21 Ekim 2014 07:26

'Palyatif bakım merkezleri' üzerine

Sağlık Bakanlığı “Palyatif Bakım Hizmetlerinin Uygulama Usul ve Esasları Hakkında Yönerge” ile duyurduğu yeni düzenlemeyi gündeme getirdi. Yönerge ile palyatif bakım merkezleri kurulması ve bu merkezlerin işleyişi ve koşulları ile ilgili detaylar düzenlendi.

\'Palyatif bakım merkezleri\' üzerine
Paylaş

SES Genel Sekreteri Birsen SEYHAN

Sağlık Bakanlığı “Palyatif Bakım Hizmetlerinin Uygulama Usul ve Esasları Hakkında Yönerge” ile duyurduğu yeni düzenlemeyi gündeme getirdi. Yönerge ile palyatif bakım merkezleri kurulması ve bu merkezlerin işleyişi ve koşulları ile ilgili detaylar düzenlendi.
“Palyatif bakım nedir” diye bakacak olursak kısaca şunları söyleyebiliriz. Yaşamı tehdit eden hastalıklara (kanser, ALS, kronik böbrek yetmezliği vb.) bağlı olarak ortaya çıkan sorunlarla karşılaşan hastaların ve yakınlarının yaşam kalitesini; başta ağrı olmak üzere tüm fiziksel, psikososyal ve ruhsal problemlerin erken tespit edilerek ve etkili değerlendirmeler yapılarak önlenmesi veya giderilmesi yolları ile, arttıran bir yaklaşım ifade ediliyor. Hastadan bilgi alıp fiziksel bir muayene yaptıktan sonra rahatsızlık veren belirtilerin azaltılmasını ya da yok edilmesini ifade eder. Mesela bir palyatif bakım ekibi nefes darlığı ve nefes alırken acı duyma gibi belirtileri ele alıp rahatsızlığı gidermeye çalışır. Bir anlamda yaşam sonu bakımı denilebilir.
Sağlık Bakanlığının hazırladığı son yönergeye baktığımızda, kurulacak palyatif bakım merkezlerinde 10-20 yataklı meşgale odası, girişim ve muayene odası, hastaların televizyon izleyebileceği bir toplantı odası ve mutfak, lavabo, kolay temizlenebilen masalar bulunacağı görülüyor.
Ayrıca merkezde hastalar için her an hazır bulunacak “bakım timi” kurulacağı da ifade ediliyor. Bu timin, aralarında din görevlilerinin de bulunduğu 8 uzmandan oluşacağı belirtiliyor. Timde aktif olarak görev alacak uzmanlık dalları ise şöyle: “Uzman hekim, diyetisyen, hemşire, psikolog, sosyal çalışmacı, fizyoterapist veya fizyoterapi teknikeri, din görevlisi, hasta bakıcı.”
Yönergeden, palyatif bakım hizmetlerinin sadece ağrı ve semptom yönetimi gibi klinik hizmetlerle kısıtlı kalmayacağını anlıyoruz. Merkezde hastanın yanı sıra hasta yakınlarına da hizmetler verileceği, doktorların hasta yakınını tedavi süreci hakkında bilgilendireceği, psikolog ve din görevlilerinin ise ölümü kabullenme, bilgilenme ve yas ile mücadele konusunda çalışacağı yönergede ifade ediliyor.
İlk bakışta çok güzel ve ideal gibi görünen bir uygulama. Mevcut sağlık uygulamalarına bakıldığında, bu planın hangi biçimde, hangi yöntemle uygulanacağı büyük bir soru işaretidir. Sağlıkta iş yükünü, personel eksiğini, angarya çalışmayı ve taşeronlaştırmanın boyutunu göz önünde bulundurduğumuzda, bu iş nasıl kimler tarafından yapılacak bilinmiyor. Mevcut çalışanlara bir ek görev olarak mı verilecek, yeni taşeron çalışanlar mı alınacak, bu işi yapacak olanlar eğitim alacak mıdır, yoksa “Hadi git yap” mı denilecek, bunlar belli değil. Bizler, böyle kocaman cafcaflı planların halka sunulduğu ve bunların boş çıktığı, ihtiyacı karşılamadığı tersine yeni problemlere neden olduğu bir çok örnek biliyoruz.
Uygulamanın tartışılması gereken bir yönü daha var. Ekibin içinde din görevlisi bulunması konusu. Bunu, sadece bu ekip ve sağlık hizmetleri ile sınırlı bir tartışma olarak yürütmek eksik ve yetersiz olacaktır. Bunu bütünlüklü ve diğer alanlardaki gelişmeleri de görerek değerlendirmemiz gerekiyor. Din görevlileri konusuna bütünlüklü bir pencereden bakmak gerekir. Çok temel olarak şunu söyleyebiliriz, kamu hizmetlerinin sunulduğu hemen her alanda din görevlilerinin bu kadar aktif ve çok sayıda yer alıyor olması, dinin ve inancın kamu hizmetlerinin temel bir parçası haline getirilmek istendiğini göstermektedir ve bu çok tehlikelidir. Uzun süredir yapılan, adımları atılan budur. Okullarda zorunlu din dersleri  dayatması, hastanelerde sağlık hizmetlerinde din görevlilerinin de hizmete dahil edilmesi çabası ki bir süre önce de hatırlayalım din psikologlarının görevlendirilmesini konuşmuştuk, yine sosyal hizmet kuruluşlarında yapılan protokollerle önemli ölçüde din görevlileri çalıştırılması vb. gibi uygulamalar önümüzde. Bu da, basitçe bir “Din görevlisi de çalışsın ihtiyaç olabilir” tartışmasına indirgenemez. Çünkü biliyoruz ki bu görevlendirmeler, hizmetin kendisini dini inançlar etrafından şekillendirmeyi hedeflemektedir. Okullarda çocukların toplu olarak cami ziyaretlerine götürülmesi, sosyal hizmet kuruluşlarında inanç odaklı çalışmaların ağırlık kazanması ve yaygınlaşması bunların basit örnekleri. Bu bütünün bir parçası olarak sağlık hizmetlerinde de aynı şey yapılmak isteniyor.
Özelde sağlık alanına ve bu ekibe dönecek olursak, din görevlilerinin bu bakım timinin içinde bulunması bir ihtiyaç değildir. Bu, insanların manevi olarak ve inançları gereği din görevlilerinden destek almaya ihtiyaçları olmayacağı anlamına gelmiyor. Herkes hastalığıyla baş etme sürecinde kendi inancına ya da inanmama durumuna göre destek alabilir. Ama bunu yapması gereken kamu kurumları değildir. Bu kapsamda  insanların, daha çok da bir inanç grubu için tabii, ihtiyaç duyduğunda ulaşabilecekleri dini kurumlar zaten mevcuttur, yeteri kadar vardır.
Ayrıca, bir kamu kurumunun belirli bir inanç için bu hizmete yer vermesi, diğer inançları görmemesi ise ayrıca önemli bir problemdir ve laikliğe düpedüz karşıttır. Kamunun bir inanca doğrudan yakınlığını gösterir. Bu noktada “Dindar olmayanlar ya da farklı bir inancı olanlar ne olacak” sorusu da akıllara geliyor. Türkiye’de yaşananlara bakarsak bu timin içinde böyle bir kadro olursa kişi istese de istemese de bu dayatılacak, bu da bir baskı unsuru haline gelecektir

ÖNCEKİ HABER

Anaokulu öğrencilerinin camiye götürülmesi Meclis\'te

SONRAKİ HABER

Malzeme kalitesiz, hasta hâlâ tehlikede

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa