19 Ekim 2014 09:00

Görmüyor musunuz kardeşimin yüzüme sıçrayan kanını...

Yukarıda metninden alıntı yaptığım Kassandra’yı 2007’de oynadığımda memleketimizde savaş hali vardı, her gün gencecik insanların ölüm haberlerini alıyorduk. Ve birkaç yıl sonra annesi, küçücük kızı Ceylan Önkol’un bedeninin parçalarını eteğine topladığında nasıl hafızam çarpmaz acıyla bu cümleleri yüzüme? “Görmüyor musunuz kardeşimin yüzüme sıçrayan kanını,

Görmüyor musunuz kardeşimin  yüzüme sıçrayan kanını...
Paylaş

 Övül AVKIRAN*

“Kaybediyorduk savaşı ve sadece savaş değildi kaybımız,
Kaybediyorduk kardeşlerimizi, anamızı, çocuğumuzu, babamızı.
Son verin savaşa!
Verin hemen ne istiyorlarsa,
Yarın çok geç olacak yoksa.
Kan boyuyor gözlerimizi, boyayacak daha da.
Çakallar gibiyiz, aç kurtlardan kalan leşlerle beslenen çakallar gibiyiz hepimiz.
Yitiriyoruz kendimizi bir damla kan gördük mü,
Yitiriyoruz aklımızı..
Görmüyor musunuz kardeşimin yüzüme sıçrayan kanını,
Hala elbisemde duruyor beyninin parçaları
Kaybediyoruz insanı, insan olanı, insanlığı.
Kan kaybediyoruz durmadan. Ne bekliyorsunuz hala, durdurun savaşı.
Koltuklarınızın esiri olmuşsunuz hepiniz, erk aklınızı almış başınızdan!
İzi çıkmış kıçınızın oturmaktan, basur olmuş ağzınız da kıçınız gibi.
Boş bakıyor gözleriniz, bomboş aklınız, bomboş yüreğiniz gibi.
Ölüyor diyorum, karınız diyorum, kardeşiniz, babanız…Ölüyor diyorum…
Çocukluğum...Genç kızlığım... İlk aşkım...Yok oluyor ne varsa yaşadığım…
Yanmış et kokusu var hayatta kalanların, az sonra ölecek olanların çevresinde.
Bu, aklın kokusu bu...akılsızlığın...
Şuurun kokusu... şuursuzluğun...
Cesaretin kokusu... korkunun...
İnancın kokusu... çaresizliğin...”
 
Yukarıda metninden alıntı yaptığım Kassandra’yı 2007’de oynadığımda memleketimizde savaş hali vardı, her gün gencecik insanların ölüm haberlerini alıyorduk.
Ve birkaç yıl sonra annesi, küçücük kızı Ceylan Önkol’un bedeninin parçalarını eteğine topladığında nasıl hafızam çarpmaz acıyla bu cümleleri yüzüme?

“Görmüyor musunuz kardeşimin yüzüme sıçrayan kanını,
Hala elbisemde duruyor beyninin parçaları
Kaybediyoruz insanı, insan olanı, insanlığı.”’

ASHURA İLE ACININ KENDİ EVİNDEYDİK

Türkiye’de kaybolan dinleri, dilleri, kültürleri 12 Anadolu dilinde anlattığımız  bir göç hikayesi Ashura, 2004 yılında  Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nde oynandığında Kürtçe konuşmak yasaktı. Bu oyun 10 yıl boyunca onlarca memleket ve şehir dolaştı, müzikleri albüm oldu, Kalan Müzik etiketi ile basıldı. Dünyanın önemli festivallerinde şık ve dev salonlarında oynamış Ashura’yı Diyarbakır’da da tiyatro festivali kapsamında kötü bir ışık ve ses sistemi ile oynadık.

Oyunun sonunda koca bir salonun ayağa fırlayıp hüngür hüngür ağlayarak alkışlamasını bana ne unutturabilir, hangi sözlerle şimdi kendimi ifade edebilirim?

Hangi Ashura hikayesi, başarısı, bu paylaşımın üzerine çıkabilir? Acı kendi evindeydi.

10 yıllık Ashura hikayesinden çok şey kaldı hafızamda ama en çok ilk oyun akşamından sonra benimle 1 hafta konuşmayan annem ve yıllar sonra Diyarbakır’da oyunun sonunda koca bir salonun ağlaması kaldı.

Geriye yüreğimde bir sızı ve bacaklarımın tir tir titremesi kaldı…

 ‘KURDUĞUMUZ MEKANLAR, ÜRETTİĞİMİZ İŞLER BİZİM EYLEM ALANLARIMIZDIR’

Kurduğumuz mekanlar, ürettiğimiz işler bizim eylem alanlarımız dedik ve hep bu topraklardan beslendik, yazılı metinleri sahnelemedik. Dert edindiğimizi sahneye taşıyıp paylaşmayı seçtik.

Değişimi, dönüşümü, farkındalığı birlikte öğrenmeyi seçtik.

Pınar Selek “ Korkularını anlatıyor. Yaşadıklarını. Cesaretle, kendi varlığının politikasını yapıyor. Eylem yapıyor.” diye yazmış benim için bir oyunuma eleştiri yazısında. Bu yazı vesilesi ile arşivime bakarken karşıma çıktı Pınar Selek’in eleştirisi. Çok heyecanlandım yeniden.

Çünkü yıllarca Mustafa Avkıran ile ortak üretimimizde kendimizi böyle ifade ettik.

BİZ HEP OYUN KURDUK, OYUN BOZDUK, YİNE KURACAĞIZ!

Bu memlekette Gezi farkındalığın ve pek çok şeyin başlangıcı oldu. Derinlemesine irdelemek ve analiz etmek beni aşar ama Gezi daha çok yazılıp çizilecek. Ama kişisel hikayemde en büyük oyunu Gezi ile bozdum. Kurduğum yapıyı indirdim.

Biz hep oyun kurduk, oyun bozduk, yapılar kurduk, sonra kurduğumuz yapıları bozduk.

Murathan Mungan’ın cümlesi her daim tekrar ederek ‘ Hiç bir yeniden kolay değildir’  diyerek risk aldık, hep yeni hikayelere alan açtık.

Gezi’den beri memleketi okuyorum. Kendimi okuyorum.

Sansür ve Devlet Tiyatroları ile ilgili ne düşünüyorsun, bir yazı yazar mısın dendi.

Önce durdum, sonra heyecanlandım, ne çıkarsa dedim…

Ama ne daha dün Mithat Sancar’a uygulanan sansürü, lafının ortasında yayından kaldırarak hem konuğuna hem ‘Mithat Sancar olduğu için o anda o kanalı açan’  insanlara yapılan saygısızlığı, ne de Devlet Tiyatroları’nda sahnelenen bir oyunda geçen Goethe’nin ‘seninle yatmak istiyorum‘ cümlesinin kaldırılmasını tekrar etmek istemedim burada, daha çok yeni, henüz unutmadık.

 Pınar Selek’in yine oyunumuza yazdığı eleştirisinden alıntı yapayım;

“Tek başına bir kadın, karşımıza geçmiş bağırıyor. Bedeninden bahsediyor.

‘AM’ diyor. ‘Benim hiçbir organım küfür değil’ diyor”  Bunu sahnedeki ben için diyor.

Belki bir yazı daha yazarsam sistemin içinden veya dışından konuşmanın dayanılmaz hafifliğinden bahsederim.

*Oyuncu/Yönetmen

ÖNCEKİ HABER

100 yıllık gerçek hikayeler

SONRAKİ HABER

Fatih Terim güvensizliği

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...