09 Kasım 2014 04:18

Bana skandalını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim

Türkiye’de gazetecilik zor. Elbette bugüne dair bir mesele değil bu. Ceride-i Havadis’ten, Tasvir-i Efkar’dan beri üç aşağı beş yukarı sansür, baskı, yıldırma, tecrit, dava ve tüm bunlara bağlı olarak otosansür var. Biz gazetecilere düşen de zaten burada başlıyor. Biz susarsak biz korkarsak olgular değil algılar haber olur!.

Paylaş

Ahmet Hilmi HACALOĞLU*
 
6 Haziran 2014’te gazeteci Kemal Göktaş, Milliyet gazetesinden bir haber yapar. Haberin konusu, İzmir Karabağlar Polis Merkezi’nde polisler tarafından dövüldüğü görüntülerle sabit olan Fevziye Cengiz’in uğradığı işkence davasıdır.
Davada mütalaasını veren İzmir Savcısı Göksel Er, görüntülerde işkence yaptığı belli üç polisten ikisi için 1,5 aydan 1 yıla kadar hapis isterken polislerden birisi için beraat talep eder. Dövülme esnasında perdeleri kapatarak işkencenin görülmesi engelleyen bir diğer polis için de 3 aydan 9 aya kadar ceza verilmesini uygun görür.
Buraya kadar ‘bir anormallik yok, vaka-i adiyyeden bir durum’ diyebilirsiniz?
Ancak acayiplik bundan sonra başlar. Savcı Er, mahkemeden karakolda dövülen Cengiz için polislere hakaret ettiği ve direndiği gerekçesiyle 2 yıl 1 aydan 8 yıl dokuz aya kadar hapis cezası talep eder.

DAYAK YİYENE 8 YIL HABERİ YAPANA 2 YIL HAPSİ 
Nasıl yani dediğinizi duyar gibiyim? Evet aynen öyle. Savcı, işkence gören kadın için 8 yıl 9 aya kadar hapis cezası talep eder. Milliyet’teki habere göre, ‘Savcı Er, görüntülere yansıyan dayağı işkence saymama gerekçesini ise, “Sanık polislerin işkence kastı ile değil, kendilerine hakaret edilmesinden duydukları kızgınlıkla bu suçu işlemişlerdir” ifadesiyle açıkladı.’  
Kemal Göktaş, haberi kaleme alırken bir kez ‘savcı Göksel Er skandala imza attı’, iki kez de ‘skandal karar’ der. Bizim meseleye dahil olmamız da orada başlar. Zira bu dava Ağır Ceza Mahkemesi’nin yolunu tutarken bir başka celp kağıdı gazeteci Göktaş’ın adresine gider.  
İşte yeni bir soru. İyi de Kemal Göktaş neden yargılanacak? Niçin talimatla ifade veriyor. Savcının mütalaası için ‘skandal’ dedi ya işte ondan. 
Anlayacağınız Kemal Göktaş, bu haberi yaptığı için daha doğrusu ‘skandal’ dediği için 1 yıl 2 aydan 4 yıl iki aya kadar hapis cezasıyla yargılanması isteniyor.  14 Kasım’da Ankara 2. Asliye Ceza Mahkemesi’ne talimatla ifade verecek.

GÖKTAŞ’IN SUÇU ‘ALGI OLUŞTURMAK’
İstanbul Cumhuriyet Savcısı Vedat Bilgin tarafından hazırlanan iddianamede ’ Savcı Er’in ismi açıkça yazılarak sunduğu mütalaanın kamuoyunda farklı algılanmasına, bir anlamda görevli savcı olan müştekinin polis memurlarına ayrıcalık gözeterek hakkaniyete uygun hareket etmediği yönünde algı oluşturmaya yol açacak şekilde AİHM ve Yargıtay yerleşik içtihatlarına göre hakaret suçunu işlediği” ifade ediliyor.
Algı, son dönemde siyasi lügatimizde pek fazla yer işgal etmeye başladı. Algı operasyonu, algı oluşturmak, algıyı bozmak, algı oyunları sıkça telaffuz ediliyor. Cemaat hükümet kavgasında defalarca duyduğumuz algı bu kez de Göktaş yargılamasının ana unsuru.  
Göktaş: Algı yaratma iddiası yeni dönemde basına uygulanacak baskının ipucu
Agos’tan Gözde Kazaz’a konuşan Milliyet muhabiri haberinde hakaret içeren bir ifade olmadığı için savcının ‘algı yaratma’ suçlamasında bulunduğunu belirterek “ benim haberimde savcının polisleri koruduğuna yönelik bilgiler algı değil olgudur. Gazeteci olarak görevim de bunu yazmaktır. Yargı, işkencecileri koruyor. O olguyu bu somut olayla da anlatmaya çalıştım. ‘Algı yaratma’ gerekçesi, yeni yargı döneminde gazetecilere ve basına karşı uygulanacak baskının ipuçlarını veriyor’ diyor.
Kelepçe, dayak, hakaret, işkence Fevziye Cengiz vakasında hepsi ziyadesiyle algı yaratmaya mahal vermeyecek şekilde ‘olgusal ’olarak yer alıyor. Gazetecinin de görevi halkın haber alma hürriyeti bağlamında bunu kamuoyuyla paylaşmak değil mi? O halde burada algı yaratmaya çalışan kim? Acaba yapılacak haber var yapılmayacak haber var algısı mı yaratılmak isteniyor?

‘GAZETECİLER SUSARSA...’
Yanıt için, Kemal Göktaş’ın yargılanmasına ilişkin haberin İsmail Saymaz tarafından Radikal’de yazılmasından sonra bianet için bir makale kaleme alan Ankara Üniversitesi Gazetecilik Bölüm Başkanı Prof. Çiler Dursun’a kulak verelim: ‘Şiddet, kötü muamele, işkence, baskı, yıldırı, zorbalık, ne varsa gazeteci yazmadığı zaman değil, gerçekten ortadan kalktıklarında algılanmıyor olacaklardır. Gazetecinin tarihsel görevi ise, daima var olanın algılanarak görünür olmasını sağlamak olacaktır’.
Türkiye’de gazetecilik zor. Elbette bugüne dair bir mesele değil bu. Ceride-i Havadis’ten, Tasvir-i Efkar’dan beri üç aşağı beş yukarı sansür, baskı, yıldırma, tecrit, dava ve tüm bunlara bağlı olarak otosansür var. Biz gazetecilere düşen de zaten burada başlıyor. Önce kalemimize sahip çıkmak sonra da dayanışma içinde olmak  şart. Çünkü Türkiye’nin gerçekleri öğrenmesi gerekiyor. Biz susarsak biz korkarsak olgular değil algılar haber olur!. 

*Gazeteci

ÖNCEKİ HABER

Kent pazarlamanın en güncel markası

SONRAKİ HABER

Sınıf kültürü mü kültürlü sınıf mı?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...