08 Temmuz 2011 13:37

Mektup - Yeşil çimen, kırmızı gelincik ve sarı papatyaların diyarında

Baharın toprakları yeşile büründürdüğü Mayıs ayında, yıllardır düşündüğümüz Güneydoğu’ya gitme planımızı, bu bahar seçimlerden önce gerçekleştirdik. İki öğretmen, sırtımızda çantalarla İstanbul’dan yola çıkarken “cenazeler var gitmeyin, karışıktır oralar&rdquo

Mektup - Yeşil çimen, kırmızı gelincik ve sarı papatyaların diyarında
Paylaş
Suna Tokgöz

Baharın toprakları yeşile büründürdüğü Mayıs ayında, yıllardır düşündüğümüz Güneydoğu’ya gitme planımızı, bu bahar seçimlerden önce gerçekleştirdik. İki öğretmen, sırtımızda çantalarla İstanbul’dan yola çıkarken “cenazeler var gitmeyin, karışıktır oralar” diyenlere rağmen düştük yollara...

Diyarbakır’da yemyeşil bir ovada bulduk kendimizi. Her kimle konuştuysak belediyelerin çalışmasından memnun olduğu belliydi. Diyarbakır’da, şehri çevreleyen surların etrafında oturan insanları görünce, “İstanbul’da insanlar, ya pislikten ya da güvenli olmadığından böyle rahat oturamaz” dedik. Şairleriyle ünlü bu kent, taş evleriyle, eski konaklarıyla, geniş parkları ve Güneydoğu’nun İstanbul’u olmuş haliyle dostça karşıladı bizi. Sohbet ettiğimiz Eğitim Sen’li arkadaşlar, öğretmenlerin Diyarbakır’da birçok okulda iyi örgütlü olduklarını, fakat seçimlerde görev verilmediğini söylediler. Konuk olduğumuz evlerdeki insanların misafirperverlikleri, bizi memnun etmek için çabalamaları, bölge insanının dost canlısı olduğunu gösteriyordu...

Diyarbakır’dan ayrılıp Nusaybin’e doğru yola çıktık... Doğa, yemyeşil çimenler üzerinde, kırmızı gelincik ve sarı papatyalarıyla bize adeta, “bu bölgenin renkleridir bunlar, görün” der gibiydi. Her gittiğimiz yerde Türkçe, Kürtçe, Süryanice ve İngilizce yazılmış çok dilli tabelalarla karşılaştık. Ana dilini konuşan insanlar kendini ne dışlanmış ne de yabancı hissediyordu buralarda. Gittiğimiz şehirlerde Süryani ve Ermeni kiliseleriyle camilerin bir arada oluşu da çeşitli kültürlerin iç içe ne kadar rahat yaşayabileceğinin göstergesiydi adeta.

Karşılaştığımız gezi rehberlerinin çoğu, kara gözlü Kürt çocuklarıydı. Harçlıklarını çıkaran bu çocuklardan bazıları “İngilizce şarkı söyleyeyim mi abla?​” dese de biz “hadi bir Kürtçe türkü söyle” diyerek ayaküstü mini konserler dinledik.

Yerli yabancı turistlerin ziyaret ettiği bu toprakların, çeşitli kültürleri barındırmasıyla, taşın renginin hâkim olduğu mimarisiyle, sıcakkanlı, misafirperver insanlarıyla daha çok görülmeye, tanıtılmaya değer yerler olduğu bilinmelidir. Halkın kendi dilini, kültürünü dışlanmadan, rahatça yaşaması, kendini bu coğrafyaya ait hissetmesi, insanların yüzlerine nasıl da yansıyor. “Dicle’nin suyunda yüzmüş, anadilini konuşurken çekinmemiş bir çocuk, İstanbul gibi metropol ama insanların birbirine yabancı olduğu, Kürtlerin çoğu zaman dışlandığı bir şehirde ne yapar?​” diye düşünmeden edemedik.

Seçimlere birkaç hafta kala katıldığımız Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nun bağımsız adaylarının seçim çalışmalarında, Güneydoğudan edindiğimiz bu izlenimlerle, Kürt halkını ve yaşadıklarını daha iyi anlayarak bakıyorduk önümüze. Birlikteydik, Blok’u anlattığımız her evde, her kapıda, kimi zaman Türkçe, kimi zaman Kürtçe anlattık derdimizi. Türk kadınlarının da Kürt kadınlarının da derdi tasası birdi; barış olsun istiyorduk artık. Konuşup birbirimizi tanıdıkça ve dinledikçe önyargılarımız bir bir yıkılmaya başladı. Birbirimizden çok şey öğrendik. Meclis’e gidecek milletvekillerinin arasında barış isteyen daha çok Türk, Kürt, Süryani, Laz, Arap ve Ermeni olmasının gerekliliğine daha çok inanıyoruz artık.

ÖNCEKİ HABER

“Kadınlık mı Annelik mi?” - HEM KADINLIK HEM ANNELİK

SONRAKİ HABER

Mektup - Blok’u büyüten emeğimizdir, vekillerimize sahip çıkalım!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...