09 Eylül 2014 06:00

Yeni Valls hükümeti: Sadece büyük sermayenin hizmetinde

Fransa’da sermaye lehine politika yapmaya soyunanların her zaman işini bozan, bazen siyasi kariyerlerine son noktayı koyan ve önceden kestirmesi de zor olan bir etken var : sınıflar mücadelesi.

Yeni Valls hükümeti: Sadece büyük sermayenin hizmetinde
Paylaş

Deniz UZTOPAL
Paris

“Sesi yükseltmek lazım. Almanya tüm Avrupa’ya dayattığı kemer sıkma  politikalarının tuzağına düşmüş. Almanya derken, Angela Merkel’i destekleyen Alman sağını kastediyorum. Fransa’nın Alman sağının tartışılmaz ideolojik doğruları karşısında hizaya geçme diye bir durumu söz konusu olamaz. Ekonomiden sorumlu homologum Sigmar Gabriel’e teşekkür etmeliyim, oda bizim gibi aynı yönde ilerlemesi için çaba sarf ediyor”.

Bu sözleri Eski Fransa Ekonomi Bakanı Arnault Montebourg 23 Ağustos’da Le Monde gazetesine verdiği röportajda söylüyordu. Bir kaç gün sonra geleneksel olarak her yıl düzenlediği “Gül şenliğinde” (gül Sosyalist Partisinin -SP-  sembolüdür) aynı sözlere benzer ifadeler kullandı. Ve yeni bir hükümet krizine neden oldu. SP içinde en sağ bir azınlığı ve kanadı temsil eden Başbakan Manuel Valls, hükümetini fırsatı kendi lehine değerlendirebilmek için istifa etti ve politik bir krizin patlak vermesine yol açtı.

HÜKÜMETİN KEMER SIKMA  POLİTİKALARI VE ‘SOLUN SAĞA KAYMASI’

Sarkozy’nin uzun yıllar dayattığı katı kemer sıkma politikalarına karşı bir alternatif olarak ortaya çıkan Hollande, 2012 Cumhurbaşkanlığını bu şekilde kazanmıştı. Ama iki yıldır ekonomi ve sosyal alanda Sarkozy’nin itiraz edebileceği hiç bir önlem almadı. Tam tersine “sol” bir iktidar adına bir önceki dönem Sarkozy’nin hayata geçirdiği sosyoekonomik çizginin aynısı, hatta daha fazlasını yürürlüğe geçirdi. Asgari ücret, memurların maaşlarının dondurulması, güvencesiz çalışma koşullarının daha fazla genelleşmesi, işten atmaların daha da kolaylaştırılması, geçici iş sözleşmelerinin daha fazla yasal haline getirilmesi, işsizlerin, yoksulların ve sendikacıların daha kriminalize edilmesi, emekliye ayrılma yaşının fiiliyatta daha da artması, günlük tüketim mallarında KDV’nin artması, gelir vergisinin fiiliyatta düşmesi, iş yeri vergilerinin düşmesi, var olan vergi borçlarının muafiyeti, rekabet gücünü arttırma adı altında büyük tekellere 40 milyar dağıtma, yine tekellerin rekabet gücünü arttırma adı altında araştırma ve gelişmeye yönelik 6 milyar dağıtma vs... bunlar Hollande ve hükümetlerinin son 27 ay içinde yaptıklarından sadece en sembolik olanlarıdır. Bu saldırıların bir kısmı Sarkozy döneminde yapılanların devamı olurken, kimileri ise Sarkozy’nin yapamadıklarıdır.
Dolayısıyla haklı olarak “sol’un” sağlaştığı yönlü tartışmalar da yoğunlaşmaya başladı. Toplumda büyük tepkiler toplayan hükümet ve Sosyalist Parti içinde ise bunun bir sorumlusunun bulunması gerekiyordu. Cumhurbaşkanının tabulaştırıldığı bir yarı başkanlık sisteminde Hollande’a parti içinde kimse laf söyleyemezdi, ya da partisini terk etmesi gerekirdi. Ama sağcı Angela Merkel bu konuda ideal bir figürü temsil ediyordu. Tüm Avrupa’ya kemer sıkma  politikaları dayatan, Avrupa’yı sermaye lehine, özelliklede Alman sermayesi lehine, yönlendiren birisiydi ve üstelik 2012 seçimlerinde açıktan Sarkozy’yi desteklemişti ?

