29 Temmuz 2014 07:08

‘Sokağa her şeyi göze alarak çıkıyoruz’

'Sanat Sokakta' dosyamızın 2. gün konuklarından biri, Light in Babylon. Grup, İbranice sözlere sahip, Ortadoğu ağırlıklı ancak her etniğin etkileşimine açık bir dünya müziği icra ediyor. Diğer konuğumuz ise, Gerilla sokak tiyatrosu; Noviembre

‘Sokağa her şeyi göze alarak çıkıyoruz’
Paylaş

DOSYA: SANAT SOKAKTA

Hazırlayanlar: Mısra BELGE, Melike FUTTU

“Sanat Sokakta” yazı dizimize bugün Light in Babylon grubu ile devam ediyoruz. Sanatı mekan sınırlarından bağımsız gören, Türkiye’nin yanı sıra yurt dışında da pek çok sahnede konser veren grup, sokakta var olmalarının en önemli nedenini  ‘sistem dışında’ kalarak  insanlara ulaşabilmek olduğunu söylüyor. Light in Babylon, kadife sesi ve güçlü yorumuyla Michal Elia Kamal, Mete Çiftçi ve Julien Demarque’den oluşuyor. Dinleyenleri, grubun müziğini “mistik atmosferi insanı bir misk gibi kendisine çekiveriyor” diyerek tanımlıyorlar. Bazı müzikleri neden sevdiğini tanımlamakta güçlük çeker ya insan, hangi kelimeleri seçse de bu tasvirin hakkını verse diye düşünür durur, işte Light in Babylon bu tasavvurun ta kendisi olarak karşımıza çıkıyor.
Grup, İbranice sözlere sahip, Ortadoğu ağırlıklı ancak her etniğin etkileşimine açık bir dünya müziği icra ediyor. Müziklerini umut, sevgi, barış, özgürlük, kültürel çeşitlilik ve belki de en önemlisi bir aradalık üzerine kuran Light in Babylon, İstiklal Caddesi denince akla ilk gelen sokak müzisyenlerinden biri. Müziklerindeki umut, diğer tüm şarkıların sözlerinde olduğu gibi Michal Elia Kamal’ın imzasını taşıyan “Shir Sfaradi”nin (İspanyol Şarkısı) bir bölümünde rahatlıkla görülebiliyor: “Ama, ışık ne zaman / İçimde doğmaya başlarsa / Çiçek açmaya başlarım hep / Her gün, mucizeler gerçekleşiyor / Ve ben de bir tanesine sahip olmak istiyorum.” Bir başka şarkıları “Yerushalaim”deyse (Kudüs) şöyle diyor Light in Babylon bize; “Merhametin ve umudun tohumlarını / Buraya ekeceğiz, inşallah / Toprak bize ait değil / Biz ona aidiz.”
Dinleyiciler gruba sokakta rastladıklarında bunu sosyal medyada duyurmayı alışkanlık haline getirmiş. Müziklerine başladıkları anda oldukça ilgili bir kalabalık çevreliyor grubu. Tüm bu sahiplenişi göz önünde bulundurarak, gruba söz vermenin en doğrusu olduğuna inanıyoruz.

Müziğinizi benimseyip sevmiş azımsanamayacak bir dinleyici kitlesi oluşturmuş durumdasınız. Light in Babylon niçin bu kadar sevildi ve sahiplenildi sizce?
2009’dan bu zamana aralıksız müzik yapıyoruz. Türkiye’de ve dünyanın birçok yerinde sokakta, konser alanlarında insanlarla buluşuyoruz. Çok güzel geri dönüşler alıyoruz. Ayrıca bizleri dinleyenlerle İnternet üzerinden bağlantımızı koparmamaya çalışıyoruz ki tekrar bir araya gelebilelim diye. Samimi ve farklı bir bakış açısıyla yolumuza sokaklarda da devam etmeye çabalıyoruz.

DÜNYADAKİ TÜM NOTALARA UĞRAMAK
Müziğinizi yalnızca Ortadoğu müziği olarak tanımlamak pek doğru olmaz. Her türlü kültürün müzikal etkileşimine açık olduğunuzu ifade ediyorsunuz. Müziğinize dünya müziği diyebilir miyiz? Yahut sizi hiç dinlememiş birine müziğinizi nasıl betimleyebilirsiniz?

Biz dünya müziği yapıyoruz. Yöresel bir tarzı benimsemiş bir durumda değiliz. Dünya üzerindeki ulaşabildiğimiz tüm notalara uğramak amacımız. Ayrıca grup üyelerimiz farklı ülkelerden bu durum da bize farklı bakış açıları sunuyor.

Solist Michal Elia Kamal aynı zamanda şarkılarınızın söz yazarı. Müziğinizi dinlerken hissettiğimiz bir hüzün aynı zamanda bir umut var sanki. Bu hüzün ve umut arasındaki yolculuğun, Michal Elia’nın göç hikayesinden beslendiğini söyleyebilir miyiz?
Tabii olarak. Michal, İsrail doğumlu ve İran asıllı. Ailesi İran devrimi sırasında İsrail’e göç etmiş. Grupta o vokal yapıyor ve şarkı sözlerini yazıyor. Mete Çiftçi santur, Julien Demarque; gitar, müzik beste ve kompozisyonlarda birlikte çalışıyor.

