19 Ekim 2014 08:51

100 yıllık gerçek hikayeler

Ermenistan’daki Analitik Haber Ajansı ‘Armedia’ ve ‘Avrupa Entegrasyonu’ sivil toplum kuruluşu tarafından gerçekleştirilen ‘Beni kurtaran Türk’ projesi soykırımdan kurtulanların yakınları tarafından aktarılan gerçek hayat hikayelerini sunuyor.

100 yıllık gerçek hikayeler
Paylaş

Aris NALCI

Ermenistan’daki Analitik Haber Ajansı ‘Armedia’ ve ‘Avrupa Entegrasyonu’ sivil toplum kuruluşu tarafından gerçekleştirilen ‘Beni kurtaran Türk’ projesi soykırımdan kurtulanların yakınları tarafından aktarılan gerçek hayat hikayelerini sunuyor.

Hikayelerin özelliği, kahraman(lar)ın Ermeni Soykırımı’ndan doğrudan ya da dolaylı olarak, Türklerin yardımları sayesinde kurtulmuş olması.

Proje, Birleşik Krallık Dış İşleri ve İngiliz Milletler Topluluğu Ofisi’nin desteğiyle gerçekleştirildi.

Aslında projenin adına bakıp biraz propagandif bulabilirsiniz. Ancak projenin uygulayıcısı Ermenistanlı gazeteciler olunca işin rengi değişiyor.

Kendine bu soruları sormak için yeterince acısını olgunlaştırmış ve kimlikler üzerinden değil de insanlar üzerinden yaşananların hatırlanmasına ne kadar açık olduğunun bir göstergesi olarak Ermenistan’daki bu ailelerle yapılan söyleşiler bizlere yepyeni kapılar açıyor.

Biz buna hazır mıyız?

Bu hikayeleri dinlediğimiz kadar acaba kendi hikayelerimizi de tüm çıplaklığıyla anlatmaya hazır mıyız?...

İşte Ermenistan’dan gelen birkaç “gerçek hikaye”, noktasına dokunmadan paylaşıyorum.

‘GAVURLARA’ YARDIM ETTİĞİ İÇİN ÖLDÜRMEK İSTEMİŞLER

Nubar Çalımyan anlatıyor;

Atalarım Batı Ermenistan’ın Digranagert (Diyarbakır) şehrindenmiş. Doğu Ermenistan’la hiçbir zaman bir bağımız olmamıştır. Ben Irak’ta doğdum. Doğu Ermenistan’a göç ettiğimizde 11 yaşındaydım. Dedemin annesi ya da babası hakkında bilgiye sahip değilim, hatta isimlerini bile bilmiyorum, zira soykırım sırasında babam sadece üç yaşındaymış. Babam kendi babasını hatırlamıyordu, hatta bir fotoğrafını bile görmüş değil, çünkü işgalciler her şeyi almışlardı ve aile albümü de aldıkları şeylerin arasındaymış. Dedemi sadece büyük halam görmüştü ve hatırlıyordu. O halamı da anlatacağım.

Soykırım zamanında kendisi 12-13 yaşında bir kızdı. Soykırımdan kıl payı kurtulabilmiş olan Solome büyükannemi ben de gördüm. Kendisi yarı Süryani’ydi.

Çalımyanlar büyük sülaleymiş ve bir kısmı yani dedemin ailesi Ermeni Apostolik Kilisesi’ne bağlıymış, diğer kısmıysa Protestanmış. Bildiğiniz gibi Digranagert’te Evanjelik Kilisesi de varmış. Protestanlık mezhebine bağlı olanların bir kısmı soykırımdan bir yıl önce 1914’te Türkiye’yi terk edip Avrupa’ya yerleşmiş. Bilemiyorum, onlar tehdidi daha erkenden hissedip mi gitmişler ve neredeyse hiç kayıpları olmamış.

Dedem ve kardeşleriyse 1915 sırasında öldürülmüşler. Onlara usta oldukları için uzun bir süre dokunmamışlar ve meslekleri sayesinde belli bir süre katliamdan kurtulmuşlar.
Babamın ailesi Digranagert’te yaşayan Türklerle iletişimde olmuşlar, çok güzel Türkçe konuşurlarmış. Benim hatırlamadığım Mehmet isimli bir Türk, soykırım sırasında babamın ailesini saklamış. Bu Türk’ü, akrabaları ‘gavurlara’ yardım ettiği için takip edip öldürmek istemişler. Mehmet sonra üç halamdan en büyüğü olan Azniv Çalımyan’la, halamdan 13-14 yaş büyük olmasına rağmen evlenmiş. Evlendikten sonra Digranagert’i terk edip Irak’a yerleşme kararı almışlar. Mehmed’in akrabaları özellikle de erkek kardeşleri onun bir Ermeni’yle evlenmesini içlerine sindiremiyor ve onu öldürmek istiyorlarmış. Irak’a gelip girişimde bulunmuşlar ama başarısız olmuşlar.

Mehmed’in ve halamın iki çocuğu olmuş, bir kız bir erkek. Hepsi Türkiye vatandaşlığı almış. Halamın oğlu çok güzel Ermenice bilirdi ve babamla uzun yıllar mektuplaşıyordu. Azniv halam İstanbul’da vefat etmiş. Ailesi İstanbul’a Irak-İran savaşı başlamadan önce taşınmıştı. Maalesef ailemizi kurtaran o Türk’ün resmi bende yok.

ERMENİ KIZLARIN SAÇLARI DALGALAR ÜZERİNDE SALLANIYORDU

Doğu Bilimler Uzmanı Naira Mkırtıcyan anlatıyor;

Anne tarafından dedem Sarkis (Sergo) Kuyumcuyan’ın aile hikayesini anlatacağım.

Sergo dedemin babasının adı Grigor’muş (1876-1948), annesinin adıysa Gayane (1877-1959). Gayane’ye Nene derlermiş. Grigor ve Gayane’nin üç çocuğu varmış, Sargis, Varduhi ve Sırbuhi. İzmir’de yaşamışlar. Grigor ve babası çok meşhur bir mühendismiş. Dedesiyse kuyumcu ve zaten soyadları da buradan geliyormuş. 19. yüzyılın ünlü ressamlarından Arkhip Kuyumcu’nun onların sülalesinden olduğunu söyleniyor.

Ailenin kurtulma hikayesini annem Gayane Kuyumcuyan’dan dinlediklerim ve dayım Grigor Kuyumcuyan’ın Grigor dedesinden duyup  anlattıkları üzerine toparlayabildim.
“O günlerde yarı Türk yarı Çerkes olan komşumuz bize geldi. Kendisi Türk ordusunun subaylarındandı. Gelip bir an önce toplanıp kaçmak gerektiğini söyledi, çünkü bir katliam bekleniyordu. Çok çabuk toplandık, battaniyeler, yiyecek ve evdeki paraları alıp kaçtık. Sakladığımız altınları almak için vakit kalmamıştı.

Ailemizin bütün üyeleri, özellikle kızları çok güzeldi, beyaz tenli, sarışın ve ela gözlüydü. Türk komşu “Böyle güzel insanları öldürmelerine izin veremem” dedi.

Onun tavsiyesi üzerine kızların yüzüne kömür sürdük ve gittik. Türk bizi eşeklere bindirip Yunan ordusunun yanına götürdü. İskeleye giden yol boyunca her adımda asker vardı. Her birine çıkarıp bir altın veriyordum. Farklı ceplere birer altın koymuştum. Böylelikle bir şekilde gemiye bindik ve Yunanistan’a gittik. Ailemiz böyle kurtuldu.

İzmir’de tarif edilmesi güç, vahşi bir soykırım vardı. Ama biz o Türk komşunun sayesinde  doğru zamanda kaçıp kurtulduk. Çok daha sonra o Türk’ü bize yardım ettiği için bütün ailesiyle birlikte katlettiklerini öğrendik.

Annem, büyükannesi Nene’nin her gece yatarken o Türk’ü hatırlayıp onun için dua ettiğini anlatıyordu. Nene, Yunan gemisinden denizde bir sürü Ermeni’nin cesedi gördüğünü söylerdi, “Ermeni kızların saçları yosun  gibi dalgalar üzerinde sallanıyordu” derdi.

