25 Kasım 2014 00:55

Bazen bir tek kişi toplumun hafızası olur

Prömiyerini yaptığı Saraybosna’da Béla Tarr başkanlığındaki jüri tarafından En İyi Film seçilen, Feyyaz Duman’a da En İyi Erkek Oyuncu ödülünü kazandıran Annemin Şarkısı (Klama Dayika Min, 2014), Türkiye prömiyerini yaptığı bu yılki Altın Portakal’da da En İyi İlk Film dahil dört ödüle layık bulundu. Erol Mintaş ilk uzun metrajlı filmi olan Annemin Şarkısı’nda Feyyaz Duman, Zübeyde Ronahi, Nesrin Cavadzade, Cüneyt Yalaz, Mehmet Ünal rol alıyor.

Paylaş

Devrim ACAROĞLU
Çağdaş GÜNERBÜYÜK
Istanbul

Köyleri boşaltıldığı için İstanbul’a göç etmek zorunda kalan Kürt ailelerin çektikleri eziyetler kimseye yabancı değil artık. Nigar Anne de, çocuklarını köyünden yüzlerce kilometre uzakta büyütmeyi başarmış, hemşehrileriyle yeni memleketlerinde sırt sırta vererek gurbetin altından kalkmış bir anne. Kentsel dönüşümle ikinci bir zorunlu göç yaşamak zorunda kalıyor. Üstelik bu defa yoldaşları da dağılıp gidiyor koca şehrin dört bir yanına. Korktuğunda anasının kucağına koşan bir çocuk gibi hızla köyüne geri dönmek istiyor. Onu bekleyen bir köy olmadığı gerçeğini umursamadan… Küçükken dinlediğine inandığı bir dengbejin kasetini bulup geri dönmek oluyor hayattan son arzusu.

“İnsanın göçe dayanmasının bir sınırı var” diyor Annemin Şarkısı’nın (Klama Dayika Min) yönetmeni Erol Mintaş. Köy boşaltmaları, okul basmaları unutmadan Kürdün yeni çilelerine odaklanan yönetmen, anne-oğul ilişkisi ekseninde geçmişe takılıp kalan yaşamlar ve geleceğe dair umutlar üzerine kuruyor Annemin Şarkısı’nı.

Olmayan dengbejin peşinde neden koşuyor Nigar Anne? Açık etmeyelim mi yoksa?
Vizyona girdiğine göre sıkıntı yok. Olmayan dengbeji ben hep annenin yaşamında bir tutamak olarak düşündüm. Yusuf Atılgan “İnsanın bir tutamağı olmalı” der ya Aylak Adam’da. Tutamak kelimesini bayağı seviyorum (gülünüyor). Annenin jenerasyonunda oluyor bu; birisinde şarkı oluyor, birisinde memleketten getirdiği çiçek ya da bir kıyafet. Herkesin kendine has bir tutamağı var. Bizim anneninki de şarkı. Onun için, hayata devam etme sebebi aslında.  
Buna ben birçok kez tanık oldum. Köyde nenemiz de bir şey anlatıyor mesela. Dede geliyor, “Yok öyle bir şey” diyor. Öbürü “Olur mu ya, hani yaylada şöyle oldu, biz buna şunu dedik”. Ama hiç kimse hatırlamıyor. Yaşlandığı için kafa farklı çalışıyor.

Hafıza biraz öyle bir şey galiba. Oyun oynayabiliyor insana.
Oynuyor doğru. Hafıza deyince başka bir şey geldi aklıma. Bizim Kürtler, sol cenah hafızadan çok dem vurur. Ama bu kadar kıymet verilen meselelerle ilgili elle tutulur bir şeyimiz de olmaz. Mesela dengbejlerle ilgili bir müze, bir kütüphane, bir arşiv var mı dünyanın herhangi bir yerinde? Birinin şarkısını bulmaya kalksan ne kadar zor. Bizim evimizde eski Erzurum şekerlerinin satıldığı torbalar vardı, ağzı büzülen. O torbalar asılırdı yaylanın tavanına. Boşalınca da onlara kasetler konup saklanırdı. Nigar da onu yapıyor. Bazen bir kişi, hafızayı toplumdan daha çok koruyor olabilir. Toplumun hafızası olabilir tek başına. Bireylerin rolü çok önemli. Biz hep bireyleri anonimleştirdik. Ama tek tek bireylerin kalitesi toplumu çok etkiler aslında.

AHIR YAPARKEN BİLE HAYVANLARIN RAHATINI DÜŞÜNÜRSÜN

Kürtlerin mücadelesi, ortak meselelerin altını çizerken bazılarını görmezden gelmenin sebebi de olabiliyor. Esprisini de yapıyoruz ya, “Süreç zarar görmesin” diye. Sen barıştan başka meseleler de var diyor gibisin…
Kesinlikle. Barışta samimiysek, zaten barış birçok yaranın merhemi olabilir. O ortaklaşmayı getirebilir. Sonra hayatın daha iyi olması için daha farklı mücadelelerde de ortaklaşacağız. Bizim uğraştığımız meseleler aslında çok zaman kaybettiren meseleler. Zaten hayatta kalmak, bu dünyada var olmak kendi başına bir mesele. 2014 yılına gelmişiz, başka toplumların 1800’lerde, 1900’lerde çözdüğü meseleyi çözememişiz. Bazen diyorum, “Abi ben bunu neden tartışıyorum? Bunun tartışılmaması gerekiyor.” Bu konularda bir aşama kat etmemiz gerekiyor. Tamam elimizden gelen her şeyi yapalım. Ama elimize almışız bir çekiç, bütün sorunları da çivi olarak görmeyelim.