HOLLANDE VE MERKEL ÇİFTİ : HER ŞEYİN SORUMLUSU MERKEL’ Mİ?

Kamuoyu yoklamalarında her geçen gün olağanüstü derecede gerileyen Hollande ve hükümeti (ve dolayısıyla partisi SP), bunun nedeninin hayata geçirilen ve sağcı hükümetleri hiç aratmayan katı sermaye politikaları olduğunu çok iyi biliyor. Tamamen düzen partisi olan SP’nin içinde nispeten daha sol kanadı temsil edenler, yapılan politikaların yanı sıra emekçiler için de önlemlerin alınmamasının sorumlusunun Cumhurbaşkanına dayatılan sağcı politikalar olduğunu savunuyorlar. Peki koskoca bir cumhurbaşkanına kim istemediği bir çizgiyi dayatabilir sorusuna ise cevap hazır : Angela Merkel. Eskiden de var olan bu tartışma kamuoyunda tepkilerin artması ve art arda yenilgilerin alınmasından sonra daha da alevlenmişti ve en son Eski Ekonomi Bakanı Montebourg’un söylemleri ile doruk noktasına çıktı.
Bir yıllık iktidardan sonra, nisan 2013’de  SP’nin o dönem “Avrupa sorunları sekreteri” Jean-Christophe Cambadélis’nin başkanlığında bir komisyon, yaklaşan AB Parlamento seçimlerinde partisinin izleyeceği çizgiyi belirlemeye yönelik “Sağcı Avrupa” ya karşı çıkan 20 sayfalık bir rapor hazırlamış ve Angela Merkel’i “kemer sıkma politikalarının şansölyesi”, “taviz vermeyen egoist” olarak tarif ediyordu. Belge’de “AB’nin sağına karşı demokratik olarak mücadele etmek, alman sağına karşı mücadele etmek anlamına geliyor” deniliyordu. Yani Fransa’nın geleceği AB’den bağımsız düşünülemezdi ama AB’de işlerin iyi gitmemesinin nedeni ise Almanya’da sağın hâlâ güçlü olmasıydı. AB parlamento seçimlerinde eğer Merkel zayıflatılırsa işler daha da iyiye gidebilecekti. Ama Fransa’daki seçmenlere seslenen bir rapor şu anlama geliyordu : Fransa’daki kemer sıkma politikalarının sorumlusu da Merkel’di. Ama bunu ifade etmek dolaylı yönden şu anlama da geliyordu  : Cumhurbaşkanı François Hollande sağlam çizgisi olmayan, utangaç ve Merkel’e boyun eğen, verdikleri sözleri onun önünde unutan birisidir. Yoksa neden Merkel buradaki politikanın sorumlusu olabilir ki ? Dolayısıyla hemen hükümet bu rapora karşı çıktı ve Parti içinde Merkel’e karşı açıktan tavır alanları doğrudan sert eleştirdi ve Partide böyle bir çizginin egemen olamayacağını deklare etti. SP’nin şimdiki genel sekreteri olan Jean-Christophe Cambadélis hazırladığı raporu hemen değiştireceğini açıklamasına rağmen, hükümetin Merkel’i savunur bir pozisyona düşmesi kaçınılmazdı. Dönemin Başbakanı Jean Marc Ayrault, eski Almanca öğretmeni olarak, Almanca Almanya ile Fransa’nın ilişkilerinin iyi olmasının AB’nin geleceği açısından can alıcı bir öneme sahip olduğuna dikkat çeken tveet’ler yayınladı. Ama bu durum Parti içinde sola da seslenmenin, SP’ye oy verenler lehine bir kaç şey yapmanın artık zamanının geldiğini belirtenlerin sayısı da artmaya başlamıştı. Ve aslında söz konusu olaydan bu yana gerek SP, gerekse hükümet içinde bu tartışma artarak sürüyordu. Hükümet içinde Sanayi kalkınma Bakanı Arnault Montebourg, Tüketim Bakanı Benois Hamon, Kültür ve İletişim Bakanı Aurelie Filippétti, Yeşilci Konut Bakanı Cecile Duflot ve hatta Meclis Başkanı Claude Bartolone bile artık SP’nin seçmenlerine yönelik kimi adımların atılmasını savunuyorlardı. Yanlız Hollande bu konuda kesinlikle taviz vermeme konusunda kararlıydı. Ocak ayında Cumhurbaşkanı “Sorumluluk Paktı’nı” ilan ederek açıktan bir liberal viraj alacağını ilan ediyor ve bundan sonra daha hızlı sermaye lehine bir çizgi izleyeceğini kurumsallaştırıyordu. Mart belediye seçimlerinde haliyle hükümet ve partisi tarihsel bir yenilgi aldı. Hollande’u cumhurbaşkanı yapan seçmenlerin önemli bir kısmı ona karşı oy kullanmış, diğer bir kesimi ise sandık başına gitmeyerek boykot etmişti. Mesaj bundan daha açık olamazdı. Yenilgiden sonra Ayrault Hükümeti istifa etti ama seçmenlerin verdiği mesajın tam tersine Hollande, SP’nin en sağ kanadında küçük bir azınlığı temsil eden Manuel Valls’ı başbakan olarak tayin etti. Ama işin ilginç yönü, eskiden hükümet içinde sol seçmenlere yönelik adımların atılmasını savunanlar içinde Yeşiller Partisi adına katılan iki kişi dışında diğerleri daha yüksek bir bakanlık karşılığında hükümette kalmayı tercih etmişlerdi. Sanayi kalkınma bakanı olan Arnault Montebourg büyük ekonomi bakanlığına, Tüketim Bakanı Benois Hamon eğitim bakanlığına, Kültür ve İletişim Bakanı Aurelie Filippétti ise protokoldeki yeri artarak kültür bakanlığında hayata geçirilecek sağcı politikaların destekçisi olmayı kabul etmişlerdi. Yani dün savundukları “solcu” çizgiyi daha büyük bir bakanlık karşısında satmayı kabul etmişlerdi. Nisandan ağustos ayına kadar bu bakanlar gayet disiplinli olarak hükümetin hataya geçirdiği kemer sıkma politikalarını desteklemiş ve işlerine bakmışlardı. Ta ki ağustos ayında Ekonomi Bakanı Arnault Montebourg’un Le Monde’a verdigi röportaj ve yaptığı bir konuşmadan sonra Valls hükümetinin istifa etmesine kadar.

VALLS HÜKÜMETİ NEDEN ISTIFA ETTİ?

Aslında Ekonomi Bakanı Arnault Montebourg’un söylediklerine bakılırsa bir hükümeti istifaya götürecek sözler değildi. Ne demişti Montebourg ? 6 Ağustos’ta François Hollande yaptığı bir açıklamada Almanya’dan “ekonomik kalkınma için daha sıkı bir destek” beklediğini ilan etmiş ama Merkel hükümeti ise “Paris’ten gelen çok genel deklarasyonlar izlenilen ekonomi politikada düzeltmeler yapılması için hiç bir neden sunmuyor” diye cevap vermişti. Bunun üzerine, Ekonomi bakanı tonu biraz daha yükselterek “boyun eğemeyiz” diye cevap veriyor ve artık dünyanın bir çok ileri ülkesinde “Kemer sıkma politikalarında sınırların geldiğini ve yavaşlatıldığını” hatırlatıyordu. Almanya’nın adını vermeden, Avrupa merkez bankasında oynadığı rolü eleştiren Fransız bakan “maalesef bugün enflasyon şahinleri, esas olanı yani kitlesel işsizliği unutarak, enflasyonun yok olduğunda bile enflasyona karşı mücadele edenler, Avrupa merkez bankasında çoğunluğu teşkil ediyorlar”. İstifasından sonra yaptığı konuşmasında ise “Dünyanın en saygıdeğer ekonomistleri, bir çok eski ve yeni devlet başkanı, bir çok bakan AB’nin bu katı kemer sıkma politikasından vazgeçmesi gerektiğini” savunduklarını belirterek bu politikalarının ekonomik kalkınmaya engel hale geldiğini savunuyor ve “Bu kadar ileri gitmenin akıl almaz bir politika” olduğunu ifade ediyordu. İstifadan sonra söylemleri biraz daha radikalleşmişti ama ondan önce söyledikleri ve bugüne kadar da sadık kalması göz önünde bulundurulduğunda, bu söylemlerin hükümeti yıkacak bir söylem olmadığı anlaşılır. Ekonomi Bakanı, şu ana kadar yürütülen politikalara tamam, ama artık bundan sonra böyle daha fazla gidemeyiz demekten başka bir şey belirtmiyordu aslında. Peki Valls neden istifa etti ? Bunun elbette bir çok nedeni var. Her şeyden önce Valls bugüne kadar hayata geçirilen kemer sıkma politikaların da mola verme bir tarafa, bunların daha da hızlandırılmasını savunuyordu. Dolayısıyla kemer sıkma politikalarını durdurup, gelecek cumhurbaşkanlığını kazanmak için biraz daha “solcu” bir çizginin hayata geçirilmesini savunan bir bakanla iş yapamayacağı, en azından kendisine ayak bağı olacağı kesindi. Ama Valls’ın başka politik hesapları da var kuşkusuz. Her şeyden önce 2017 cumhurbaşkanlığında kendisinin aday olmasının bir mucize olacağını biliyor ve eğer Hollande’un tekrar kazandığı durumda bile kendisinin başbakan  olarak devam etmesinin bile zor olacağını biliyor. Dolayısıyla Hollande’un yeniden seçilmesine oynamaktan çok, kendisinin SP içinde önemli bir otorite olmasının peşinde. Kaldı ki eğer Hollande 2017’de toplumda ve partisindeki tepkilerden dolayı kaybetmesinin kesin olduğu ve aday olmayacağı durumda, Parti içinde en yüksek otoriterlerden birisi olmasının kendisine sunacağı avantajların olacağını da gayet iyi biliyor. Üstelik Hollande eğer işsizlikte bir düşüş sağlanmazsa kesin olarak aday olmayacağını belirtmişti. Dolayısıyla Montebourg’un ikonoklast çizgisini fırsat bilerek, kendi konumunun Parti içinde tek egemen, en azından güçlü bir çizgi olmasının peşinde. Yeni kabineyi ilan etmeden önce, Bakanların hepsini teker teker ofisine çağırarak belirlenen çizgiden ve başbakanın otoritesinden çıkmamaya “yemin billah” ettirmesi hiç de tesadüf değildir. Elbette, bu çizginin parti içinde bir kısım milletvekili tarafından kabul edilmediğini de çok iyi biliyor. Ama bunlara karşıda eğer hizaya gelmezseniz Meclisi fesheder, yeniden seçimler düzenler ve birçoğunuzu koltuğundan ederim anlamına gelen sözler söyledi. Böylelikle hem bakanları hem de milletvekillerini disipline etmiş ve gerek hükümet gerekse de Parti içinde değişik akımların muhalefetini kabul etmeyeceğini, tek otoritenin Cumhurbaşkanının belirlediği siyasi çizgiyi hayata geçirmekle sorumlu olanın kendisi olduğunu beyan etmiş oldu. Üstelik istenilen “sol” politikanın tersine daha fazla sermaye lehine çalışacağını göstermek için ekonomi bakanı olarak ultraliberal, milyoner eski bir bankacı olan ve hükümetin kemer sıkma politikalarında bugüne kadar Hollande’un yakın danışmanlığını yapan Emmanuel Macron’u getirmişti. Bu da yetmedi, yeni hükümetin kurulmasını fırsat bilerek, eski politikadaki “yeniliği” ilan etmek için bir gün sonra gerçekleşen büyük sermayenin örgütü MEDEF’in toplantısına katılarak bugüne kadar kendisini solcu diye tanımlayan hiçbir politikacının ağzına bile alamayacağı kadar ultraliberal bir çizgide konuşma yaptı. MEDEF’in yöneticileri Valls’ı ayakta dakikalarca alkışlarken, yeni hükümetten çok memnun olduklarını gizlemiyorlardı. Ama politik hesaplar ne kadar ince olursa olsun, Fransa’da sermaye lehine politika yapmaya soyunanların her zaman işini bozan, bazen siyasi kariyerlerine son noktayı koyan ve önceden kestirmesi de zor olan bir etken var : sınıflar mücadelesi. Valls’ın hesaplarını emekçiler bozacaktır.

ÖNCEKİ HABER

‘Endişe’nin ustaları Yılmaz Güney ve Erkan Yücel

SONRAKİ HABER

Hayatımızda şiddet istemiyoruz

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...