17 Kasım 2014 00:55

Sağlık, ‘uçan’ profesörlere emanet

Sağlık Bakanlığına bağlı tıp fakülteleri kurulması tasarısını Evrensel’e değerlendiren TTB Başkanı Dr. Bayazıt İlhan kurulacak fakültelerle mesleki birliğin, bilimsel özgürlüğün ortadan kalkacağını söylüyor. Liyakat sistemine uygun olmayan profesör atamalarını da eleştiren İlhan bu şekilde fakültelerin tamamen siyasi iradenin himayesinde olacağına da dikkat çekiyor.

Paylaş

Elif Ekin SALTIK
Ankara

Sağlık alanının tartışılan konularından biri olan Sağlık Bakanlığına bağlı tıp fakültelerinin kurulması Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Bezmiâlem Vakıf Üniversitesi akademik yılı açılış töreninde sarf ettiği sözlerle birlikte hız kazandı. Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Başkanı Dr. Bayazıt İlhan, TBMM Genel Kurulu’nda görüşülen tasarı ile kurulacak tıp fakültelerinin iktidarın himayesi altında olacağına dikkat çekiyor. İlhan, Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı (TÜSEB) bünyesinde kurulacak fakültelere yapılacak profesör atamalarının da mesleki liyakati ortadan kaldıracağına vurgu yapıyor ve ekliyor: “Bu durum Türkiye’deki sağlık sistemine ve meslektaşlarımız arasındaki barışa daha da zarar verecek.”

Sağlık Bakanlığı bünyesinde kurulacak tıp fakülteleri alanda ne gibi sonuçlar doğurur?
Bu durum Türkiye sağlık ortamının ciddi problemlerinden bir tanesi. Meslekte yükselmede liyakat kavramını alt üst eden tümüyle liyakati göz ardı eden uygulamalar son on yıla damgasını vurdu. Daha önce Türkiye’de çok nadir gördüğümüz ya da hiç görmediğimiz usulsüz uygulamaların ya da kitabına uydurulmuş uygulamaların bu dönemde iyice yaygınlaştığını, birtakım yandaş isimlerin meslekte yükseltildiğini bunu sağlayabilmek için çok farklı, dolambaçlı mekanizmalar geliştirildiğini gördük. Bezmiâlem Üniversitesindeki törende Cumhurbaşkanının da söylediği “Devlet hastanemizdeki doktorlar da doçent olsun, profesör olsun, bunun önünü açalım” sözünün altında aslında benzer bir niyetin devamı var. Kendilerine yandaş olan, yakın olan isimlerin hep önünü açtılar ve şimdi de bunu daha rahat açabilmek için düzenlemelere gidildiğini görüyoruz. Bu kurumlara Sağlık Bakanlığı üniversitesi diyebiliriz. Bir mütevelli heyeti kuruluyor. Heyetin başkanı Sağlık Bakanı. Yine heyetin yönetim kurulu üyeleri müsteşar dahil büyük oranda Bakanlık bürokratları. Yani doğrudan Sağlık Bakanlığının ve siyasi iradenin etkili olduğu, atamaları oradan yapıp koordine edebilecekleri bir üniversite bu. Bu kadar siyasi otoritenin kontrolünde bir üniversitede akademik özerklikten, bilim özgürlüğünden söz etmek mümkün mü? Burada yükselmelerde liyakata uyulacağını beklemek mümkün mü? Ne yazık ki değil.

SİYASİ İKTİDARIN ÜNİVERSİTELERİ

Peki akademik kadroyu nasıl oluşturacaklar?
Şu anda mevcut olan eğitim araştırma hastaneleri ile kurulacak olan sağlık bilimleri üniversitesinin (afiliasyon deniyor) ortak kullanım protokolleri ile ortak işletilmesi planlanıyor. Bu ortak işletmeler sırasında da şu anda eğitim araştırma hastanesinde bulunan uzmanların üniversite kadrosuna geçirileceği söyleniyor. Bu nedenle de hekimler açısından bir beklenti yaratılmış durumda. Cumhurbaşkanı da o konuşmasıyla bu beklentiyi besleyen biz hekimleri memnun etmek için bu düzenlemeyi yaptıklarını söylüyor. Ancak altında AKP’nin bu zamana kadar pek çok kez yaptığı gibi başka düzenlemeler ve ayrıntılar da var. Bilimin tarafsızlığını, özerkliğini ortadan kaldıran; bilimi piyasaya açan; AR-GE faaliyetlerini Sağlık Bakanlığının ve piyasanın kontrolüne veren; bilimsel sağlık araştırmalarını sekteye uğratacak düzenlemelerle karşı karşıyayız bu paketin içinde.