‘SİSTEM DIŞINDA’ İNSANLARA ULAŞMAK
Sanatınızı sokaklarda üretiyorsunuz. Albümünüze “Life sometimes doesn’t give you space” ismini vermeniz de sanki niçin sokakları tercih ettiğinize dair ipuçları taşıyor. Sokağı tercih etmenizin altında yatan nedenler neler?

Sokağı tercih etmemizin birçok nedeni var. Ama genel olarak şunu söyleyebiliriz; bu bizim kendi tercihimiz. Hiçbir aracı ve bir statü olmadan “sistem dışında” insanlara ulaşabilmek, halka sokakta rutinlerinin arasında bir renk katmak, insanlar için şarkılar yapmak, kalabalıkları durdurmak...

Sokak sanatçılarına “gürültü kirliliği”nden dolayı cezalar yazıldığını görüyoruz. Kimi zamansa zabıta veya polis tarafından şiddete maruz bırakılabiliyorlar.
Sokağa her şeyi göze alarak çıkıyoruz ve birçok tatsız olaylar oluyor. Polis, Zabıta, Esnaf, diğer müzisyenler gibi etkileyen unsurlar.  Umarız sokakların hepimizin olduğunu öğrenebilir ve paylaşmanın, birlikte olmanın değişimin farkına varabiliriz.


GERİLLA SOKAK TİYATROSU: NOVİEMBRE (KASIM)

Sanat sokakta şiarıyla yola çıkanlar yalnızca müzisyenler değil elbette. Sokak sanatı müzikten resme hem Türkiye’de hem dünyanın çoğu ülkesinde kendini var eden oldukça geniş bir çerçeveye sahip. Bu derin külliyat içerisinden sokak tiyatrosunu çekip çıkardığımızda ise sokak müzisyenlerinin yanı sıra; sokak tiyatrocuları, pandomim ve performans sanatçılarıyla karşılaşıyoruz.
Tam da bu noktada, kökeni 1960’lı yıllara dayanan “Gerilla Sokak Tiyatrosu” akımının, tiyatro pratiklerini nasıl etkilediğini anlamak için, akımın çeşitli örneklerine bakmak faydalı olacaktır. İlk olarak Amerika’da Vietnam Savaşı’na karşı protestolar kapsamında ortaya çıkan akım, ilerleyen yıllarda muhalif kimliğini koruyarak kendisini başka coğrafyalarda da göstermeye başladı. Özellikle doksanlı yıllarda İspanya’da ve Latin Amerika ülkelerine yayılan bu akımın sokakta nasıl işlediğini Achero Manas’ın yönetmen koltuğuna oturduğu 2003 yapımı “Noviembre” (Kasım) filmiyle anlayabilmek mümkün. 23. İstanbul Film Festivali’nde de gösterilen ve yarı biyografik olarak çekilen film Alfredo Baez adlı bir gencin Murcia’dan Madrid’e konservatuvar sınavını kazanmak için gelişi ile başlıyor. Doksanların aşırı bireyci tutumunu da eleştiren filmde, Alfredo ve konservatuvardaki arkadaş grubunun, tiyatro yapmayı “dünyayı değiştirmek” olarak tanımlamaları hikayenin merkezinde yer alıyor.

‘SANAT, İÇİNDE GELECEĞİ BARINDIRAN BİR SİLAHTIR...’
Konservatuvarı bırakmaya karar vermelerinin ardından “Noviembre” adlı bir grup kurarak manifestolarında tiyatroyu sokaklarda yapacaklarını, kimseden para almayacaklarının altını çizen grup, İspanya sokaklarını alternatif bir sahneye dönüştürerek yola koyulurlar. Polisin dekorlarına el koyması ve müdahale etmesine karşın halk “Noviembre”yi gün geçtikçe daha çok benimsemeye başlar. Ancak polisin ve devletin baskıları grubun dağılmasına yol açar ve onları sokaktan uzaklaştırır. Hikayenin bu noktasına kadar gerçeklik çerçevesinde ilerleyen film, son sahnelere doğru kurmaca olarak devam ediyor. Belgeselin gerçeklik duygusu ve sinemanın kurgusallığıyla harmanlanan son sahne her ne kadar gerçek olmasa da izleyici inandırıyor. İspanya Kraliyet Tiyatrosunu işgal eden grup, sahnelenen oyunu Alfredo’nun salıncaktan sallanarak sahneye inmesiyle bir anda keser ve Alfredo gerçekleştirdiği performansıyla anlatmaya başlar: “Sanat, topluma şuur getirir. Sanat, evrensel olabilir. Sınırsız, her türlü dinden ve ırktan bağımsız. Sanat bir silah olabilir, gerçek bir silah. Ama bir dekor asla.” 

Yarın: Graffiti sanatçısı
Mehmet ‘Pepe’ Bağcı

ÖNCEKİ HABER

Çatlayan nar gibi gülmek…

SONRAKİ HABER

Ücret artışının yolu daha yüksek performans mı?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...