13 Temmuz 2014 09:18

‘Piyasa despotizmi’ ve taşeronluk

David Harvey bir kitabında dünyanın en zengin kapitalistlerinden Warren Buffett’ın şu sözünü alıntılamıştır: “Sınıf savaşı var, tamam ama savaşı veren benim sınıfım, zenginler sınıfı. Ve de kazanıyoruz.”

‘Piyasa despotizmi’ ve taşeronluk
Paylaş

Kansu YILDIRIM

David Harvey bir kitabında dünyanın en zengin kapitalistlerinden Warren Buffett’ın şu sözünü alıntılamıştır: “Sınıf savaşı var, tamam ama savaşı veren benim sınıfım, zenginler sınıfı. Ve de kazanıyoruz.” Buffett’ın sözü, bir kapitalistin sınıfsal konumunun farkında ve yanında olarak toplumsal ilişkilere nasıl baktığını göstermesi açısından önemlidir. Karl Marx’ın Kapital’in ilk cildinde kapitalistin sermayenin kişilikleşmiş biçimi olduğundan bahsettiğinde vurgulamak istediği noktalardan birisi de budur: kapitalistlerin ömür sürelerini belirleyen sermaye birikiminin hayati önem taşıdığıdır. Sermaye birikim süreçlerinde ve stratejilerinde aksama veya tıkanıklık olduğu dönemlerde “keşiflere” gidilir. Bundan dolayıdır ki, Ar-Ge, inovasyon, SWOT analizi adı altında teknikler ve teknolojiler bulunmaya çalışılır. Erken dönem kapitalizmde varolan ancak neo-liberalizm ile birlikte hukuksal olarak ve başka tür kurumsal ilişkilerle yeniden form kazanan alt-işverenlik, yani taşeron uygulaması, önemli bir “keşiftir”.

I
Kapitalist üretim tarzının egemen olduğu toplumsal formasyonlarda emek-sermaye ilişkisi, prensip olarak sözleşme ilişkisi vasıtasıyla düzenlenir. İşçi emek-gücünü kapitaliste belli bir ücret karşılığında belirli sürelerle sınırlı olarak satar. Taraflar sahip oldukları biçimsel özgürlük ve eşitlik haklarını da kullanarak emek sürecine ilişkin şartları sözleşme ile belirlerler. İşçi ve kapitalist, belirli sorumluluklar yüklenir ve bu sorumlukları yerine getirmeyi akdederler. Burjuva hukuku evrensel ve biçimsel özellikleriyle taraflara belirli düzeyde haklar sağlar. Bu hakların kullanımı ve yorumu, belirli sınırlar içerisinde tarafların göreli güç dengesini yansıtır. Kapitalist sınıf piyasa rasyonalitesinin dayattığı zorunluluklar dolayımıyla sözleşme ilişkilerini kendi lehine esnetmeye çabalar. Burjuva hukuku içerisindeki sözleşme ilişkisinde göreli güç dengesini sermaye lehine dönüştürecek uygulamalardan bir tanesi, keşfedilen, taşeronluktur. Taşeronluk, burjuva hukuk biçimciliğinin ve evrenselliğinin içerisinde kapitaliste emek-gücü maliyetlerini düşürme ve sorumluluk devrini sağlamaktadır.

II
Taşeronlaşmayı diğer esnek istihdam biçimlerinden farklı kılan, “bir ve aynı üretim süreci içerisinde sürecin bütününü yöneten daha üstün bir ‘iradeye’ bağımlı” olmasıdır. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 2. maddesi taşeronluk ilişkisini tanımlarken iki işverenden bahseder: asıl ve alt! Söz konusu Kanun çerçevesinde taşeronluk sistemi, neo-liberal döneme kadar hâkim olan kapitalist üretim ilişkileri biçimi altında emek-gücü ve sermayedar arasında karşılaşma biçimi olan sözleşme ilişkisini karmaşıklaştırarak kompartımanlaştırmıştır. İşçi-işveren sözleşmesi, doğrudan üretim araçları sahibi ve emek kapasitesini satanlar arasında yapılmaktayken, asıl işveren-alt işveren sözleşmesinde, sözleşmeye biçimsel eşitliğe sahip taraflara ek olarak sözleşmenin niteliğini dönüştüren, üçüncü bir taraf hak süjesi olarak sürece eklemlenmiştir. Üretim araçları sahibi, emek-gücünü artık dolaylı yoldan taşeron firmalar yoluyla üretim sürecine koşmaktadır. İşçiler, üretim sürecinde sermayenin denetimine tabi iken, ücret ilişkisinde taşeron firmayla muhatap olmaktadır. Böylelikle işveren üretim sürecine ilişkin sorumluluklarından sıyrılmaktadır.

III
Genel hatlarıyla kapitalistin işçi sınıfı ve emek süreci üzerindeki gücü mülkiyet ilişkisine dayanmaktadır. Üretim araçlarına malik olan sözleşme ilişkisi dolayımıyla emek-gücünü satın alarak üretim sürecinde kullanır. Emek-gücünü satan işçi açısından bu alışveriş, belirli süre zarfında artı-değer üretim sürecine ve kapitalist denetime tabi olmayı önvarsayar. Kapitalist de bu süre zarfında işçinin sağlığı, iş güvenliği, sigortası, vb. belirli sorumlulukları yüklenir. Bu tip sorumluluklar kapitalist için ücretler ile birlikte işgücü maliyetlerini oluşturur. Rekabet koşullarında kapitalist işgücü maliyetlerini düşürmeye yönelir. Taşeronlaşma işgücü maliyetlerini düşürmenin keşfedilmiş anahtarı olarak kapitalisti belirli sorumluluklardan azat eder. İşgücünün denetimi ve organizasyonunu taşerondadır.
Marx’ın Kapital’in üçüncü cildinde “Sermaye Fazlası ve Nüfuz Fazlası” başlığında bu durumu şöyle özetlemiştir: “İşler yolunda gittiği sürece, rekabet, genel kâr oranının eşitlenmesi halinde gördüğümüz gibi, kapitalist sınıf arasında bir kardeşlik havası estirir … Ama sorun, kârın değil zararın paylaşılması halini alır almaz, herkes kendi payına düşen zararı en aza indirme ve bunu bir başkasının sırtına yükleme çabasına düşer”. Taşeronluk da kâr oranlarının düşmesi nedeniyle riskli bir hal almaya başlayan piyasalardaki işverenlerin varlık koşullarının devamı için kritik rol üstlenir.

IV
Azalan kâr oranlarına karşı-eğilim stratejisi, kapitalist üretim ilişkilerinin zorunluluğu içerisinde işgücü maliyetlerinin azaltılması ve emeğin örgütlülüğüne saldırı olarak tanımlanabilecek bu istihdam biçimi, kamu hizmetlerinin gerçekleşmesinde baskın hale gelmiştir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın (ÇSGB) 2013 yılı verilerine göre Türkiye’de kamuda 661 bin, özel sektörde 572 bin taşeron işçi çalışmaktadır ve 2003 yılında işçi sayısı 450 binken, bugün 1 milyonun üzerine çıkmıştır. Kamudaki taşeron işçi sayısı da özeldeki işçi sayısını geçmiştir ve en fazla taşeron işçi Sağlık Bakanlığı (225 bin) bünyesindedir. Kamunun sermaye mantığına göre taşeronu dayatması ve benimsemesi, buna karşın, kamunun özü gereği “kâr amacı gütmemesi” ciddi bir çelişkidir. “İşsizliği önleme” ve “verimlilik” gibi söylemlerle meşrulaştırılmaya çalışılan taşeronluğu, sermaye mantığına göre motive olan kamu kurumları açısından cazip kılan, zararı dağıtma ve başkasına yükleme özellikleridir. Kamuda ve özelde taşeronluk sistemi, en genel hatlarıyla benzer işlemekte, yaygınlaşmakta ve atipik olmaktan çıkarak hâkim çalışma modeline dönüşmektedir.

V
Taşeron modelin çekirdeği, kapitalizm “sert” koşullarında filizlenebilir. Gamze Yücesan-Özdemir’in belirttiği gibi, taşeron çalışma despotik emek rejimi içinde değerlendirilebilir; çünkü taşeron firmalar arası rekabet, “dibe doğru koşu” biçiminde gerçekleşmekte olup, taşeron bir firma, ana firmanın verdiği işi alabilmek için despotizmi, ücretler, çalışma saatleri ve çalışma koşulları anlamında en sert biçimde uygulamaktadır. Marx’ın  “piyasa despotizmi” olarak tarif ettiği durum, taşeronluk için elverişli atmosferi sağlar. İşçilerin iş güvencesi sosyal haklar ve de iş güvenliği açısından erozyona uğrayarak, işçiler, özel ve kamu sektörlerinde sadece bir artı-değer üretim birimi olarak görülür. Burjuva hukukun kırıntılar şeklinde işçilere tanıdığı hakları karşılamak zorunda olan kapitalist, maliyetlerin düşürülmesi için üretim mekânlarındaki düzenlemelere yönelir.
İş güvenliği ekip, donanım ve personel giderleri kısılarak sadece ücret ve haklar düzeyinde değil, ruh ve beden bütünlüğü açısından da işçileri tehdit eden ortamlar yaratılır. ÇSGB’nin verilerine göre iş kazalarında hayatını kaybeden işçi sayısı 2002 yılında 872 iken, 2011 yılında 1.700’ü bulmuştur. Sadece 2014’ün ilk üç ayında gerçekleşen 276 iş kazasında ise taşeronluğun yaygın olduğu inşaatlarda 80 işçi hayatını kaybetmiştir. Bu rakamlar sadece Türkiye ile de sınırlı değildir;  Uluslararası Çalışma Örgütü’ne göre dünyada her 15 saniyede 160 işçi iş kazası geçirmekte, her 15 saniyede bir işçi, iş kazası veya meslek hastalığı sonucunda yaşamını yitirmektedir. Taşeronluk, sermaye birikimi sürecinde cansız bedenlerin de birikimine neden olmaktadır!

ÖNCEKİ HABER

Birikim mücadelesi: Soma’ya giden taşları örüyor

SONRAKİ HABER

Taşeron yasaklansın, işçi sağlığı kuralları her yerde uygulansın!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa