir etki yarattığı genel olarak kabul edilmektedir. Kapitalist düzeninin sürdürülebilmesi için Keynes tarafından önerilen sosyal politik tedbirler, orta ve uzun vadede hem işçi sınıfına nefes aldırmış hem de piyasaları rahatlatmıştı. Detaya girmeden belirtmek gerekirse, Keynes temel tez olarak klasik liberal iktisadi teoriye karşı çıkarak ve piyasaların kendi kendine işleyemeyeceğini ileri sürerek (ekonominin acımasız çarkının yaratacağı) sosyal sorunları giderecek mekanizmaları kurması için devleti piyasalara çağırmıştı.

SOSYAL HAKLAR EMEKÇİLER AÇISINDAN BİR PARADOKS MUDUR?

Devletin piyasalara çağrılması ve sosyal hakların bu süreçte genişlemesi Keynes’in beklentisinin ötesinde bir etki yaratmıştı. Eğitim, sağlık, işsizlik, yoksulluk, sosyal yardımlar gibi alanlarda genişleyen sosyal haklar ile birlikte devletin piyasalardaki yaygın görünürlülüğü, vatandaşlık aidiyetinin sınıf aidiyeti yerine gelişmesinde etkili olmuştu. Sosyal hakların yaygınlaştığı bu dönemde işçi sınıfının kazanımları ağırlıklı olarak devletin hanesine yazılmış; sosyal haklar, giderek “kurucusu ve kollayıcısı olan” devlet ve vatandaş ilişkisiyle özdeşleştirilmiştir.

Sosyal hakların geriye götürülmemesi ve emekçi kesimler açısından bir kazanım olarak sürdürülmesi bugün için mümkün olabilseydi; sosyal haklar bağlamında devlet-vatandaş-sınıf tartışması teorik bir tartışma olarak kalabilirdi belki. Ancak, sosyal haklarda yaşanan hızlı aşınma ve “ben verdim ben alırım” rahatlığının arkasında bahsi geçen belirsizleşmiş sınıf pozisyonunun olduğunu söylemek çok abartı bir değerlendirme olmasa gerek.

DEVLETİN DEĞİŞEN ROLÜ

Kapitalizmin tarihinde bir evre olan neo-liberal dönemde devletin rolü giderek değişmekte ve bu yeni dönemde devletten piyasaların işleyişini kolaylaştıracak bir pozisyon alması üzere etkin devlet olması istenmektedir. Zira neo-liberal evreye kadar piyasaların yaratacağı sosyal sorunları gideren sosyal devletin “sosyal” sıfatını artık bir kenara bırakarak piyasaların işleyişinde kolaylaştırıcı bir işlev üstlenmesi beklenmektedir. Devletin piyasacı mantık çerçevesinde piyasalarla ilişkisinin bu şekilde değişmesi, “refah devleti/welfare” anlayışından “çalıştırmacı/workfare” devlet anlayışına dönüşüm olarak yorumlanmakta; keza emekçi kesimler açısından ise “hak”tan “yükümlülüğe” doğru bir paradigmatik kayış olacağı öngörülmektedir. Uzatmadan söylemek gerekirse, bu dönüşümün soysal haklar bağlamında anlamı ise, sosyal hakların giderek piyasalaşacağıdır.

Evrensel gazetesinin sayfalarında geçtiğimiz günlerde yer alan Toplum Yararına Çalışma Programı (TYÇP) bu dönüşümün örneklerinden sadece bir tanesidir. 1700’lü yıllar İngiltere’sindeki Yoksul Yasalarını andıran TYÇP’nin bize söylediği, bir mistifikasyon olan vatandaş-devlet ilişkisinin mazide kalan hoş bir seda olduğudur. Çalışan işçilerin ücretlerinden kesilerek işsizlik sigortası fonunda biriken paralarla finanse edilen TYÇP çalışması, giderek yaygınlaşan bir “emek rejimi” olması dolayısıyla taşeron çalışmayı bile aratacak özellikler taşımaktadır.  Zira düzenli ve güvenceli iş, sosyal güvenlik, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, senelik izin gibi önemli kazanımlardan geriye gidildiği ve gidileceği bu emek rejimi özelinde anlaşılmaktadır. Peki, bu eğilimi tersine çevirmek mümkün mü? Sınıf mücadeleleri tarihine bakmak yeterli…

*Tunceli Üniversitesi

Evrensel'i Takip Et