İsrail saldırılarının temeli ırkçılıktır
Joel BEININ
Stanfordpress
30 Haziran’da İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun liderliğinde oluşturulan koalisyon hükümetinin kilit üyesi, aşırı sağcı ha-Bayit ha-Yehudi (Yahudi Ev) partisinin İsrail Parlamentosu’ndaki grup başkanı Ayelet Shaked, Facebook sayfasında artık hayatta olmayan Uri Elitzur tarafından kaleme alınmış ancak daha önce yayınlanmamış bir makaleyi paylaştı. Makalede Netanyahu’nun eski baş danışmanı ve aynı zamanda yerleşimci (pro-settler) bir gazeteci olan Elitzur şöyle diyor:
“Hiç bir terörist, arkasında duran onlarca kadın ve erkek olmazsa teröristlik yapamaz… Bunların hepsi düşman askeridir ve kanları hepsinin başında olacaktır. Tabi buna şehitleri cehenneme çiçeklerle ve öpücüklerle uğurlayan anneleri de dahil. Bu anneler de oğullarını takip etmelidir. Bundan daha adaletli bir şey söz konusu olamaz. Hem kendileri hem de bu yılanları yetiştirdikleri evler ortadan kalkmalıdır. Yoksa buralarda başka küçük yılanlar yetişecektir.”
Shaked bu Facebook paylaşımı kaçırılan 3 İsrailli yerleşimci gencin –Naftali Fraenkel, Gilad Shaar ve Eyal Yifrach— cesetlerinin bulunduğu gün yaptı. Paylaşım o günden bu yana 5,200 kişi tarafından “beğenildi”..
HALKI HİSTERİK BİR RUH HALİNE SOKTU
Bundan önceki iki hafta boyunca Netanyahu ve yerel basın, ortada hiç bir kanıt olmamasına rağmen gençlerin kaçırılmasından Hamas’ı sorumlu tutmuş ve gençlerin kaçırılmalarının ardından bir iki dakika içinde öldürülmüş olduklarını bildikleri halde gençlerin hayatta olduklarına dair umutları besleyerek halkı histerik bir ruh haline sokmuştu. Gençlerin ölümü, Arap karşıtı İsrail ırkçılığının çok daha şiddetli bir biçimde ortaya konabilmesi için zemin yaratmıştı.
Bar Ilan Üniversitesinde Arap Edebiyatı dersi veren Mordechai Kedar’ın gaddarlığı ise Shaked ve Elitzur’un soykırım önerilerinden daha yaratıcıydı. “Bu çocukları kaçırıp öldüren teröristleri caydırabilecek tek şey, annelerinin ve kız kardeşlerinin ırzına geçileceğini bilmeleridir.” Kedar’ın bu iğrenç önerisinin temeli, kendisinin üniversitede çalışan ve Arap kültürünü “iyi bilen” bir “uzman” olmasına dayanmaktaydı. “Kulağa çok kötü geliyor ama Ortadoğu bu işte” diyen Kedar, hızlıca şu açıklamayı da ekliyordu: “Ben, burada biz neyi yapmalıyız ya da neyi yapmamalıyız konusundan bahsetmiyorum. Sadece gerçekleri söylüyorum.”
IRKÇILIK TOPLUMSAL KÜLTÜRÜN TEMEL PARÇASI
Irkçılık artık İsrail toplumsal kültürünün meşru ve hatta temel bir parçası haline geldi. Dolayısıyla yukardaki iddialar artık kulağa normal geliyor. Arap yaşamının bu şekilde değersizleştirilmesi kendisini “aydın” ve “demokratik” olarak gören bir toplumun ordusunu tekrar tekrar Gazze Şeridi’nde yaşayan ve büyük ölçüde savunmasız bir halkı katletmeye göndermesini mümkün kılıyor. (Gazze’de yaşayan 1.8 milyon insanın çoğu 1948 Arap-İsrail savaşı sırasında mülteci olarak buraya yerleşmek zorunda kalan Filistinlilerin torunları ve 1994 yılından bu yana şu ya da bu şekilde hapsedilmiş şekilde yaşamaktalar.)
Diğer taraftan uzlaşmacı iyi niyet gösterileri ise aşağılanıyor. Shaked’in Facebook paylaşımından sadece iki gün sonra Ortodox Yahudiler Doğu Kudüs’ün Shu’afat Mahallesi’nde yaşayan 16 yaşındaki Muhammad Abu Khdeir’i kaçırarak Kudüs Ormanı’nda canlı canlı yaktılar. Amir Peretz (Hatnua), yas tutan aileyi ziyaret eden tek hükümet temsilcisiydi. Ziyaret sonrası Facebook sayfasına hem kendisini hem de ailesini hedef alan onlarca ölüm tehdidi mesajı bırakılmıştı. Bu sırada Abu Khdeir’in yakıldığı yere dikilen anıt saldırganlar tarafından iki kez yıkıldı.
Tipik olarak uluslararası toplum İsrail’in ırkçı şiddetinin tezahürlerini bunlar ancak Gazze’ye, Batı Şeria’ya ya da Lübnan’a askeri saldırılar halinde ortaya çıkınca görebiliyor. Fakat aslında İsrail’de gittikçe zehri artan Arap ve Müslüman karşıtı toplumsal kültür, ulusal kamuoyu zeminini askeri operasyonların başlamasından çok önce hazırlamış oluyor ve ordunun uygulayacağı her türlü “aşırılığın” eleştiriden muaf olmasını sağlıyor. Dahası bu anti-demokratik ve ırkçı duygular; İsrail’de toplam nüfusun yüzde 20’sini oluşturan, İsrail vatandaşlığına sahip Filistinlilerin, artarak hedef haline gelmelerine neden oluyor.
SADAKAT YEMİNLİ VATANDAŞLIK
Yisrael Beytenu (İsrail Bizim Yuvamızdır) Partisine üye İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman “Sadakat Yoksa, Vatandaşlık da Yok” sloganıyla siyasi arenada ün yapmıştı. Buna göre İsrail vatandaşı Filistinlilerin vatandaşlıklarını ellerinde tutmasının koşulu, sadakat yemini etmeleriydi. Ayrıca Lieberman, 2004 yılından bu yana İsrail’in Üçgen (Triangle) bölgesinde yaşayan İsrail vatandaşı Filistinlilerin, gelecekte kurulacak bir Filistin devletine transfer edilmesini ve Batı Şeria’da bulunan Yahudi yerleşimlerinin çoğunun da İsrail’e dahil edilmesini öngören bir planın savunmasını yapıyor. 2011yılının kasım ayında Haaretz gazetesi henüz tamamlanmamış, yürürlüğe girmenin farklı aşamalarında on farklı “sadakat-vatandaşlık” kanun tasarısının listesini yayınladı. Bu kanunların ortak amacı, “çeşitli vatandaşların devlete sadakatlerine göre haklarını tayin etmek.”
Lieberman ve diğer bazı Parlamenterler hukuki yollardan İsrail vatandaşı Filistinlilerin vatandaşlıklarını kanunlarla zayıflatmaya çalışırken, bu vatandaşların sivil hakları aslında çoktan ciddi tehlike altında. 2010 yılında Galilee’nin Safed kentinde yaşayan 18 haham, kentin “Araplarca ele geçirilme” tehlikesi ile karşı karşıya kaldığını iddia ederek, Araplara ev satan ya da kiralayan tüm Yahudilerin belirlenerek boykot edilmelerini istedi. Ayrı konutlar yapılmasını destekleyen Safed’in Baş Hahamı ShmuelEliyahu, Arap öğrencilerin Safed Akademik Üniversitesinde okumasını da yasaklamaya çalıştı (Üniversitede bir kısmı Safed’de yaşamakta olan 1,300 İsrailli Arap öğrenci kayıtlı). Hahamlıkça yapılan bu açıklamalar dinci Yahudileri kışkırtarak, “Araplara Ölüm” sloganlarıyla olaylar çıkarmalarına sebep olurken; Haaretz gazetesi köşe yazarı Gideon Levy, Safed için İsrail’deki “en ırkçı kent” tanımını yaptı.
