16 Kasım 2014 00:54

İstanbul'dan Paris'e iki teker üstünde

Bisikletiyle 5 bin kilometre yol katedip 17 ülke gezen Can Beydoğan yolculuk notlarını evrensel'e yazdı. Beydoğan, Bulgaris'tan başladığı notlarına, haftaya ülkenin başkenti Sofya'dan devam edecek.

Paylaş

Can BEYDOĞAN

İnsanlar neden yerleşik yaşama geçmişler? Oldum olası bunu düşünmüşümdür. Ya da hayatlar neden yerleşmiş, tekdüzeleşmiş? İnsan hiç mi bu tekdüzelikten alıp başını gitmek istemez? Paldır küldür yaşamak istemez mi insan? Yollara olan düşkünlüğüm, tüm bu sorularıyla iki yıl boyunca düşündürdü beni. Yollarda huzurlu olduğum gerçekti.  “Ben de bu huzuru yolda hissetmek adına 2013’ün yazında bisikletimi alıp Avrupa’nın büyük bir kısmını bisikletimle gezdim. Gerekli tüm malzememi toplayıp bisikletime yükledim. Yaklaşık iki ay sürecek yolculuğuma Edirne’den başladım. Tur boyunca 5 bin kilometre pedal bastım. 17 ülke, onlarca şehir ve yüzlerce köyü ziyaret ederek turumu Paris’te bitirdim.

Merhabalar,
Bu yolculukta 5 bin kilometre yol katedip 17 ülke, onlarca şehir ve sayısız köy geçildi. Yeri geldi tren, yeri geldi otobüs kullandım. Kimisi kıyamadı kamyonetiyle alıp öğle yemeğine evine götürdü. Kimisi evinde mısır kaynatıp, kahvesinden ikram etti. Bu yolculuk, henüz üniversite son sınıftaki -23 yaşındaki- bir gencin yaşadığı sayısız kıymetli anları içermektedir.

Gün gün yazılmaktan ziyade, paşa gönlü nerede istenmişse orada not alınmıştır. Kimi zaman şıpır şıpır yağan yağmurun altında çadırın içinde, kimi zaman muhteşem Adriyatik kıyısında bir oturakta...   

YOLA ÇIKARIM
(Bulgaristan/Svilengrad)

Turumun ilk günü. Her ne kadar İstanbul olarak -sembolik - görünse de turuma Edirne/Uzunköprü’ den başlıyorum. Daha çok, İstanbul trafiğini çekmek istemediğimden...

Stajım bitiyor. Adana’dan Kocaeli’ye geçiyorum. Malzemelerimi toplayıp Edirne’ye geçiyorum. Oradan da yola çıkıyorum.

Bu tur, her nedense diğerlerine rağmen daha hüzünlü geçiyor. Sınır dışına çıkmaktan olsa gerek... Daha fazla hüzün yüklemeden çıkıyorum yola, kaçarcasına.

Akşama doğru varıyorum sınıra. Kapıkule Sınır Kapısını dahi görmek ürkmeme yetiyor artıyor bile. Çıkmadan ailemle son defa görüşüyorum ve öbür tarafa geçiyorum.

Neyse ki  sınırda sorun yaşamıyorum. Yeşil pasaportlu olmamın da avantajı var sanırım. Sınırı geçer geçmez ilk minik şehir, Svilengrad. Yaptığım plana göre burası ilk konaklayacağım yer. Ama nerede?

Yol ayrımını geçiyorum fakat geri dönüyorum Svilengrad’a. Girer girmez sağdaki TIR parkı denen bir yere giriyorum. Kimseler yok bu parkta. Sadece yaşlıca bir amca... 2 tane eniği var. Havlıyorlar. Bizim amca oralı bile değil. Daha fazla dayanamayıp giriyorum içeri. Çadır kurmak istediğimi söylüyorum. Amca yok diyor, ikna edemiyorum. Hayda... Olmadı şimdi bu! İlk günden darbe yiyorum. Amcayla çat pat İngilizcemle, onun da çat pat Türkçesiyle anlaşıyoruz. ‘Komşu’ deyince adamcağız rahatlıyor ve ‘no problem’ lafını duyuyorum. Koşup alnından öpesim geliyor ama sonra ‘Sakin ol Can’ diyorum. Hemen çadır kuracağım yeri gösteriyorum. ‘ok’ diyor. Rahatlıyorum.

