12 Temmuz 2014 06:00

Son yüz yılın en büyük grevi

10 Temmuz’da Britanya’da son yüzyılın en büyük grevi gerçekleşti. Britanya basını greve katılanların, diğer vatandaşların hayatını zorlaştırdığına vurgu yaptı. Avrupa’nın Gündemi’nde grevi başından beri destekleyen, Owen Jones’un grev gününden önce kaleme aldığı yazısını paylaşıyoruz.

Son yüz yılın en büyük grevi
Paylaş

Bu hafta 10 Temmuz’da Britanya’da son yüzyılın en büyük grevi, milyonların katılımıyla  gerçekleşti. Britanya basını greve katılanların, diğer vatandaşların hayatını zorlaştırdığına vurgu yaparak, grevi gereksiz bir iş bırakma eylemi olarak ele aldı. Avrupa’nın Gündemi’nde grevi başından beri destekleyen, The Guardian gazetesi Köşe Yazarı Owen Jones’un grev gününden önce kaleme aldığı yazısını paylaşıyoruz.
Fransa’da marttaki belediye seçimleri ve mayıstaki AB parlamento seçimlerinde hükümet partisi büyük yenilgi almıştı. Mart seçimlerinden çıkartılacak en önemli derslerden birisi, Hollande’ın verdiği vaatleri yerine getirmediği gibi, Sarkozy’i aratmayan sosyoekonomik politikalarında dolayı, seçmenler tarafından cezalandırılmasıydı.  Oysa cumhurbaşkanı daha fazla sağa kayarak, Manuel Valls’ı başbakan olarak atadı. Valls namına uygun hareket ederek daha da sağcı bir çizgi izledi. Bugün hükümet cephesinden sosyalist partinin “yenilenmesi gerektiğine” dair açıklamalar yapılıyor.
Almanya’da ise NSA skandalı yeni bir boyuta erişti. 2 Alman Haber Alma Teşkilatı (BND) ajanının ABD’ için casusluk yaptığının art arda ortaya çıkmasından sonra Alman hükümeti CIA sorumlusu ABD’li ajanı sınır dışı kararı aldı. Şimdiye kadar ABD-Almanya partnerliğine bağlı olarak CIA’in Almanya’daki faaliyetlerine göz yuman, Almanya’nın bu çıkışı yorumların ana konusu oldu Yapılan yorumlarda Irak savaşına karşı çıkarak bağımsız politika yolunda ilk adımı atan Alman hükümetinin baş ABD casusunu sınır dışı etmesinin ardından daha ileri giderek Snowden’e Almanya’ya iltica hakkı tanıması talep edildi.


GREVCİLER HEPİMİZ İÇİN MÜCADELE EDİYOR

Owen Jones
Guardian


İş bırakmak itiraz edilebilecek bir durum değil ama sendika karşıtı medya, bu durumu rezalet olarak nitelendirecek.
Eğer sendikacılar bu dönem greve gitmeyecekse, sendika liderleri son kez yumruklarını sıksınlar, üyelerin karşısında saygıyla eğilsinler ve sendika hareketi için son törenlerini gerçekleştirsinler. İşçiler ücretlerinde son dönemlerde gerçekleşen en büyük düşüşle karşılaştı. Kamu işçilerinin maaşları reel ücret üzerinden yüzde 20 geriledi. Politikacılar yoksulluğun çalışarak aşılabileceğini aldatıcı bir şekilde iddia etseler de pek çok Britanyalı düşük ücretlere tabi.
Başbakan David Cameron’un Britanyası’nda ve sanayilerde yaratılan yeni işletmelerin çoğu saat başı 7.95 sterlinin altında ödeme yapıyor. Çalışanlara verilen ek yardımlardaki kesintiler, emekli maaşlarına yönelik müdahaleler ve katma değer vergisindeki artışı göz önünde bulundurduğunuzda işçilerin mücadelesinin, itiraz edilebilecek bir durum olmadığını görürsünüz.
Yüz binler 10 Temmuz perşembe günü gerçekleşecek ve koordine edilmiş greve katıldığında basın yayın organları, grevin asıl sebeplerini yansıtmayacak ve bu köşe yazısı da orta görüş medya içerisindeki grevcileri destekleyen sayılı yazılardan birisi olarak yayınlanacak.
Sendikacılar Britanya’nın en büyük demokratik hareketidir ve 6.5 milyon üyeyi temsil etmektedir. Bu sayı parti üyelerinin toplam üye sayısının 9 katı olmasına rağmen İngiliz basını, sendikacılara kamu hayati içinde meşru hakları yokmuş gibi davranıyor. Sendikacılara kısıtlı yayın hakkı verildiğinde de, seçilmiş temsilciler istisnasız “sendika baronları” (aşağılayıcı) olarak gösteriliyor. Şüphesiz ki “baron” olarak nitelendirilmesi gerekenler, seçilmemiş ve halka hesap vermeyen medya patronlarıdır.
Doğruyu söylemek gerekirse, sendikaların güçsüzlüğü yüzünden hepimiz zarar görüyoruz. İşçi ücretlerindeki kısıtlama, 2008’de gerçekleşen finansal krizden sonra değil, 2004’den sonra başladı. Pek çok işçi normal yaşam standartlarını devam ettirebilmek için ucuz kredilere yönelmek zorunda kaldı. Bu yönelim Britanya’nın, dünyanın en borçlu ülkesi olmasına ve borçlarıyla anılmasına neden oldu. Şirketler yüksek kâr kaydederken işçi ücretlerinde düşüş gerçekleşti ve bu zenginliği paylaştırmaya zorlayacak güçlü bir sendika mevcut değildi.
Greve gidenler her türlü kötülüğün sorumlusu olarak gösterilecek ve yok sayılacaklardır. Ama hatırlamalılar ki grevciler sadece kendileri için bu kararı almadılar, milyonlar için bu duruşu sergiliyorlar. Öyle ki, söz konusu milyonlar, kendilerinin yaratmadığı bir krizin faturasını ödüyorlar ve asıl krize sebep olanlar Muhafazakar Partiyi maddi olarak destekleyenlerdir. Kim bilir, bu grev belki de diz boyu sefalette olan işçilerin ayağa kalkması için bir ilham olur.