İsrail Parlamentosunun Filistinli üyeleri, düzenli olarak Yahudi meslektaşlarının sözlü saldırılarına maruz kalıyor. Örneğin, 2010 yılında Gazze Şeridi’ne doğru yola çıkan ancak İsrail’in deniz komandoları tarafından saldırıya uğrayarak, içinde bulunan birisi ABD vatandaşı olan 9 Türk’ün öldürüldüğü Özgürlük Filosuna katılan Hanen Zoabi (Ulusal Demokratik Birliği Partisi), bu saldırıların hedefindeki isimlerden biri. 3 İsrailli gencin öldürülmesi üzerine çıkan sözlü tartışmalar sırasında Dışişleri Bakanı Lieberman, Zoabi’ye ”terörist” demişti. Likud Partisi üyesi Miri Regev ise Zoabi için, “Gazze’ye sürülmeli ve milletvekili dokunulmazlığı kaldırılmalı” yorumunda bulunmuştu. Diğer milletvekilleri -ki aralarında “liberal” partilerin üyeleri de var- bu saldırılara destek verdi. (29 Temmuz tarihinde Hanen Zoabi’nin İsrail Parlamentosundan uzaklaştırılmasına karar verildi.)
ÇİM BİÇME OPERASYONU
Araplara uygulanan şiddet, özellikle İsrail tarafından kendi topraklarına katılan Kudüs ve çevresinde çok yoğun bir hal aldı. Bu şiddetin kaynağı çoğunlukla Ortodoks Yahudiler. 1994 yılında İsrail’de yasaklanan ve 2001 yılında FBI tarafından terörist örgüt olarak ilan edilen Yahudi Savunma Birliği ve buna benzer örgütler, sürekli Araplara taciz ve saldırılarda bulunuyor. Kaçırılan 3 gencin cenazesinin ardından 200’e yakın İsrailli, Kudüs sokaklarında “Araplara Ölüm” diye bağırarak terör estirdi. Bir gece önce de Betar Kudüs futbol takımının fanatik taraftarları (La Familia olarak biliniyorlar) “Araplara Ölüm” sloganıyla gösteri yapmışlardı. Bu slogan, takımın maçları sırasında da sıkça duyuluyor. Ayrıca takım Likud Partisine bağlılığıyla tanınıyor ve asla Arap oyuncu kiralamıyor. Nefret yürüyüşleri, Arapların dövülmesi ve vurulması, mülklerinin tahribatı uzun süredir Batı Şeria’da normal uygulamaydı ancak son bir aydır artık İsrail’in içinde de düzenli bir hale gelmeye başladı.
Vatandaşlık-sadakat kanunları, Safed’in “en ırkçı kent” haline gelmesi, halkın seçtiği yetkililerin uğradığı saldırılar ve Araplara karşı çetelerce uygulanan şiddet… Bunların hepsi İsrail 8 Temmuz’da Gazze’de “Koruyucu Hat” operasyonuna başlamadan oldu. İbranicede çok daha agresif bir deyişle “Keskin Uçurum” olarak adlandırılan askeri operasyon, 2008 yılından bu yana İsrail’in Gazze’ye düzenlediği 3. saldırı. 29 Temmuz itibariyle Filistinli ölü sayısı 1,200’ü geçti. Ölenlerin büyük çoğunluğu siviller. İsrail tarafında ise 32 asker ve 3 sivil yaşamını yitirdi. İsrailli güvenlik görevlileri alaycı bir dille bu operasyonları “çimleri biçme” olarak adlandırıyorlar, çünkü durum hakkında bilgisi olan tüm gözlemcilerin de bildiği gibi Hamas’ın kökü böyle kazınamayacaktır ve askeri kapasitesini tekrardan yenileyebilecektir. Yani İsrail’in uzun vadede Gideon Levy’nin de söylediği gibi “Filistinlileri öldürmek” dışında herhangi bir stratejisi söz konusu değil. Tümgeneral Oren Shachor’un da açıkladığı gibi, “Eğer ailelerini öldürürsek, bu onları korkutacaktır.” Peki İsrail’i ne vazgeçirebilir?
Çeviren: Yasemin Özer
Evrensel'i Takip Et