Çadırımı kuruyorum hemen. Taa Edirne’den aldığım poğaça ve meyve suyunu yiyip,içiyorum.

Endişe içinde uyuyorum. Gece bir iki TIR’ın geldiğini duyuyorum. Yarı uykulu yarı uyanık devam ediyorum.

Sabah 7.30’da ayaktayım. Güneş çadırımı kavurmadan ayağa kalkıyorum. Çadırımı toplarken amcam yanaşıyor yanıma. Beni uğurlamaya gelmiş. İlk günden ne beklerken ne buluyorum? Çok hoşuma gidiyor bu durum.

Bisikletimi, malzemelerimi kurcalıyor. Nasıl olduklarına bakıyor. İlgiyle izliyorum. Mal-zemeleri bisiklete yüklerken izliyor beni. Daha da hoşuma gidiyor. Fotoğraf çektirmek istiyorum bu güzel insanla. Amcam ‘no no’ diyor ama içimde kalıyor ne yalan söyleyeyim. ‘güle güle’ deyip yola çıkıyorum. Bu taraflara olur da yolum düşerse, bu adamı ziyaret ederim arkadaş. Sevgiyle...  

KAŞARCI MEHMET ÇOK DERTLİ!
(Bulgaristan/Haskovo)

Buralar olmuş tam bir Türkiye. Bulgaristan’da 1.5 milyon Türk olduğunu söylüyor Kaşarcı Mehmet. Mehmet abimiz, yol üstünde kaşar satarak geçimini sağlayan güzel mi güzel bir abimiz. Sohbete öyle dalmışız ki, tövbe ki aklıma bile geliyorsa fotoğraf çektirmek.

Bu ‘kaşar’ olayı nereden geliyor anlatayım. Bulgar kaşarı meşhurmuş. Bende ilk gördüğümde ‘hadi canım’ dedim. Tamam Türkler her yerde ama bu kadar değil dedim, kendi kendime.

Kaşarcı Mehmet, uzun uzadıya anlattı işin iç yüzünü. Beni güneşten kavruk, yorgun görünce içi acıdı. ‘Hele gel, oğluma sandalye getireyim.’ Dedi ve oturduk kaşarların yanına, şemsiyenin altına.

Anlattı Kaşarcı Mehmet. Ta baştan işin ‘Mehmetçikle’ olmayacağı, işin Kaşarcı Mehmet’in geçim derdinin çözülmesiyle gerçekleşeceğini anladım. Bizim oralarda işin ehline denir kaşar. Bir an siyasetçilerimiz gelir aklıma. Neyse neyse susuyorum!

Komünizm döneminde daha rahat olduklarını söylüyor Kaşarcı Mehmet. Yeme, içme, geçim daha rahatmış. Şehir dışına çıkamazlarmış ama karınları tokmuş kaşarcının. Kendi tabiri ile ‘Bankada paramız vardı, üstüne fabrikamız tatile gönderirdi’ diyor.
‘89 sonrası AB geçişi-diğer ülkelere- kolaylaştı fakat açız diyor. Bulgarların Türklere yaptığı ‘ayrıntı’ da cabası diyor. Orada öyle diyorlar ‘ayrımcılığa’. İlgimi çekmişti.

Ayrılıyorum kaşarcı abimizin yanından. Birkaç kilometre ötede bir mısır tarlasına çadırımı atıyorum. Ailem beni nerede biliyor: ‘Bir Türk restoranının bahçesinde’. Onları endişelendirmek istemiyorum. Gece çadırımda sandiviçimi yapıyorum. –ekmek,salam- sulu yemek hak getire. Para mı var?

Haftaya yola Sofya’dan devam edeceğiz...

İSTANBUL'DAN PARİS'E GÜZERGAH

ÖNCEKİ HABER

Dempsey ile Barzani Erbil'de görüştü

SONRAKİ HABER

Libya'da alıkonulan işçilerden sitem: Konsolos bizimle ilgilenmedi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa