14 Kasım 2014 01:10

Romanın tezenesi

Türkiye edebiyatının ve romancılığının en önemli isimlerinden Yaşar Kemal, onuruna düzenlenen sempozyumda pek çok yönüyle ayrıntılı olarak ele alındı. Kemal’e, bu harika sempozyumu gerçekleştiren Bilgi Üniversitesi tarafından fahri doktora unvanı verildi.

Paylaş

Fatih POLAT
İstanbul

İstanbul Bilgi Üniversitesi Santralistanbul Kampüsünde önceki gün “Binbir Kültürün Elçisi Yaşar Kemal” başlığı ile düzenlenen sempozyumun açılış konuşmasını yapan üniversitenin Fen-Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Aydın Uğur, Yaşar Kemal’e fahri doktora önerisini, başkanlığını yaptığı fakültenin karşılaştırmalı edebiyat bölümünün gündeme getirdiğini ve onu onurlandırırken üniversite olarak kendilerinin de onurlandığını söyledi.

‘ORMANSIZ TOPRAK OLMAZ’

Sempozyumun ilk oturumunda konuşan Selim Temo’nun, “Yaşar Kemal’in Bir Denemeci Olarak Portresi” başlıklı sunumunda, Türkiye’de iktidarın popüler gündemlerinden olan ağaç ve doğa katliamı açısından da öğretici olacak öğeler vardı. Yaşar Kemal’in ilk yazılarında orman ve doğa sevgisinin baskın konulardan biri olduğunu anlatan Temo, şöyle devam etti: “Bu konuya dikkati çeken ilk yazısı, 25 Ekim 1959 tarihini taşımaktadır. Tarım alanları açmak için yakılan ormanlardan söz eden Yaşar Kemal, “Ormansız toprak olmaz” der ve “Vaaah ormanlarımız, vaah” diye yazıklanır.”

Temo, yazarın yazılarından örneklerle desteklediği sunumunda “Yaşar Kemal’e göre orman kıyımına göz yummak, vatan hainliğiyle özdeş bir suçtur” vurgusunu yaptı.

BARIŞ VE DEMOKRASİ ÇABASI

Barış, demokrasi ve insan hakları mücadelesinde Yaşar Kemal’in aktif bir tutum aldığını anlatan Selim Temo, yazarın, 1980’li yılların sonuna kadar Kürt sorunu gibi pek çok sorunu Türkiye’deki demokrasi hareketinin içinde gördüğünü dile getirdi ve şöyle devam etti: “Bir anlamda yeni bir boyut kazanan duruma uzak kalır. Ancak, Musa Anter’in 1992 yılında öldürülmesi üzerine yazdığı yazıyla Yaşar Kemal, yönetenlere yönelik çok sert ifadeler kullanmaya başlar. Bu soruna da kendi insan anlayışı penceresinden bakan Yaşar Kemal, sert eleştirilerine karşın bir kardeşlik konsepti kurar ve savunur: “Bu iki kültür, (Türk ve Kürt kültürleri) birbiriyle sağlıklı olarak kaynaşsaydı, bugün Türkiye’nin görüntüsü insanlık içinde çok başka olurdu. Bununla birlikte Yaşar Kemal bütün bu söylemi “içerden konuşma”, yani “merkez”den bir bakış açısıyla geliştirir. Bu anlamda “Türklüğün içinden konuşma” dikkati çeker: “Eğer Kürtlere insani haklarını, bu düşünceden dolayı vermezsek, dünya kamuoyu Kürtlere büyük destek verir.”  İçerden konuşmanın nedenlerini, Kürt Yaşar Kemal’in siyasi, düşünsel, edebi gıdasının büyük kısmını Türkçeden ve Türk kültüründen almasında aramak gerekir.”

‘SÖZLÜ KÜLTÜRÜN İÇİNDE DOĞDU’

Aynı oturumda Jale Özata Dirlikyapan da, “Yaşar Kemal’in Kaleminde ‘Zuhur Eden’ Köroğlu” başlıklı bir sunum yaptı. Yaşar Kemal’in “Ben gerçeği Köroğlu’na dayanarak algılıyorum” cümlesinin bu sunumuna kaynaklık ettiğini belirtti.

Yaşar Kemal’in, Alpay Kabacalı’nın kendisiyle yaptığı söyleşide “Ben çocukluğumda ve gençliğimde Çukurova bölgesinde onlarca Köroğlu anlatıcısına rastladım. Bu Köroğlu destanlarını her usta kendine göre anlatıyordu. Ben edebiyata bu destan anlatıcılarına öykünerek başladım.” dediğini aktaran Dirlikyapan, sunumunu bağlarken, Yaşar Kemal’in sözlü gelenekten gelen anlatım şeklini, yazının olanaklarıyla donatarak, sözü ustalıkla yazıya dönüştürdüğünü söyledi ve şu çarpıcı soruyla noktaladı: “Acaba Yaşar Kemal destan geleneğinden değil de, roman geleneğinden mi etkilenmiş ve yararlanmıştır?”
Kürt Yazar Rohat Alakom ise, “Yaşar Kemal’in Romanlarında Kürtler” başlıklı sunumunda, yazarın romanlarında gerçekte yaşanmış olayların da olduğunu belirterek,  bu konuda örnekler verdi. Yaşar Kemal’in, Kürt ozan ve destan anlatıcısı Feqîyê Teyran’a, Êzidilere, Kürtlerin güç durumda kaldıklarında manevi sütunları olarak sırtlarını dayadıkları, ulusal bir baba olarak gördükleri Ehmedê Xanî’ye romanlarında yer verdiğini dile getirdi.

DAĞIN ÖTE YÜZÜ VE EN KENARDAKİLER

Jale Parla’nın “Yaşar Kemal’in Eksanstrikleri” başlığını taşıyan tebliğini ise, kendisi katılamadığı için Prof. Dr Nazan Aksoy okudu. Parla’nın tebliğinden bir bölüm şöyle: “Yaşar Kemal’in Dağın Öte Yüzü üçlemesinde en kenardakiler az konuşur. Onlar kendilerini daha çok susarak ya da davranışlarıyla ifade ederler. Merkezde duranlar ise sözün iktidarına sahiptirler ve çok konuşurlar. Bu iktidar sahipleri bazen egemen sınıfın temsilcileri, bazen kolektif bir bütün olarak köylüler olabilir. Sanki köylü ezilmişliğini bilinç dışına itmenin bir yolunu bulmuştur. Sanki maruz kaldığı şiddet ve sömürüyü böyle bastırmaktadır. En kenardakiler, yani eksantrikler işte burada hayati bir rol oynaklar. Onlar bu bastırılmış şiddetin yüzeye çıkmasının vesilesi, bilinç dışının bilince taşıyıcıları, dolayısıyla da umudun kaynağı olurlar. Onların konuşma biçimi de bu olur. En kenardakilerle merkezdeki söz sahipleri arasındaki çelişki arttıkça gerilim de artar ve romanların olay örgüsü bu gerilim üzerinden ilerler.”

AYDOS İLE TARİHÇİ ARASINDA...

İkinci oturumun ilk sunumunu “Destan ile Tarih, Antropoloji ile Edebiyat Arasında: Yaşar Kemal” başlıklı tebliği ile Levent Yılmaz yaptı. Neşet Ertaş’ın Muharrem Ertaş’ın türkülerinde geçen ‘Aydos’un Yunanca ozan kelimesinden geldiğini, Homeros’un da bir Aydos olduğunu ve kör olduğunu ifade eden Yılmaz,  Yaşar Kemal’in bir gözünü 3.5 yaşında kaybettiğini hatırlatır. Yılmaz, “Yaşar Kemal, bütün eserlerinde aslında tarihçi figürü ile aydos figürü arasında gidip gelmiştir” dedi. Yılmaz, Neşet Ertaş’a ‘Bozkırın tezenesi’ adını da Yaşar Kemal’in taktığını hatırlattı.

Bülent Bilmez ise, “Sözlü Tarihçi Olarak Yaşar Kemal: Bu Diyar Baştanbaşa’nın Eleştirel Analizi” adlı sunumunda toplumun sözlü geleneğindeki aktarımların çok önemli kaynakları olduğunu belirterek, yapıtlarında sözlü gelenekten yararlanan Yaşar Kemal’in de bu nedenle tarihçiler için önemli bir kaynak olduğunu dile getirdi.