Kuyumcuyan’lar 1932’ye kadar Atina’da yaşadı. Grigor, Merkez Bankası’nda kasalar servisinde çalışıyormuş. Sadece ‘altın elleri’ olan biri değil de aynı zamanda çok iyi ve dürüst bir insan olarak biliniyormuş. Bir gün dışarıda bir kasa görmüş ve neden kullanmadıklarını sormuş. Bankadaki çalışanlar kilidi açamadıklarından dolayı uzun zamandır kasanın orada kullanım dışı olduğunu söylemiş. Grigor kasayı açma sorumluluğunu üstlenmiş. Birkaç gün uğraştıktan sonra kasa açılmış. Grigor içindekileri görünce bilincini kaybetmiş. Kasa para, altın ve pahalı taşlarla doluymuş. Usta, her şeyi olduğu gibi bankaya vermiş. Atina’nın bütün gazeteleri bunu yazmış.

Kuyumucuyan’ların ailesi 1932’de Ermenistan’a Yerevan’a taşınmış. Aile, Tigran Mets caddesinde yaşıyormuş. Yaşadıkları evin olduğu yerde bugün suni bir göl var.

 

HARUTYUN DEDE TARİF EDİLEMEZ BİR ACI VE UMUTSUZLUK YAŞADI

Harutyun Berberyan anlatıyor;

Adını ve soyadını taşıdığım Harutyun Berberyan, annemin dedesidir. Dedesinin hikayesi çok trajik ve bir o kadar duygusal. Kökleri Van’a uzanıyormuş ama sonradan Ankara’ya bağlı bir kasabaya taşınmışlar. Soyadlarının neden değiştiğini bilmiyorum, sonradan Berberyan olmuş ama eskiden Ter-Gabrielyan’mış. Harutyun Dede’nin amcası bir zamanlar İstanbul’da berber olarak çalışırmış, belki de Berberyan buradan geliyordur.

Harutyun Berberyan gençlik yıllarında İstanbul’a okumaya gitmiş. Çok eğitimli biriymiş. Birkaç lisan konuşurmuş ve çok iyi de matematik bilirmiş. Ermenistan’a göç ettikten sonra okulda çalışmış, meşhur ve saygıdeğer insan olmuş.

Okul yıllarında, yani soykırım zamanında, bir Türk, Harutyun Dede’yi katliam olacak diye uyarmış. Harutyun Dede bu şekilde askere alınmadan kaçabilmiş, kardeşlerini ve anne-babasını uyarmak için hemen Yozgat’a gitmiş. Tabii, Türklerin yardımı olmasaydı İstanbul’dan sağ salim çıkamazdı. Türkler, Harutyun Dede için sahte belgeler hazırlamış. Harutyun Dede köyünün yok edildiğini görünce tarif edilemez bir acı ve umutsuzluk yaşamış. Köyde ailesi dahil hiç kimse hayatta kalmayı başaramamış. Harutyun Dede ne yapacağını bilemeyip babasının arkadaşının yaşadığı yan köye gitmiş. Ailesini orada bulmayı ümit ediyormuş. Yan köye girince vahşet dolu bir sahneyle karşılaşmış. Evler tamamen harabeye dönmüş, sokaklar ceset doluymuş.

Kadın cesetlerinin yanında 12-14 yaşlarında yaşama işaretleri veren bir kız görmüş. Çocuğu kucağına alıp yara veya kan izleri görmeyince kızın zehir içtiğini düşünmüş. En yakın ahıra götürüp yoğurt içirip içtiği zehir midesinden çıkana kadar uğraşmış.

Harutyun Dede çocuğun hayatını kurtarıp yanına almış ve kızla beraber yakınlarını aramaya devam etmiş. Yolda ona kardeşlerinden birinin Erzurum’da olduğunu söylemişler. Harutyun Dede ve küçük kız Mariam, Erzurum’a doğru yola çıkmış. Ama nafile… Harutyun Dede sadece yıllar sonra önce Nahçıvan’a sonra oradan Lübnan’a kaçmayı başaran kardeşini bulabilmiş.

Harutuyun Dede umudunu kaybedip kızla beraber sınırı geçerek Yerevan’a oradan da Vardenis’e gitmiş. Birkaç yıl sonra Mariam büyüyünce Harutyun Dede onla evlenmiş, beş kızları olmuş. Berberyan soyadını korumak ve devam ettirmek adına ben doğduğumda anne-babamdan adımı Harutyun soyadımı da Berberyan koymalarını istemişler.

ÖNCEKİ HABER

Taraf olan, ‘makul’ olamaz!

SONRAKİ HABER

Görmüyor musunuz kardeşimin yüzüme sıçrayan kanını...

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...