04 Temmuz 2014 06:00

İki sınıf ve yargının ‘ama’ları

Soma’da hayatını kaybeden madenci eşinin açtığı tazminat davasında Soma Maden AŞ’nin savunmasında “Davacı tarafın sadece manevi tazminat olarak talep ettiği tutar, felaketi özlenir hale getirebilecek niteliktedir” dediğini hepimiz okuduk.

İki sınıf ve yargının ‘ama’ları
Paylaş

Dr. Murat ÖZVERİ

Soma’da hayatını kaybeden madenci eşinin açtığı tazminat davasında Soma Maden AŞ’nin savunmasında “Davacı tarafın sadece manevi tazminat olarak talep ettiği tutar, felaketi özlenir hale getirebilecek niteliktedir” dediğini hepimiz okuduk.

Hiç kimsenin insan yaşamına değer biçmesi olanaklı değildir. Babasız veya annesiz büyümek zorunda kalan bir çocuğun duygularını, yaşadığı eksikliği kimse tam olarak tanımlayamaz. Üstelik bazı acılar zamanla azalmaz, daha fazla hissedilir olur. İki-üç yaşında babasını kaybeden Somalı bir işçi çocuğu, babasını kaybetmesinin acısını, okul bahçesinde babası tarafından karşılanan arkadaşını gördüğünde hissetmeye başlayacaktır.

Bir iş kazası sonrası yaşanan acı olaylara karşı verilen insani tepkiler, acıma, acıyı paylaşmaya çalışma, kazaya neden olanlara duyulan öfke, olay yargıya yansıdığı andan itibaren etkisini yitirmeye başlar. Öncelikle sizden yargıya güvenmeniz istenilir.

Hukuk devletinde yargının hukuku uygulayarak adaleti gerçekleştireceğine inanmanız beklenir. Hukuk sisteminin işleyişinde oldukça etkin bir şekilde yer alan “ama”lar olayın sıcaklığı içerisinde gözlerden ırak tutulur, dile getirilmez. Getirilmesi de gerekmez. “Ama”lar olay olmadan çok önce bilim insanları, siyasetçiler, uzmanlar tarafından yeterince dile getirilmiş, herkese hangi “ama”yı nerede ne zaman kullanacağı öğretilmiştir.

“Sendikal özgürlükler elbette uluslararası standartlara göre belirlenmelidir ama ülkemizin özgün koşulları da unutulmamalıdır” denilmiştir.

“Manevi tazminat yaşanan üzüntüyü giderecek boyutta olmalıdır ama manevi tazminat bir zenginleşme aracı da olmamalıdır” denilmiştir.

“İşçiyi korumalıyız. Hatta bu korumadan asla ödün vermemeliyiz ama koruma da istihdama engel olmamalıdır” denilmiştir.

“Batı standartlarında işçi haklarına itirazımız yok ama biz henüz daha Batı’nın geldiği gelişme aşamasını yakalayamadık, milli kuruluşlarımızı korumak zorundayız” denilmiştir.

‘AMA’LARLA ŞEKİLLENDİRİLMİŞ DEĞER YARGILARI

Bunların hiçbirisi laf olsun diye, boş yere söylenmiş şeyler değildir. “Ama”larla genel kamu yararının neresi olduğu belirlenmektedir. Unutulmamalıdır ki mahkemelerde görülen her uyuşmazlıkta birbirleriyle çatışan iki hukuki yarar vardır. Mahkeme bu iki yarardan hangisini koruyacağına yürürlükte olan hukuk kaynaklarını uygulayarak karar vermektedir. Hakimin yasayı uygulaması, yasaya anlam vermesi yasayı somutlaması anlamına gelmektedir. Bu somutlamada yasa, hakimin kararı aracılığıyla yasanın uygulandığı dönemin “ama”larla şekillendirilmiş değer yargılarının izini taşır.

Bu nedenle de taraflar savunmalarını yaparken yasalar kadar döneme hakim olan değerlere gönderme yapıp, istemlerinin genel yararla uyumlu olduğu mesajını verirler.
Somut söylemek gerekirse, bir işveren avukatı, “Müvekkilim firma kurumsal bir işyeridir. Böyle bir işyerinde önlem alınmaması düşünülemez” diye bir savunma yaparken hakime, “Biz sistemin asli sahiplerindeniz” mesajı vermektedir. Genellikle bu firmanın kamuoyu önünde ince ince şekillendirilmiş, “ülkenin sanayi devi”, “vergi şampiyonu”, “binlerce işçiye istihdam yaratan”, “okul, hastane yapan”, “öğrencilere burs veren”, neredeyse sadece kamu yararı için çalışan bir işveren imajı öne sürülmektedir. Hakkını arayan işçi ise bu savunmayla değer bilmez, iyilik bilmez birisi, ne verirsen ver yeterli bulmayan kişi konumuna itilmektedir.

Ya da bir işveren vekili, yasa dışı fazla çalışma yapmayı reddeden ve bu nedenle işten atılan bir işçinin davasında yapmış olduğu savunmada “İşyerimiz fason çalışan bir firmadır. Ana firmadan gelen siparişleri, ana firmanın istediği zamanda teslim etmek zorundadır. Aksi halde ana firmadan iş alamaz, üç yüz işçi bu nedenle mağdur olur. Böyle bir durumda İş Yasası’nı birebir uygulamanın zorluğu açıktır” diyorsa, yargıdan, fiili durumu kabullenmesini ve bu fiili duruma koruma getirmesini istiyor demektir.

DOĞRUDAN SÖYLENMEZ AMA SESSİZCE KABULLENİLİR

Bu ve benzeri istemler, dönemin ruhuna göre yargı tarafından okunur. Açıkça yazılmaz, doğrudan söylenmez ama sessizce kabullenilir. Örneğin yasa dışı çalışmayı kabul etmeyen işçiyi işten çıkaran işverenin bu tutumu “haksız” değil de “geçerli fesih nedeni” olarak kabul edilir. İşçiye tazminat ödenmesi sağlanırken işverenin de karşılığını fazla çalışma olarak ödeyip yasa dışı çalışmayı sürdürmesi, ülkenin ekonomisinin yararları için sürdürülür hale getirilir.

Kısaca işverenler tarafından “işletmeyi koruma dönemindeyiz” sözü yargı kararlarıyla somut hale getirilir. “İşletmeyi korumamız gerekir, bu nedenle iş kazasında işçiye kusur veriyoruz” demezler. Aksine, işçi sağlığı iş güvenliği önlemlerini almanın işverenin asli yükümlüklerinden olduğu, işverenin almadığı önlemler, bu önlemlerle kaza arasındaki bağlantı güzel güzel açıklanır. Sonra sıra “ama” bağlacına gelir. “Ama” denilir, “işçi deneyimli bir işçidir” ya da işçi “aklı başında yetişkin birisi olarak, bu koşullarda çalışmanın yaşamını, sağlığını riske sokacağını bilebilecek durumdadır, bu durumda işi kabul etmemeliydi” ya da şu hareketi yapmamalıydı. Bu nedenle yüzde 20’den başlayıp yüzde 60-70’lere uzanan bir oranda işçiye de kusur verilip, işletmenin tazminat yükü altında yok olmaması sağlanmış olur.

İŞLETMENİN DURUMUNA GÖRE TAZMİNAT

İşletme küçükse, işçinin kusuru genellikle büyür, manevi tazminatın tutarı düşer. İşletme büyükse olayın vahametine göre (Ama mutlaka işçiye de bir kusur verilerek) tazminat miktarı biraz daha yüksek belirlenir.

Tüm bunlar yazılı kurallara dayanmaz. Bunlar bilimsel toplantılarda, basında, işveren örgütlerinin çıkarmış olduğu dergilerde yazılan yazılarla, topluma enjekte edilir.
Tabloda Yargıtay kararlarından derlediğimiz manevi tazminat tutarları vardır. Tablodan da görüleceği gibi özellikle manevi tazminat konusunda genel bir ölçüt belirlemek olanaklı değildir. Tablodan görülen bir diğer olgu her durumda işçiye en az yüzde 20 kusur verilmiş olmasıdır. Kuşkusuz aksi örnekler de vardır. Biz de “ama” kullanarak ifade edecek olursak, son otuz yıldır “İşletmenin de korunması gerekir” anlayışı adım adım yargı kararlarına sinmiştir demek abartı olmayacaktır.

Aslında her iş davasında gerçekte iki sınıf davalı ve davacı konumundadır. Gördük ki hangi sınıf hakim değer yargısını oluşturabilmişse, genel toplamda kazanan sınıf da o olmaktadır.  Soma davalarında da kuvvetle muhtemel aynı kural işleyecektir. Soma davalarında işveren savunmalarında geçen “İstenilen tazminat felakete davetiye çıkartmaktadır” söylemi, işveren sınıfının ortak savunmasıdır. Yargıca, açıkça işletmenin ihmal edilmesi halinde sistemin çökeceği uyarısı yapılmaktadır. Soma’da ölenlerin sisteme kurban verilip verilmeyeceğini ise Soma’da ölenlerle aynı sınıfa ait olanların vereceği hak arama mücadelesi belirleyecektir.

ÖNCEKİ HABER

Bağcılar\'da halk belediye başkanına tepki gösterdi

SONRAKİ HABER

İzmir’de zorunlu TİS imzalandı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...