24 Ağustos 2014 12:08

Toprak altından üstüne!

Devletin, Kürt kimliği inkarına dayalı inatlaşması bir heykelle yine patlak verdi. O heykel, Lice’de PKK’lilerin bulunduğu mezarlığın girişine dikilen Mahsum Korkmaz heykeliydi. Korkmaz, kod adı ile Egid, PKK hareketinin öncü kadrolarından. Elindeki silahıyla verdiği poz, bölgede bir efsane olmuş durumda.

Toprak altından üstüne!
Paylaş

Müge TUZCUOĞLU

Devletin, Kürt kimliği inkarına dayalı inatlaşması bir heykelle yine patlak verdi. O heykel, Lice’de PKK’lilerin bulunduğu mezarlığın girişine dikilen Mahsum Korkmaz heykeliydi. Korkmaz, kod adı ile Egid, PKK hareketinin öncü kadrolarından. Elindeki silahıyla verdiği poz, bölgede bir efsane olmuş durumda.

Ancak bu heykelin dikilişi de yıkılışı da, sadece 30 yıllık savaş psikolojisi ve güç dengeleri ile açıklanamaz. 30 yıl boyunca süren restleşmeler ve psikolojik savaş taktiklerinden çok daha farklı okunmalı. Egid’in heykelini dikme fikrinin hangi tartışmalardan doğduğunu bilmemekle birlikte; bu fikre nereden gelindiğine iyi bakılmalı.

Çünkü Kürtler, Kürt hareketi; heykele, isime, gösterişe meraklı bir hareket değil. Yine de müzakerelerin de sürdüğü bir süreçte, 280 gerillanın mezarının önüne, gerilla komutanı heykeli dikmek; ilk kez olan bir şey. Güneyde, ender de olsa buna benzer örnekler olduğu söylenmekte. Ancak Türkiye topraklarında, ilk kez böyle bir şey oluyor. Mehmed Uzun, Musa Anter, Orhan Doğan gibi siyaset ve sanatta öne çıkan Kürtlerin fotoğraf, büst veya park ve kültür merkezi isimlendirmelerinde karşımıza çıktığını gördük. Roboskî katliamı gibi katliamlar, Uğur Kaymaz ve diğer öldürülen çocuklar için yapılan kimi anıtlar da mevcut. Mahsum Korkmaz ise bir gerilla olarak, Diyarbakır’da, bir heykel ile “anılmak”, “ölümsüzleştirilmek”, “somutlaştırılmak” istendi.

Bu, bir adım olarak değerlendirilmeli. Heykeller, anıtlar, mekanların anlamı veya büyüklüğünden ziyade, atfedileceği kişiler veya olayların halk nezdinde ne kadar sahiplenildiği ve değer verildiği daha dikkate değer. Yine de Kürt hareketinin, bir gerilla komutanını, bir heykel olarak karşısında görme isteği de dikkat çekici. Çünkü gerilla, şehirde; mezarlıklarda duruyor. Yani toprağın altında! Tıpkı 30 yıl önce gizlenen dil, saklanan kimlik, üstü kapatılan kültürler gibi… Toprağın altında! Görünmez! Ancak Kürtler artık toprağın üstünü istiyor. Gizlice “Kürt” dememek, saklanarak siyaset yapmamak, lafı evirip çevirmeden “Kürt’üz” demek! Bu artık oluyor! Bir cumhurbaşkanı adayı bile çıkarıldı! Ancak Kürtler sadece bu değil.

Gerilla da Kürt! Ve artık o da görülmeli! Dağda göremiyoruz. Toprağın altında da değil! Üstünde!

Nasıl ki yasak tartışmalardan, gizli toplantılardan, yasaklanmış gizlenmiş fikirlerden ortaya çıkmışsa bu halk, gün yüzü görmüşse fikirler, gün ışığına çıkmışsa hayaller; işte bu sefer de yasaklanan, hor görülenler, görülmek istenmeyenler görülsün, toprağın üzerinde durabilsin.

Sonuçta, Mahsum Korkmaz vardı! Bir insan olarak! Türkiyeli bir insan olarak!

30 yıl sonra, bir gerilla heykeline ihtiyaç duymanın, görünürlük ve “biz buyuz” el uzatması olarak okunması gerektiğini düşünüyorum.

BARIŞTA KENDİNİ ANLATIRSIN

Bir de düşünmek lazım, savaş zamanında heykel dikilir mi? Heykeller, kahramanlaşan insanların heykelleri, ancak barışta dikilir! Savaş zamanı savaşırsın. Güçlerinle birlikte, kahramanlık gösterirsin. Barışta ise kendini gösterir, kendini anlatırsın. Hafızanı diri tutmaya çalışırsın. Yaşananları belgelersin. Kalemi kağıdı alır, yazmaya başlarsın. Hikayeleri toplarsın. Ve geçmişi yad edersin. Heykellere ihtiyaç duyarsın. Geçmişini savunmak ve geleceğe taşımak için.

Bu heykeli böyle de anlamak lazım. Kürt hareketi, ne derse densin, ‘90’lı yıllardaki gibi bir savaşın olmayacağını öngörüyor. Müzakere sürecinin en başından beri, barışın nasıl inşa edileceği tartışılıyor. Hareket ile demokrasi güçlerinin ve devletin öngördüğü kimi yöntemler var. Bu yollar bir yandan tartışılıyor (ne kadar yavaş ve yetersiz olsa da) bir yandan da ellerimizle inşa ediliyor.

İnşa edilen bu heykelin, bir barış adımı olarak okunması lazım. İlk refleksimiz, ‘Eli silahlı olan bir insanın heykelinin dikilmesi barış sürecinde gerekli miydi?​’, olamaz! Olmamalı! Çünkü heykeller zaten barış döneminde yapılır ve bir şeyler anlatmaya çalışır.

‘Böyle bir şeye böyle bir süreçte gerek var mıydı?​’ kısmını tartışacak olan Kürtlerdir. Herkes önce kendi şehrindeki heykellerle yüzleşmeli, ondan sonra Kürtlerin şehirlerindeki heykellere bakmalı!

Heykelin yıkılması mı?

İlk Kürt milletvekillerini, ilk Kürtçe şarkıları, ilk Kürt isyanlarını, ilk Kürtçe kitapları hatırlayın! Hepsi benzer tepkiyle karşılaşmıştı!

Heykeli yıkarken de bir Kürt genci, bir Türk askeri yine toprağın altına uğurlandı. En istenmeyen ve lanet okunması gereken nokta da bu olmalı!

Ama bugün barışıyoruz… Toprağın altına gönderdiklerimizi, gün yüzüne gün ışığına çıkartıyoruz. Konuşulmayanları konuşacağımız, görmek istemediklerimizle yüzleşeceğimiz, tanımadıklarımızla tanışacağımız, ötelediklerimizle yan yana duracağımız günleri yaşıyoruz, yaşayacağız.

Buna hepimizin ihtiyacı var. Heykelleri dikmek çok büyük bir mesele değil. O heykel olmasa da Kürtler için Mahsum Korkmaz unutulmaz. Ancak heykelleri yıkmak büyük bir mesele.
Bu süreç, yıktıklarımızla değil de inşa ettiklerimizle tartıştığımız, konuştuğumuz, ilgilendiğimiz bir süreç olmalı. Kürtler, 280 evladını toprağın altına bıraktığı bir mekanın yanı başında toprağın üstüne bir şey dikti. Lice’nin onlarca köyünden insanın elleriyle…

Bu güzel bir adımdı. Barış zamanında yapılır çünkü heykeller…

ÖNCEKİ HABER

Lice’den notlar

SONRAKİ HABER

İntifada

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa