31 Ağustos 2014 08:53

Mezarı Olmayan Kadın: Süleyha

Cezayirli yazar Assia Djeber’in 2013 yılında Evrensel Basım Yayından çıkan romanı “Mezarı Olmayan Kadın”, Cezayirli bir kadın mücahidin öyküsünü taşıyor bizlere. Tanınmadan, sessiz sedasız örülen bir direniş ağının öncüsü.

Mezarı Olmayan Kadın: Süleyha
Paylaş

Ekinsu Devrim DANIŞ*

Gülebilmenin ahlaki normlarla ilişkilendirildiği şu dönemlerde kadınların ağıtına, türküsüne, haykırışına, sesine daha fazla kulak vermeli.

Cezayirli yazar Assia Djeber’in 2013 yılında Evrensel Basım Yayından çıkan romanı “Mezarı Olmayan Kadın”, Cezayirli bir kadın mücahidin öyküsünü taşıyor bizlere. Tanınmadan, sessiz sedasız örülen bir direniş ağının öncüsü. Zaman zaman kara çarşaf ardında bir çift ürkek göz. Bazense elinde erzak sepeti yaşlı bir kadın. Süleyha. Dağa, direnişçilere erzak taşıyor. Ve nihayetinde antik kent Caesarea dağlarında direnişe adanmış bir ömür oluveriyor.

Yazar, Süleyha’nın oturduğu evin duvar komşusu. Bağımsızlıktan 20 yıl sonra kente geri dönüyor. Fakat artık o bir yabancı. Bir yabancı, o kente türküsünü söylemiş bir kadının sesine nasıl kulak olabilir? Tekrar onun anısını nasıl canlandırabilirdi? Bir başka deyişle, “ötekinin” sesi olmak, onu anlamaya çalışmak onun varlığını hapsetmez mi?

MODERNİZMDEN POSTKOLONYAL TEORİYE ÖTEKİNİN TEMSİLİYETİ

Modernizmin tarihsel telosunun altının boşluğunun bilincine varıldığından beri, ötekinin temsil edilebilirliği en çok irdelenen durum olmuştur. Batı aydınlanmacılığının çizdiği tarihsel ilerleme çizgisi içerisinde moderne yabancı olan her toplum, insan keşfedilmeye değerdi. Bu yabancılık, yani farklılık, modernin evcilleştirmek zorunda olduğu bir bilinmeyendi. Bu noktada “öteki”ye atfedilen, keşfedilmesi, ehlileştirilmesi, tahakküm altına alınması gereken bir farklılıktı.1 Bu nedenledir ki modernizmin tarihi aynı zamanda sömürgeciliğin ve nihayetinde emperyalizmin tarihi olmuştur.

Modernizmin ötekine biçtiği rol, bir o kadar kendine sağlam bir zemin yaratıyor. Çünkü “öteki” modernin dışında bir şey değil; modernin içinde ama modernleşemeyen bir geri kalmışlık. İşte bu “öteki” tanımı bir o kadar da “ben” kavramını evrensel bir bütün içinde tanımlayan durumdur. Bu da modernizmin sinsiliği.

Post-modernizmle beraber ise evcil-öteki anlayışı sorgulanmış ve artık asimile edilemeyen bir ötekinin varlığı söz konusu edilmeye başlanmıştır. Elbette bu noktada amacım post-modernizme güzelleme yapmak değil. Modernizmin ben/öteki tanımı ne kadar sinsi ise, post-modernizmin, moderni referans alarak bulunduğu karşı çıkışta o kadar tekinsizdir. İlter’in makalesinde ( 2006) belirttiği gibi “Post-modernin o bize kılavuzluk ettiği söylenen, seferiler tarafından zaptürat altına alınmaya çalışılan yabanlığı tam da bizim kendimizi yabandan en uzak, seferde olmadığımız, en evimizde, modernin içinde güvende hissettiğimiz yerde apansız karşımıza çıkan, tanıdık olanı tuhaf ve yabancı kılan, modernin kendi tekinsizliğidir” diyor Freud. Bu noktada post-modern olanın sorunsalı belki bir metaforla daha rahat ifade edilebilir. Başlangıç çizgisinden varış çizgisine doğru yürüyen bir adamı düşünelim. Her beş adımda bir önüne bir engel çıkıyor ve adam engele tosluyor. Başka bir deyişle adam her beş dakikada bir adam yürüme ritüelinden kopuyor. Her kopuşta çevresiyle de ilişkiye girdiğini, kısa farkındalıklar yaşadığını varsayalım. Ne yazık ki bu varsayımda adamın yaşadığı kesintiler, ritüelin sekteye uğraması ve çevresiyle girdiği ilişki süreksizlikten başka bir şey değildir. Ritüeli, ben bütünlüğünü anlık bozan absürdlükler, kesintiler ötekiyi ne kadar temsil edilebilir yapar ki? Yalnızca modernin ahkam kesmesine bir karşı çıkış belki.
 Antropolog2 Spivak’a göre yabancının doğuyu, ötekiyi algılama çabaları bir kurgudan öteye geçemeyebilir. Ötekinin gerçekliğinden ayrıksanan her kare, ötekiyi daha da anlaşılamaz kılar. Ve bu bir anlamda “öteki”ye uygulanan varlıksal şiddettir.

Mezarı Olmayan Kadına dönecek olursak… Süleyha’yı, onun halen antik kentin taşlarında gizli, ama herkesin duyamadığı türküsünü, yazar duyabilecek miydi? 20 yıl gibi uzun bir süre sonra ilk kez kente dönmek ve Süleyha’yla uzun bir söyleşiye girmek. Post kolonyal teoriyle ele alırsak, yazarın memleketinden 20 yıl uzakta bir yaşam sürmesi ve “unutması” Süleyha’yı kurgulaştırmasına neden olmuş olabilir mi? Belki cevabını okurlara bırakmak gerek. Fakat bu süreçte yazarın Süleyha’yı eksiksiz anlatamamak kaygısını o kadar yaşaması ki, yer yer Süleyha’yı bize monolog şeklinde veriyor olması göz ardı edilemez. Kendini anlatıyor bize Süleyha. Direnişi, işkenceyi, dağdaki tek kadın mücahid olmayı. Mezarının olmamasını… Bütün “varlıksal şiddet” riskini göze alarak, Assia Djeber ise Süleyha’nın türküsünün sadece onu bilenlerin değil ama herkesin duyabilmesi için “öteki”yi ancak bu kadar iyi anlatabilirdi demek yanlış olmaz.

* ekinsudevrimdanis@gmail.com

1 İlter, T. (2006) “Modernizm, Postmodernizm, Postkolonyalizm: Ben- Öteki İlişkileri ve Etnosantrizm”, Küresel İletişim Dergisi, sayı 1.
2 Spivak, G. C. (1988), “Can the Subaltern Speak?”

ÖNCEKİ HABER

Köşk\'te Erdoğan\'ın ev sahipliğinde ilk resepsiyon

SONRAKİ HABER

Köln’de kiracılar direnişte

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...