Bu nedenle “sürece” kentsel dönüşümü de yerleştirdin…
Şu anda var olan şehirler bizi büyük bunalıma sokuyor. O zaman biz bu şehirleri neden yapıyoruz ki? Sıkış tepiş, huzursuz, ruhumuzu sıkan bir yer. Sadece Nigar için değil, benim de ruhum sıkılıyor. İnsan, ruhunu sıkan bir mekanizmayı neden yaratır? Ben bunu akıllıca bulmuyorum. Köyde bile babam ahırı yaparken o hayvan nasıl rahat eder, onu düşünür.

Annesi Nigar’ın köye dönme ısrarı arttığı bir anda oğlu, “Köyden dün gelmedik ki” diye düşünüyor. Köyden ayrılmaktan çok daha fazla mı bunaltıyor Tarlabaşı’nda ayrılmak?
Köyden zaten hep beraber gelmişler, komşularıyla, akrabalarıyla. Şimdi Tarlabaşı da yıkılınca, ikinci bir zorunlu göçe maruz kalıyorlar. Yaşı gereği de böyle bir göçü kaldıramıyor. Etrafındaki insanlar dağılıyor. Yıllarca zorlukları göğüsledi, gençti, çocuklarını büyüttü. Bu sefer daha zor. Aslında Nigar’ı yoran şey, bu ikinci zorunlu göçe tek başına maruz kaldığı hissiyatı. İnsanın göçü kaldırmasının sınırı var.

DEVLET VERMEDİ DE SEN İNŞA ET

Kürtlerin mağdur olduğu çeşitli konulara dair birçok veri var filmde. Ama bir mağduriyet dili yok. Okul da basılıyor, anneler çocuklar da ağlayabiliyor ama seyircinin bir acıma hissine kapılmasını istememişsin sanki. Neden?
Bize bir şey katmıyor çünkü bu dil artık. Başkalarını çok düşünmüyorum. Artık aynanın karşısına geçip kendimize bakmamız gerektiğini düşünüyorum. Mağdurun inşa ettiği bir çeşit iktidar dili oluyor. Bu da bence insanın kendi gerçekliğiyle temas kurmasını engelliyor. Bu mağduriyet dilinden uzak ama kendisiyle temas eden bir dil bana daha yakın geliyor.  
Bizde bir alışkanlık var. Her şeyin sebebini dışarıda ararız. O öyle yapmasaydı böyle olmazdı falan. Abi sen ne yaptın? Biraz kendimize dönelim. Devlet vermedi de, sen inşa et. Yakınma ruh hali doğru değil.

Soğukkanlı bir tavrı var karakterin.
İşte o olgunlaşmak. Bizim toplumlar biraz ergen. Toplum olgunlaşsa, bir tehlike geldiği zaman onu görünce paniklemez, ona soğukkanlı yaklaşır. Kürt meselesinin çözülmemesinin bir sebebi, toplumun olgunlaşmasına izin verilmemesi. Kafası ortaokulda kalmış deriz ya. Topluma her konuda “Ben senin yerine düşünürüm” denmiş, nasıl olgunlaşsın.

GÖZÜMÜ AÇTIĞIMDA ANNEM MASAL ANLATIYORDU

Bitmeyen bir karga hikayesi var filmde. Tavus kuşuna benzemeye çalışıyor ama olmuyor. O zaman karga ne yapsın?
Karga, karga olsun abi. Kargalığıyla barışık olsun. Sen karga olduğun zaman güzelsin zaten. Başka bir şey olduğun zaman benim sana ilgim olmaz. Ben seni sen olduğun için seviyorum.

Neden Kürt filmlerinde mutlaka masal var?
Abi ben gözümü açtım annem masal anlatıyor. Tarzan var ya, benim annem bana onu anlatırdı. Ama Tarzan demezdi, Aslanın Oğlu derdi, Kurê Şêr. İzmir’e gittiğimde bir gün baktım arkadaşlar Tarzan izliyor. Dedim bu Aslanın Oğlu.
Ucunu açık bırakmayı seviyorum bazı şeylerin. O da masallardan. Annem bize masal anlatırken, Kaf Dağı’nın ardına götürürdü. Sonra da orada bırakırdı. “Eee” derdik, “Bunu nasıl aşacağız?” “O da size kalmış” derdi, “Biraz çalışın”. Annemin anlattığı bir hikayeyi animasyon yapmayı düşünüyorum. Ya da resimli bir kitap yapacağız, kardeşim Taylan ressam. Muazzam bir hikaye. Bakalım nasıl olacak.

ÖNCEKİ HABER

Hem canına okuyorlar hem de suçluyorlar!

SONRAKİ HABER

ABD ile makas açılıyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa