27 Haziran 2014 06:00

Yeraltından İskoçlar

Seks, şiddet, cinsellik gibi konuların sinemanın dramatik malzemelerinin başında geldiği su götürmez. Hal böyle olunca da yeraltı edebiyatı sinema için biçilmiş kaftan olabiliyor. Kimi değerlendirmelerde transgressif kurgu olarak da tanımlanan bu türün ana kahramanları çoğunlukla topluma uyum sağlayamayan, huzursuz ve antikahraman görünümünde karşımıza çıkıyor. Diğer adıyla transgresyonel kurgu, edebiyat tarihine bakıldığında Marquis de Sadeve, Dosto-yevski gibi yazarların da eserlerinde ortaya çıkıyor.

Yeraltından İskoçlar
Paylaş


Kadir AKBULUT

Seks, şiddet, cinsellik gibi konuların sinemanın dramatik malzemelerinin başında geldiği su götürmez. Hal böyle olunca da yeraltı edebiyatı sinema için biçilmiş kaftan olabiliyor. Kimi değerlendirmelerde transgressif kurgu olarak da tanımlanan bu türün ana kahramanları çoğunlukla topluma uyum sağlayamayan, huzursuz ve antikahraman görünümünde karşımıza çıkıyor. Diğer adıyla transgresyonel kurgu, edebiyat tarihine bakıldığında Marquis de Sadeve, Dosto-yevski gibi yazarların da eserlerinde ortaya çıkıyor.

İskoç Yeraltı Oyun, Hikaye ve Roman yazarı Irvine Welsh de günümüzde bu minvalde ürün çıkaranlar arasında yer alıyor. Welsh’in romanı Trainspotting (1996), Danny Boyle tarafından filme çekilmiş, kült filmler listesinde kendine özel bir yer edinmişti. Film uyuşturucu ve cinsellik ekseninde gençlerin hezeyanını işliyordu. Birçok iyi oyuncuyu Britanya Adası’ndan dünyaya armağan edişi de cabasıydı. Welsh’in hikayelerinden oluşan Paul Mcguian imzalı Asit Evi (1998) ise üç hikayenin farklı bölümlerde ele alındığı bir filmdi. Jon S. Baird’in yönettiği Pislik filmi de Welsh’in tarzının başlı başına hissedildiği bir kurguda ilerliyor.

Bruce Robertson rolündeki James McAvoy, temelde sıkıntılı ve psikolojik sorunların içerisine bulanmış bir dedektiftir. Filmde, Japon çocuğun serseriler tarafından bir köprü altında kıstırılarak öldürülmesi ve Bruce’un bağlı bulunduğu polis departmanında birbirinden ilginç karikatürize karakterle birlikte terfi yarışının içinde bulunmasının aktarıldığı hızlı bir girişle açılır. Bruce’un psikolojik buhranları, cinsel aşırılıkları ve aile özlemi ile hemhal durumu ortaya serilirken, İskoçya’nın tekinsiz ortamları da gün yüzüne çıkar.

HER ŞEY İÇ İÇE

İskoçya’da geçen bu hikayenin İskoç kahramanının kendi milletine dair eleştirel tavrı filmin hemen başında ortaya seriliyor. Bruce çevresindeki herkesi kendi perspektifinden acımasızca yargılayarak ötelemekte de gecikmiyor. Polis teşkilatında ayyuka çıkan disiplinsizlik ve kanunsuzluklar, toplumun her katmanında yaşanan bir durumu anlatmış oluyor. Tüm bunlar yaşanırken, Bruce, her biri terfi almak için kendini adayan sözüm ona diğer polis arkadaşlarıyla her yönden birbirine bağlı bir ilişki halinde. Çocukluğunda kalmış bir olay var, onu her daim etkileyerek dengesini sarsan. Akıl sağlığının bir türlü düzelemiyor olması da bu yüzden.

Filmde zaman zaman gittiği psikiyatrla olan sahneler, Bruce’un psikolojisini anlamak için temel serim donelerini de izleyiciye vermiş oluyor. En yakınında olan kişinin mi yoksa fazla önemsemediği birinin mi gerçek dostu olduğu da müphem bir durum. Zira psikiyatr ona, “Ne arkadaşına ne ailene güveneceksin. Kendine bile güvenme.” derken ve peşi sıra gerçekliğini saptıracak ilaçları sunarken, bir bakıma da onun kötü meleğine dönüşüyor.

Bruce, sahip olamadıklarına tezat oluşturacak biçimde halüsinasyonlarla yolunda ilerliyor. Her şeye rağmen, nüktedan ve sempatik havasını kaybetmemesi çocukluğunda takılıp kalmış bir serseri imajına onu yakıştırmamızı sağlıyor. Belki de bütün bu yaşamından sıyrılıp, mutlu bir aile tablosuna kavuşmanın arzusunu duyuyordur içten içe. Kim bilir, belki de artık yeraltından çıkmanın zamanı gelmiştir.

ÖNCEKİ HABER

Mario Frangoulis Efes Antik Tiyatro’da

SONRAKİ HABER

Güneşe dikkat!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...