Çeviren: Çağdaş Canbolat


SOSYALİZMİN MEZAR KAZICILARI

Maud Vergnol
Humanité


Birkaç hafta önce, başbakan Manuel Valls “sol ölebilir” diye öngörülerde bulunuyordu. Bunun gerçekçi olmaması bir yana, kesin olan bir şey varsa, o da verdikleri en basit sözleri bile patronların nazından dolayı terk etmeye böyle devam ederlerse,  Sosyalist Partinin mezarının son topraklarını başbakanın kendisinin atması gerekeceği. Cumhurbaşkanı François Hollande’ın tersine, Manuel Valls aslında amacının bu olduğunu hiç bir zaman gizlemedi. 2012’de “sosyalizmin Fransız biçiminden”, yani partisinin politik çizgisinden, kurtulunması gerektiğini ilan etmişti. Partisi içerisinde elbette azınlığı temsil eden bir yaklaşım, bundan dolayı cumhurbaşkanlığı aday adayı yarışmasında sadece yüzde 5 oy alabilmişti. Fakat, başbakanlık sarayı Matignon’a cumhurbaşkanı tarafından atandığında, bir çok eski yoldaşı bunu, daha önce Schröder ve Blair tarafindan çizilen, gerçek bir sosyal liberal darbe olarak yaşadılar. Bir kaç gün önce Vauvert köyünde partisinin militanları önünde yaptığı konuşmada, Manuel Valls reformları hayata geçirme konusunda artık gaza basacağını ilan etti. Bu konuşma bakanlarını cesaretlendirmiş olsa gerek ki hemen ardından hükümetin maliye bakanı Michel Sapin, “bizim dostumuz finanstır, doğru finanstır” diye konuştu.
Onlarca iş ve sosyal hakkı yok etmenin “demokratik perdesi” olma amacıyla düzenlenen sözde sosyal konferansın CGT, FO ve Solidaires sendikalarının boykot etmesinden sonra fiyaskoyla sonuçlanması, Made in Hollande markalı sosyal diyalog haftasını  kapatmış oldu. Matignon’un kiracısının konuşması, niyetlerini ortaya koyma açısından bundan daha açık olamazdı : “Bir şeylerin, belki de partimiz açısından tarihsel bir dönemin sonuna gelindiğini hissediyoruz”. Ama Sosyalist Partinin genel çoğunluğunu oluşturan militanlar ise partilerinin tasfiye edilmesi fikrini paylaşmıyorlar. Sadece mecliste hayır oyu ya da boykot eden milletvekilleri değil söz konusu olan, parti militanlarının büyük çoğunluğu ekim ayında olağanüstü bir kongre istiyorlar. Zira, bu militanların şu konuda bir fikir birliğine ulaştıkları görünüyor : “Cumhurbaşkanlığı döneminin bu yeni evresi”, sağa karşı ilerici bir alternatif olanağına karşı yapılacak büyük bir tokat olur çünkü kendisi ile birlikte tüm solu olumsuz etkiler.

Çeviren : Deniz Uztopal


ALMANYA’DAN ABD’YE EŞİ BENZERİ OLMAYAN BİR PROTESTO

Tanjev Schultz
Süddeutsche Zeitung

Angela Merkel, Amerikan küstahlığına karşı sert bir tepkiyle cevap verdi. En yetkili CIA ajanının ülkeden sınır dışı edilmesi Alman-Amerikan ilişkilerinde bir ilk. Sinyal; müttefik ülkelerin Almanya’da istedikleri gibi at koşturamayacakları yönünde.
Bu, Almanya-ABD ilişkilerinde bir dönemeç. ABD’nin şef ajanını sınır dışı etmeye çok az Alman  hükümeti cesaret edebilirdi. Bu, Amerika’nın küstahlığına karşı  şimdiye kadar eşi benzeri görülmemiş bir protesto. Angela Merkel aylar boyunca Edward Snowden’in Whistblower’le ortaya koyduklarına rağmen çok sakin kaldı. Kendi cep telefonunun dinlendiğinin ortaya çıkması karşısında bile şaşırtacak ölçüde sakindi. Belki de Amerikalıların kendiliğinden çok ileriye gittiklerinin farkına varacaklarını düşündü. Son olaylar artık Merkel’in de umudunun kesilmesine neden oldu.
Gerhard Schröder’in Irak savaşına hayır deyişi Almanya’nın müttefiklere karşı bağımsız duruşunun ilk örneğiydi. Şimdiki ise yeni bir adım. Bu çoktan yapılması gereken bir şeydi. 11 Eylül 2001’deki İkiz Kuleler olayının sorumluları arasında  Hamburg Hücresini kontrol altında tutmayan Alman hükümetinin de  olduğu iddiası hâlâ ABD’de konuşulan bir konu. Naif Almanların görevlerini yapmayarak teröre suç ortağı olduğu düşünülüyor. ABD haber alma teşkilatlarının da o kadar güçlü olmalarına rağmen birçok sefer başarısız oldukları bilinmekte halbuki...
Almanlar, ABD’nin ajanlık küstahlığını kabullenmeli miydiler? Wolfgang Schaeuble’nin dediği gibi aptallıklarına ağlayarak da geçiştirmeli miydiler?  Yok, güçlü bir sinyal verilmesi gerekliydi. Merkel’in uzun süre ABD’yi neden bu kadar dikkate aldığı sorgulanmalıydı.  Aslında Merkel, şimdiki çıkışıyla yetinmemeli, daha da ileri giderek Snowden’e iltica etme olanağı da sunmalı.
Sadece bir kerelik değil, kalıcı sinyal verecek başka şeyler de düşünülmeli; ajanlarla mücadelede iş başa düşmeli ve  gelecekte batıya doğru daha ciddi bir şekilde bakılmalı. Son olayların deşifre oluşu sadece bir şans. ABD ajanlarının Almanya’daki faaliyetleri üzerine Alman haber alma teşkilatının kalıcı, kararlı bir çalışması hiç olmadı.
Şimdi bazıları okun ucunu tersine çevirip ABD’de de ajanlık faaliyetlerini arttırma önerisi getirebilir ama  bu aptallıktan başka bir şey olmaz.  En iyisi ajanlıkla mücadelede Anayasayı Koruma Kurumunun yeniden yönlendirilmesi. BND’nin  (Alman Haber Alma Teşkilatı)  gelecekte ABD’deki ajanlık  faaliyetlerini arttırması, politikacı ve  CIA ajanlarının izlenmesi pek akıllıca değil. Bu, ABD’nin başlattığı ajanlık girdabına kapılmak anlamına gelir..
Haber alma teşkilatları, doymak bilmezler. Çok para, personel ve teknik donanım sahibidirler. Buna rağmen dünyayı güvenli hale getirip getiremediklerinin sağlamasını yapmak çok zor... Tabii ki uluslararası terör var ve Almanya’nın ABD ile birlikte buna karşı verimli bir çalışma yapması zorunlu ancak müttefiklerin birbirini gözetlemek, karşılıklı casusluk yapmak için yoğun çaba harcaması sadece para ve zaman masrafı...
ABD, Almanya’nın karşılıklı ajanlık yapmama sözleşmesine rağbet göstermedi. Ancak başarının sırrı bir konuda kararlı davranmak, ısrarlı olmakta yatıyor. Almanları sürekli olarak gözetim altında tutmak, ajanlık yapmak, Amerikalıların da çıkarına değil.  Hâlâ bu iki ülkeyi
-ajanlıkların tahrip ettiğinden çok fazla- bağlayan şeyler var.  Dünyada olan bitenler dikkate alındığında güvene dayanan ilişkinin sürdürülmesinin önemi daha da iyi anlaşılır.
Şimdiye kadar Almanlar ülkelerinde kapsamlı ajanlık faaliyetleri partnerleriyle ilgili hayalleri yıkılarak ve öfkeyle gelişmeleri izlediler.  ABD’nin başajanının sınır dışı edilmesiyle ilk kez ABD’ye baskı yapılmış oluyor. Obama ve adamları inşallah bundan sonra Almanya’da istedikleri gibi at koşturamayacaklarını anlarlar...

Çeviren: Semra Çelik

ÖNCEKİ HABER

Polis, polisi vurdu

SONRAKİ HABER

Mısır’ın İsrail tavrı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...