22 Haziran 2014 08:08

Uzlaşmanın dayanılmaz revizyonizmi

Brezilya’da görkemli stadyumlarda dünya kupası müsabakaları sürerken, hemen onun yanı başında yasaklanmış, polis barikatlarıyla kesilmiş, kanunlarla sıkıyönetim ilan edilmiş sokaklarda göstericilerin, şenlikli havai fişekler, molotoflar ve bulabildikleri taşlarla kendilerini savundukları başka müsabakalar devam ediyor.

Uzlaşmanın dayanılmaz revizyonizmi
Paylaş

Metin YEĞİN

Brezilya’da görkemli stadyumlarda dünya kupası müsabakaları sürerken, hemen onun yanı başında yasaklanmış, polis barikatlarıyla kesilmiş, kanunlarla sıkıyönetim ilan edilmiş sokaklarda göstericilerin, şenlikli havai fişekler, molotoflar ve bulabildikleri taşlarla kendilerini savundukları başka müsabakalar devam ediyor.  Sokaktaki bu müsabakaların oyun kurucusu ise ‘Sol’cu Brezilya İşçi Partisi (PT)’nin desteklediği bir başkan, eski bir şehir gerillası! Dilma Rousseff. Ehven ve şer arasında geçen hayatımızın bir başka ehven öyküsüne hoş geldiniz; PT ve Dilma Rousseff ...
Önce, bizde pek hesaba katılmayan iktidarın haklı olarak tek ileri sürebileceği gerçekliği vurgulayarak başlayalım. Brezilya bir birleşik devlettir. Yani her eyaletin kendi yasaları ve başkanı vardır. Bu yüzden Brezilya devlet başkanı, her eyalette kendi istediğini yapamayabilir. Hemen ardından 10 yıldan fazladır ne zaman PT’li liderler, parlamenterler ve soldan arkadaşlarla konuşursak ‘ehven’ olma gerekçelerini de yazalım. Lula ilk başkan seçildiğinde hem senatoda hem de parlamentoda sağcılar çoğunluktaydı. Bu yüzden ilk dönemde Lula iktidarını eleştirdiğimizde bütün PT’li arkadaşlar bunu ileri sürüyordu. İkinci dönem Lula başkanlığında parlamentoda ‘sol’, senatoda ise ‘sağ’ çoğunluktaydı. Bu sefer sürekli senatonun engel çıkarttığı ileri sürülüyordu. Yine PT’nin adayı olarak başkan seçilen Dilma döneminde bugün ise hem senatoda hem de parlamentoda ‘sol’ çoğunlukta.
Eh artık her şey tamam demeyin. Çünkü bu daha buzdağının görünen kısmı. Bu çoğunluk ‘sol’, İşçi Partisi ve 13 diğer partinin oluşturduğu bir bloktur ve ne zaman biraz sol bir şey yapılmaya kalksa –tabii böyle bir isteğin samimi olduğunu varsayarsak- bu bloktan ayrılıp, sağ bloğa dahil olunarak herhangi bir şey yapılması engellenebilir. Ayrıca bütün bunların üstüne İşçi Partisinin de 40 ayrı gruptan meydana geldiğini eklersem o zaman siz işin ne kadar ‘ehven’ olduğuna karar verin. Korkarım PT tarihini ve özellikle son dönem Brezilya politikasını yakından izlerseniz, zaten bizde hiçbir zaman tam olarak gerçekleşemeyen ‘ittifak’ programlarından vazgeçersiniz. Çünkü bu ‘uzlaşmanın dayanılmaz revizyonizmi’ sürekli olarak radikal bir değişimden kaçış, reformist bir öneri ile ‘ehven’ bir durum yaratmaya çalışmak, bu durumu korumak ve bloğu çatlatmamak adına daha da sağ davranmak ve sonuç olarak da hiçbir şey değiştirmemek demektir. Brezilya yakın tarihi gösterdi ki bu, her an dağılabilir ittifak karşısında, sadece kısa dönem yakınarak bekleyen finans dünyası genellikle başarılı oldu.    

DÜNYANIN EN BÜYÜK POST-SOSYAL DEMOKRAT PARTİSİ

Bunu anlatan özet bir Lula ve PT tarihi verelim. Lula iktidara geldi. “Ülkemde bu kadar aç insan varken 750 milyon doları silaha vermem” dedi. Umutluyduk. PT (Partido dos Trabalhadores) -Brezilya İşçi Partisi, gerçekten cuntaya karşı işçi mücadelesinin içinden doğan ve hemen hemen bütün sendikalar, öğrenci hareketleri, sosyal hareketlerden oluşmuştu. Özellikle de dünyanın en büyük toplumsal hareketlerinden biri olan MST-Topraksız İşçi Hareketi ve klasik Brezilya sendikal hareketinin dışında yeniden bir işçi sendikası olarak örgütlenen, öncelikle Sao Paulo çevresinde otomotiv sanayii işçileriyle başlayıp bütün ülkede grevleri örgütleyen, sahip çıkan ve bu mücadele ile doğan CUT, partinin temelinde vardı. Ayrıca muhalif aydınların da onayını alan bir siyasal partiydi ve baştan beri yatay taban örgütlenmesi ve otonomisi üzerine vurgu yapan ve onun üzerine yükselen bir partiydi.
Zaten Lula özellikle kaybettiği 1998 seçimlerinden sonraki kampanyasında ‘Sıfır açlık’ ve ‘Her Brezilyalı günde üç öğün yemek yemeli’ sloganıyla hareket etmişti. Aynı zamanda neoliberal politikalara karşı yani özelleştirmeler ve işçinin güvencesiz çalıştırılmasına karşı da işçinin sesiydi. Bu durumdan burjuvazi oldukça endişeliydi. En az yüzde 30 kemik oyunun üstüne krizden ve neoliberalizmden doğrudan etkilenenlerin oyuyla 2002 seçimlerinde yüzde 61 oy alarak hükümet oldu. Burjuvazinin boşuna endişelendiği ortaya çıktı. İlk kurduğu hükümet de ülkenin maliyesini tamamen finans dünyasının adamlarına emanet etti. ABD'deki Fleet Boston Finans grubunun eski üst düzey yöneticilerinden Henrique Meirelles’i yanında genç neoliberallerle maliyenin başına oturttu. İçlerinde bir tane bile PT’den ya da başka sol bir partiden gelen kimse yoktu. Bu Brezilya’da yürütülen bir Kemal Derviş operasyonuydu. İtalyan Komünist Partisinden sonra PT dünyanın en büyük Post-Sosyal Demokrat partisi halini aldı.
Ardından Lula hükümeti ve taşıma finansı ‘enflasyonu kontrol altına almak adına’ önlemlerine yani sendikasızlaştırma ya da üst yöneticileri vasıtasıyla direnişleri kontrol altına alma, vergi reformu adıyla emekçi kesimi daha fazla yük altına koymaya başladı. Ancak sosyal programlarla ağrının acısının azaltılmaya çalışıldığı “Mahcup Neoliberal” model uygulamasıydı bu. Artık Lula’nın burjuvaziye mektup yazmasına falan gerek de yoktu ve burjuvazi Lula’nın iktidarından hiç endişelenmiyordu. Solun bir kısmı bu durumda PT’nin merkezinden uzaklaşmaya başladı. Mücadelenin başında beri hareketin içinde olanlardan bir kısım sol, PSOL (Partido Socialismo e Liberdade)’i oluşturarak yeni bir parti kurdu. Önemli bir kesim de bütün sıkıntılarına rağmen kötünün iyisi olarak PT içinde yer aldı. Çünkü sağın adayı askeri faşist diktatörlüğün önemli bir simasıydı. Ancak sürdürülen “Mahcup Neoliberalizm”in bu mahcubiyeti bile ülke için büyük dünya krizi esnasında yararlı oldu. Esas olarak Chavez ve Latin Amerika toplumsal hareketleri tarafından kurdurulmayan ALCA ve onun yerine Brezilya ve Arjantin liderliğinde ortaya çıkan Mercosur’daki hareket yeteneği, Petrobras aracılığı ile ulus ötesi tekellerle kurduğu işbirliği ile Bolivya’dan, Paraguay’a hatta Türkiye ye kadar uzanan bir alt taşeron emperyalizm aracılık hizmeti, Lula hükümetini yıkılan finans dünyasının parlayan yıldızı haline getirdi.

SOKAKTAN NE HABER?

Benim her zaman öyküsünü anlattığım sokaklar ise bu post-neoliberalizm altında ne halde ona bakalım. Lula Hükümeti eğitimi paralı hale getirme ve sosyal hakları geri almada kriz bahanesiyle daha da hızlı davrandı. Eğitimde özelleştirmenin en büyük uygulayıcılarından biri oldu. Öğretmenlerin ulaşımda yararlandığı indirimi bile geri almaya vardıran uygulamalara karşı PT’nin yerel örgütlenmelerinin bile dâhil olduğu grevler sürüyordu. İşgal fabrikaları mahkeme kararlarına aldırılmadan sabahın saat beşinde polis helikopterleri, atlı polis ordularıyla işçilerden alınıp patronuna teslim edildi. İşçilerin, 5 yıldır, günde sadece 6 saat çalışıp, emsallerinden daha iyi maaş alarak üretimi sürdürdükleri bir işgal fabrikasıydı bu. İşsizlik ise resmi rakamlarda bile en üst düzeylerdeyken fabrikayı işgal ederek yaşamını sürdürmeye çalışan işçilerin yerine kutsal özel mülkiyet adına hareket ediyorlardı.
Bütün bunların dışında Lula Topraksızlar’a, küçük çiftçilere ve dünyaya, yani bize de en büyük kötülüğü yaptı. Önce ‘Zaten kaçak olarak ekiliyor’ gerekçesiyle GDO’lu ürünlere kapılarını açtı. Büyük toprak sahipleri ve endüstriyel tarım için yepyeni bir alan yarattı. Daha önceleri bir tanesi neredeyse Türkiye’nin yarısı kadar büyüklüğünde boş işlenmemiş topraklara sahip olan ‘latifundia’istler Lula’nın bu kararından sonra çok daha mutlular. Ulus ötesi tekellerin GDO’lu ürünlerine, soya, mısır ve şeker kamışı üretimine tahsis edilen bu topraklar neoliberal düzenin bioyakıtını üretiyor. MST-Topraksızlar hareketi artık daha da güç toprakları işgal edebiliyor. Büyük toprak sahipleri, ulus ötesi tekeller ve kadim hükümet yasaları birlikte saldırıyor. Toprağın demokratikleşmesi demek olan toprak işgalleri yerine bütün ülke toprakları Monsanto’nun, Cargill’in arka bahçesi halinde. Kentlerimizi işgal eden otomobil dünyası, yoksulların son lokmalarını da ellerinden alıyor. Sadece bununla kalmıyor. Dünyanın son suları, son toprakları ve bütün bioçeşitliliği Lula’nın sayılarla kaplı post-neoliberalizminin altında kalıyor. Dünyanın en fazla bioçeşitliliğine sahip Amazon nehri ve yağmur ormanları bu talandan fazlasıyla payını alıyor. GDO’lu ürünler ve bioyakıt; Topraksızların topraklarını, yoksulların ekmeğini, bizim ve çocuklarımızın suyunu, atmosferin son şansını elimizden alıyor. Küçük çiftçiler kentlerin şiddeti ve yokluğu içine sürükleniyor ve ne yazık ki PT bir de bütün bunları “sol” adıyla yapıyor.

DÜNYA KUPASI’NIN ÇİMİN ALTINA GÖMDÜKLERİ

Orta sınıfın proleterleştiği, Latin Amerika’nın en düşük asgari ücretlerinden birine sahip olan, ucuz emek, toprak ve Amazonların yağmalanmasına dayalı ekonominin sayısal obezliği hiçbir şeyi yansıtmıyor. Sokaktakiler, işçiler, emekçiler ve öğrenciler neoliberalizmin kurbanı durumunda.
Dünya Kupası ise şu anda yaşadığı ‘Mekan, Kimlik ve Ekoloji’ isyanının zeminini hazırlıyordu. Bu, Brezilya'da isyandan önce katıldığımız toplantılarda, her zaman karşımıza çıkıyordu. Üç farklı alanda yaşayanlar, Dünya Kupası tarafından evlerinden atılacaklardı.  Garip bir bileşimdi. En yoksul toprak işgalcilerinden, yine evleri başlarına yıkılacak orta sınıf hatta üst orta sınıf insanlar vardı. Herkes söze başlarken; "MNLM-Ulusal Barınma Hakkı Hareketi delegesiyim. Cristal Bölgesi yaşayanları orta sınıf sözcüsüyüm" gibi ifadelerle kendilerini tanıtıyordu. Bir yanda Marx’ın proletarya tanımını çağrıştıran yaralarından berelerinden anlaşılan gecekonducular, evsiz hareketleri, onlarla birlikte Dünya Kupası nedeniyle en az 30-40 yıldır yaşadıkları topraklardan kovulacak olan orta sınıf aileler ve hatta kendi bahçe içindeki villalarından atılıp, çok muhtemel kamera hendekli sitelere savrulacak, üst alt sınıf bir araya geliyor ve Dünya Kupası’nın Brezilya'da yapılmasına karşı direniş örgütlüyordu. Garipti. Neredeyse bütün toplumsal sınıf ve katmanlar, futbol terimiyle çimlerin altına gömülecekti. Yine Marx’ın anlattığı İskoçya'daki sürek avlarının, geyiklerin kapı dışarı ettiği, topraksızlaştırılan köylüleri gibi burada da futbol topu insanları "auta" yolluyordu. Futbolcular, her şeye kadir hakemler, her şeyi bilen futbol yorumcuları ve seyirciler için inşa edilmiş, stadyumlar, oteller, alışveriş merkezlerine karşı neredeyse bütünsel bir direnişti. Belki de burjuva devriminden beri bu kadar geniş kapsamlı ve karmaşık bir direniş yoktu denilebilir.
İşte Brezilya sokaklarında devam eden bu müsabakalarda ‘Uzlaşmanın dayanılmaz revizyonizmi’nin gaz bombaları, gerçekliğin isyanı üzerinde sadece soldan esen bir bulut. Guatemala’da bir gecekonduda bana söyledikleri gibi: “Gerçeklik şu, bir sokak var, bir de televizyon.”

ÖNCEKİ HABER

Dünya Kupası’nın en büyük kazananı kim?

SONRAKİ HABER

Tepeyi önce kim tırmanacak?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...