AŞİRETLER ÜZERİNE İLK ÇALIŞMA

Mahmut Temizyürek ise, “Teleskoplu Destancı’nın Binyaylasında Hayal ile Umut, Efsane ile Tarih” başlıklı bir sunum yaptı. Temizyürek, Yaşar Kemal’in Binboğalar Efsanesi için ‘Benim en gerçekçi romanımdır’ dediğini hatırlattı. Bu kitabın ilk baskısının 1971 yılında yapıldığını belirten Temizyürek, “O güne kadar aşiretler üzerine hiçbir çalışma yapılmamıştı. Belki İsmail Beşikçi Beritan Aşiretini o yıllarda çalışmaya başladı. Dolayısıyla henüz bilimin el atmadığı bir alanda böyle bir kitap çıkmıştır. Bu kitap, aynı zamanda sosyolojik ve tarihsel bir araştırmadır.” dedi.

“İnce Memedlerin Sayılarında Gizlenenler” başlıklı bir sunum yapan Fazlı Can ise, yaptığı incelemeyi ‘Metin madenciliği’ olarak tanımladı ve bu işin “fıtratında olanları” da özetledi. Yaşar Kemal’in romanlarındaki  kelime boylarını, cümle uzunluklarındaki değişimleri grafiklerle göstererek, yazarın harf harf sayısal anatomisini içeren bir sunum yapan Can, bağlarken şu ilginç saptamayı yaptı: “Roman beynimizdeki kimyasal düşünce şeklinin harflere yansıtılmış halidir. Böylelikle insanlar yüz yıl sonra da bizim ne düşündüğümüzü bilecekler.”

Bu sempozyumda anlatılanlardan da yola çıkarak, roman ve anlatımındaki lirik şiirselliği, destansı sözlü anlatım zenginliğini de dikkate alarak, Yaşar Kemal’in Neşet Ertaş için yaptığı benzetmeyi onun için ‘Romanın Tezenesi’ diye uyarlamak mümkündür.


YAŞAR KEMAL ÇEVİRİLERİNİN ANATOMİSİ

Sempozyumun en dikkat çekici sunumlarından birisini de, “Çeviri Anlatıların İzinde: Binboğalar Efsanesi ve Yılanı Öldürseler” çalışması ile Ezgi Ceylan yaptı.

Tez konusunun ilhamı olan Rachel May’in “Where Did The Narrator Go: Towards a Grammar of Translation?” (Anlatıcı Nereye Kayboldu?: Çevirinin Gramerine Doğru) başlıklı makalesinin, kendisini aidiyet meselesini düşünmeye sevk ettiğini belirten Ezgi Ceylan, Kemal’in Binboğalar Efsanesi ile Yılanı Öldürseler adlı kitaplarını İngilizce çevirileri ile karşılaştırarak uğradıkları bozulmaları, eğilip bükülme, esnetilme biçimlerinin yol açtığı değişimleri gösterdi. Ceylan’ın tebliğinden bir bölüm şöyle: “Sen de yüreğini arıt, erenler”. (Binboğalar Efsanesi 16)  “You too must purify your heart, friend”. (The Legend of the Thousand Bulls 13) Kaynak metindeki kelimenin çağrıştırdığı Aleviliğe özgü sesleniş biçimi, erek metinde “arkadaş” ile sıradan bir seslenişe dönüştürülmüştür.”

Ezgi Ceylan’ın sunumu salondan en çok alkış alan sunumlardan biri oldu.

FAHRİ DOKTORA UNVANI

Santralistanbul Kampüsünde, gün boyu süren sempozyumun ardından düzenlenen törende, Üniversitenin Rektörü Prof. Dr. Remzi Sanver, fahri doktora belgesini programa sağlık sorunları nedeniyle katılamayan Yaşar Kemal’in eşi Ayşe Semiha Baban’a takdim etti.

Ödül töreninde bulunan Gazeteci-Yazar Doğan Hızlan da, “Yaşar Kemal’e ödül vermek, onu değil, ödülü verenleri onurlandırmaktır” dedi.

ÖNCEKİ HABER

İhmal üstüne ihmaller ülkesi

SONRAKİ HABER

Katillere ‘iyi çocuk’ diyenler yargılansın

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...