TARİHE GEÇECEK JET ATAMALAR

Devlet hastanelerindeki uzman doktorlar akademik bir yetkinliğe ulaşmamışken doçent, profesör olabiliyor. Bunu nasıl düzenlemelerle yapılıyor?
Liyakat meselesine baktığımızda şu ana kadar pek çok örneğini gördüğümüz, liyakatı devre dışı bırakan ve yandaş isimlerin yükselmesini sağlayan uygulamaların üniversite marifeti ile gerçekleştirilebileceğini bu uygulama ile görüyoruz. Şu ana kadar yeni kurulan üniversitelerde yaklaşık 170 kişiyi bu şekilde profesör yaptılar. Bunlar için üniversitelerde çok ciddi bağlantılarınız olması gerekiyor. Birtakım bağlantılarla dolambaçlı yollardan yandaş isimlerin bunları gerçekleştirdiğini görüyoruz. Somut bir örnek verecek olursam Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Rektörü Metin Doğan. Kendisi Sağlık Bakanlığında bürokratken Sakarya Üniversitesine profesör olarak atandı. Kendisi Sakarya Üniversitesine hiç gitmedi, ders vermedi, hasta bakmadı, asistan yetiştirmedi. Tekrar Sağlık Bakanlığına görevlendirildi. Ve profesör olduktan iki ay sonra da Yıldırım Beyazıt Üniversitesine kurucu rektör olarak atandı. Tarihe geçecek bir olaydır bu. Bu yüzden “uçan profesör” tanımlaması ortaya çıktı. Hem orada hem öbür tarafta çünkü. Bir bürokrat hiç ders vermeden Ankara’da yeni kurulan bir üniversitenin kurucu rektörü yapılabiliyor bu yöntemlerle. Birçok devlet hastanesi başhekimi, sağlık müdürleri, Sağlık Bakanlığındaki bürokratlar, genel müdürler bu biçimde profesör yapıldılar. Cumhurbaşkanı Erdoğan da aslında bunun artarak devam edeceğini söylüyor ve bunu iyi bir şeymiş gibi göstererek sunuyor. Bu durum Türkiye’deki sağlık sistemine ve meslektaşlarımız arasındaki barışa zarar veren bir süreç olarak yıllardır işliyor.


‘UTANÇ VERİCİ KARAR’

Anayasa Mahkemesi ‘gönüllü sağlık hizmetlerini suç haline getiren yasanın iptaline ilişkin başvurunuzu reddetti. Tabip odalarına Gezi’den sonra davalar açıldı. Bütün bu süreçler en çok da Gezi Direnişine bağlı sanırım…
Gezi sürecinde verilen gönüllü sağlık hizmetinin hemen ertesinde Sağlık Bakanlığı bu verilen hizmetin suç olduğunu ilan etti. Türk Tabipleri Birliğine, Ankara, İstanbul ve İzmir Tabip Odalarına soruşturma açtı. Gerekçesi de “Benden habersiz sağlık hizmeti veriyorsunuz siz” idi. Bakanlık soruşturma açarken hem bunu söyledi hem de “Buralarda bakılan hastaların ismini bana verin” dedi. Biz TTB olarak hekimliğin “sır saklama yükümlülüğü” ilkesine aykırı olacağını söyleyerek isimleri vermedik. O günlerde Sağlık Bakanlığı hastanelere yazı göndererek benzer biçimde Gezi olaylarında yaralanan yurttaşların isimlerini topladı. Bu neresinden bakarsak bakalım ciddi bir insan hakları ve hasta hakları ihlalidir. O günlerde birçok kişi fişlenecekleri korkusuyla hastanelere gitmediler. Hatta o günlerde yapılan kimi operasyonların hastanelerden edinilen bilgilerle yapıldığı söylentileri çıktı.

Tabip odaları üzerindeki baskılar da açılan davalarla devam etti…
Evet, Ankara, Hatay, İstanbul Tabip Odalarına yönetim ve onur kurullarının görevden alınmasıyla ilgili davalar açıldığını görüyoruz. İstanbul’da cami davası olarak bilinen ve camide yaralananlara sağlık hizmeti veren iki genç hekim yargılanıyor. Pek çok meslektaşımız da davalarla karşı karşıya kaldılar. En çarpıcı durum da Kırklareli’de yaşanandır. Kırklareli’de savcı neredeyse bütün kente dava açtı. Tabip odası başkanına da 18 farklı dava açtı. Tam da o günlerde Sağlık Bakanlığından izinsiz olarak verilen sağlık hizmetlerini suç kabul eden; hekimleri para ve hapis cezası ile cezalandıracak olan yasa gündeme geldi. Türkiye’den yurt dışından birçok hekimin tepkisine rağmen yasalaştı. Utanç verici bir karardır bu. Biz uluslararası düzeyde ciddi bir faaliyet yürüttük yasaya karşı. Bu yasalar kimi zaman değişik ülkelerde çıkıyor. İlk defa olan bir şey değil. Hekimlerin hekimlik mesleğini yapmasına engellemeye çalışmaktadırlar ama hekimlik yasaları binlerce yıllık deneyimlerle ortaya çıkmıştır. Hekimler ihtiyaç duyanlara ayrımsız hekimlik hizmeti vermeye devam edeceklerdir.

ÖNCEKİ HABER

Sanatla büyüyen mühendis, Fırtına Deresine baraj yapmaz

SONRAKİ HABER

IŞİD yeni eyaletlerini ilan etti

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...