5 Eylül 2014 22:51

Çokluk mu, sınıf mı?

Özge AYAZ
İzmir


Karaburun Bilim Kongresinin 2. günü düzenlenen oturumlardan biri “Felsefe, Tarih ve Direniş”ti. Oturum başkanlığını Aydın Gelmez’in yaptığı panelde Doğan Göçmen, Cengiz Baysoy ve Sinem Özer sunumlar gerçekleştirdi. Bu panelde Cengiz Baysoy’un yaptığı sunumda çok fazla kavramdan söz etmesi ve bu kavramlar arasında kurduğunu iddia ettiği bağları somut bir düzleme oturtamadığı iddiaları ise tartışmalara neden oldu.

Tartışmayı yazmadan önce paneli kısaca aktaralım. Doğan Göçmen “Komünist Manifesto ve Toplumsal Gelecek Tasarımı” başlığıyla yaptığı sunumunda öncelikle manifestonun ne olduğunu belirterek ‘Bir manifesto neden yazılır?​’ sorusunu sordu. Politikanın çıkış noktasının ve nüfuz etmek istediği yerin günlük hayat olduğunu belirten Göçmen “Toplumu bir hedefe etkili olarak yönlendirmek ancak günlük düşünme ve davranış biçimleri üzerinde etkili olunabildiği oranda kalıcıdır” dedi. Komünist Manifesto’yu kendinden önceki manifestolardan ayıran en önemli özelliğin olması gerekeni değil, olanı anlatması olduğunu belirten Göçmen Manifestonun hareket, çelişki, içkinlik, bugün ve gelecek, çokluğun birliği ilkeleri olduğunu belirtti.

‘HALK YERİNE ÇOKLUK’

Doğan Göçmen’in bahsettiği “çokluğun birliği” ilkesine karşı olduğunu söyleyen Cengiz Baysoy ise “Çokluğu bire indirgeyerek mi adlandıracağız, yoksa çokluğun el birliğinde ortak olanda yani tek anlamlılıkta mı?​” sorusunu tartıştırdı. ‘Sol’un egemenlik teorisinin dışına çıkamadığını savunan Baysoy, sınıf teorisindeki ‘halk’ kavramının yerine ‘çokluk’ kavramını koydu. Bir kavramı üreten metafizik düzlemin dört kavramı olduğunu belirten Baysoy bunları aşkınlık, aşkınsallık, diyalektik ve içkinlik olarak açıkladı. Çokluğun özneye meydan okuduğunu belirten Baysoy, “Teorileri özneden kuruyorlar ama çokluk kavramından çıkarak özneyi kurmak gerekir” dedi.

Sinem Özer,  “Politika İçin Yeni Bir Ufuk: Ortak Olan” başlığıyla yaptığı sunumda Gezi’nin de dahil olduğu 21. yy küresel hareketleri üzerine bir değerlendirmeye, öncelikle ortak olanın, ortak olana dayalı yeni politik bir politik bileşimin teorik/pratik bir soy bilimini oluşturarak başladı. Spinoza ve Marx’ı birikte okuduğunu belirten Özer, “Ortak olanın böyle bir soy bilimi oluşturmanın, hareketlere ilişkin belirsizliklerin, yüz yüze kaldıkları zorlukların nasıl onların içkin bir kudretine dönüşebileceğinin görülebilmesine, şimdiden geleceği ifade eden eğilimlerin seçilebilmesine ve özgürleştirilmesine yardımları olabileceğine inanıyoruz” dedi.

BAYSOY’A SORULAR

Bu sunumların ardından ise özellikle Cengiz Baysoy’a çokça soru ve eleştiri yöneltildi. Baysoy konuşması esnasında talep siyasetinin bittiğini, kurucu siyasetin başladığını belirtmiş, Chantal Mouffe ve Ernesto Laclau’nun Radikal Demokrasi kuramının ‘diyalektiği’ bitirdiğini söylemişti. Bu sözleri salonda tepkiye neden oldu ve şöyle bir soru yöneltildi, “Çokluğu güruhtan ayran nedir? Hitler’in etrafındaki güruhla çokluğu ayıran bir kriter var mı? Eğer özne yoksa çokluk nasıl oluşuyor, ilahi bir güç tarafından mı? Çokluğu nasıl kanıtlarsınız?​” Diğer bir soru ise yine sunumu esnasında söylediği “çokluk kavramı tekilliğin içindeki toplumsalı düşünür” sözünü somutlanması isteği oldu. Baysoy ise bu kavramlar arasında yer alan boşlukları doldurmak yerine kaba Marksizm’in argümanlarını eleştirmeyi tercih etti. Buna göre Marksizm’in altyapı ile üstyapı arasında bir yansıma ilişkisi olduğunu iddia etti. Salondan bu iddianın bir Marksizm tahrifatı olduğu eleştirisi geldi.

Son sozu alan Doğan Göçmen ise şu eleştirileri getirdi: “Marx Spinoza’yı değil de neden Hegel’i izledi? Çünkü Hegel, Spinoza’yı aşmıştır ve kuram oluştururken felsefenin ulaştığı son noktadan hareket etmek gerekir” dedi. Yöneltilen “Hobbes’un halk kavramı kendimizi karşısında konumlayacağımız bir kavram mıdır, çokluğun birliğini nasıl tanımlıyor?​” sorusu üzerine Doğan Göçmen şunları söyledi: “Hobbes’a göre çokluğun birliğinin iki farklı aşaması vardır. Çokluğun birlik yapmaya çalıştığı bir yerde henüz herkes için geçerli olan ortak bir iyi olmaması nedeniyle herkes herkesle savaş içerisinde olacaktır. Bu savaştan iki aşamada çıkılabilir. Birinci aşamada bu ayrılıkların ortak bir egemenin belirlenmesiyle savaşın fiziksel yıkımının engellenebileceği umut edilmektedir. İkinci aşamada herkes için geçerli bir ortak iyinin ortaya çıkabileceği, bu da herkesin içinde var olan “insanlık” kavramının ortaya çıkarılmasıyla mümkün kılınabileceği düşünülmektedir” dedi.

Evrensel'i Takip Et