22 Haziran 2014 08:05

Dünya Kupası’nın en büyük kazananı kim?

Dünya Kupası sayesinde 'elle tutulur' kazanımlar elde etme konusunda tüm rakiplerine açık ara fark atana çekmek lazım: Odebrecht Holding.

Dünya Kupası’nın en büyük kazananı kim?
Paylaş

Mithat Fabian SÖZMEN

Brezilya futbolu mu? Elbette hayır. Stadyumlar üzerinden yürütülen jantrifikasyon stratejisi bilet fiyatlarını uçurdu. Ülke futbol kültürünün belkemiğini oluşturan kesim tribünlerden adeta dışlandı. Geride bıraktığımız sezon Brezilya tribünleri o kadar sinek avlar haldeydi ki, futbol delisi ülkenin birinci ligindeki ortalama seyirci sayısı, ABD’nin dahi 7 bin gerisindeydi.
Brezilya hükümeti mi? Lütfen! Sokaklara bir bakın. Geçtiğimiz yazdan bu yana halk sokaklarda ve öfkenin önemli hedeflerinden biri Dünya Kupası.  Halk, hükümetin Dünya Kupası etrafında kendilerine verdiği hiçbir sözü tutmadığı gibi kupayı kendilerine karşı yıkıcı bir silah olarak kullandığının farkına vardı. Öfkeyi toparlayacak ideolojik programda bir örgüt yok dolayısıyla bu durumun Ekim ayındaki seçimlere ne şekilde yansıyacağı şüpheli. Ancak İşçi Partisi’nin yıllardır büyüme rakamlarıyla gizlemeye çalıştığı gerçek karakterinin çok daha görünür olduğu da kesin.
Brezilya halkı mı? Bu, bir yönüyle akla daha yatkın. Zira tüm zararları bir yana Dünya Kupası’nın halkın önemli bir kesiminin siyasi uyanışını sağlamasında kritik rol oynadığını söyleyenlerin sayısı hiç de az değil. Ancak “en büyük kazanan” gibi bir iddiayı ortaya atacaksak elimizde somut bir şeyler olması gerek.
Bu yüzden Dünya Kupası sayesinde “elle tutulur” kazanımlar elde etme konusunda tüm rakiplerine açık ara fark atana çekmek lazım: Odebrecht Holding.
Geçtiğimiz yıl birbirine yakın tarihlerde ülke çapında halk direnişlerine ev sahipliği yapan Türkiye ve Brezilya’nın en önemli ortak noktaları, dışarıdan bakanlar için fazlasıyla karmaşık olmaları. Bu yüzden iki ülke arasındaki gelişmeler aracılığıyla aceleci paralellikler kurmak eninde sonunda sığ bir pozisyona düşmenize neden olacaktır. Ancak her iki ülkede de “Yiyor ama çalışıyor”* deyişinin yaygınlığı bir tesadüf olmasa gerek; tıpkı son yıllarda en çok öne çıkan sektörlerden birinin Odebrecht’in öncülerinden olduğu inşaat sektörü olması gibi.

HER DEVRİN ŞİRKETİ

Norberto Odebrecht tarafından 1944 yılında bir inşaat firması olarak kurulan şirket, 1964-1985 arası askeri diktatörlük döneminde cuntayla geliştirdiği ilişkiler sayesinde palazlandı. Bugün inşaattan petrokimyaya pek çok sektörde faaliyet gösteren holding, 175 bin çalışanıyla Güney Amerika’nın en büyük firmalarından. ABD’den Küba’ya, Angola’dan Peru’ya birçok ülkede iş yapan uluslararası bir sermaye gücü.
Diktatörlüğün sevgilisi Odebrecht’in en önemli özelliklerinden birisi de diktatörlükten demokrasiye geçiş sürecine çok iyi ayak uydurması. Diktatörlüğün Ulaşım Bakanı Eliseu Resende’nin bu dönemde şirket yöneticisi olmasıyla karşılığını bulan bu uyum, “Müteahhitlerin Diktatörlüğü” kitabının yazarı Pedro Campos’un belirttiği üzere İşçi Partisi döneminde de devam etti. Campos’tan alıntıyla “inşaat sektöründe demokrasiye geçiş sürecinin en büyük kazananı” olan Odebrecht, İşçi Partisi döneminde de hükümetin en önemli finansörlerinden biri oldu. Odebrecht, yardımların gerekçesini “demokratik seçim araçlarını güçlendirmek” olarak açıklasa da asıl gerekçeyi, firmanın Dünya Kupası’nın en büyük kazananı olmasını sağlayan ihalelerle açıklamak daha makul.
Başta Rio de Janeiro’nun haşmetli stadyumu Maracana ve ülkenin en büyük şehri Sao Paulo’daki Itaquera olmak üzere 4 stadın inşaat işlerini üstlenen Odebrecht, Bloomberg’ün verilerine göre geçtiğimiz yıl gelirini yüzde 16 oranında, çalışan sayısını 15 binin üzerinde artırarak Latin Amerika’nın en büyük aile şirketi oldu. Miami’de hava alanı, Küba’da liman, Angola’da otoyol, Amazon’da baraj, And Dağları’nda tünel inşa eden bu uluslararası güç, İşçi Partisi ile arasındaki ilişkileri ülkenin uzun erimli kalkınma planlarına desteğin bir parçası olarak açıklıyor.

KUSURSUZ MASKE

Geçtiğimiz Pazartesi evrensel’de, “Protestoların hedefi ve İşçi Partisi” başlıklı bir yazı kaleme almış ve bu yazıda “Brezilya’daki eylemlerin, Batı’nın ülkede solcu bir partinin hükümette olmasına yönelik duyduğu hoşnutsuzluk sebebiyle abartıldığı” şeklinde özetlenebilecek “sol” görüşü eleştirmiştim. Maalesef bu tutuma başta Türkiye olmak üzere her ülkenin siyasi arenasında rastlamak mümkün. Burjuva denklem içerisinde öz itibariyle birbirinden farksız “sağ” ve “sol”lar belirleyip buna göre tutum almak, insanı “yapayanlış” yerlere sürükler. Önemli olan “sol” diye bellenen partinin adı ya da dilindeki değil pratikte neler yaptıklarıdır. Bu açıdan bakıldığında İşçi Partisi tipik bir burjuva parti olarak patronların ülkedeki bir numaralı dostu konumundadır.
Sao Paulo’da Dünya Kupası’nın açılışına ev sahipliği yapan Itaquera’da “Daha hızlı inşaat” adına yaşamını yitiren üç işçi, Maracana’da özelleştirmeyle beraber yürüyen Yerli halkın müzesi ve yaşam alanının tasfiyesi bu burjuva karakterin özetiydi.
Odebrecht, hükümet sayesinde kamu mallarının sahipliğini eline geçirdi, şimdi onların üzerinden para kazanıyor ve Mayıs ayında Sao Paulo’da firmanın binasını basan 1500 kişinin şirket duvarlarına yazdığı gibi “Odebrecht işçilerin kanı ve halkın parası üzerinden milyarlar kazanıyor”.
Itaquera’nın açılışında çekilen ve sizin de sayfada görebileceğiniz bir fotoğraf karesi vardı. Brezilya Devlet Başkanı Dilma Rousseff, Odebrecht kasketli çalışanlarla fotoğraf çektiriyor. Adı İşçi Partisi olan bir patron partisi için daha güzel bir maske olamaz herhalde. Odebrecht de bu maskeden daha güvenli bir liman hayal edemiyor olsa gerek.

*”Çalıyor ama işini de yapıyor” anlamına gelen “Rouba mas faz” ilk olarak Sao Paulo’da 1947-1966 arası belediye başkanlığı ve valilik yapan popülist siyasetçi Adhemar de Barros için kullanılmaya başlandı. Brezilya’da en büyük sorunlardan biri yolsuzluk ve bu söz de halen revaçta. Tıpkı Türkiye’de olduğu gibi.


ODEBRECHT, ANGOLA’DA ‘KÖLE’ ÇALIŞTIRIYOR

Son günlerde Odebrecht’in Angola’da kölece çalıştırdığı Brezilyalı işçiler gündemde. BBC’nin haberine göre 1984’ten bu yana Angola’da faaliyet gösteren ve 20 bin işçisiyle ülkenin en büyük şirketi konumunda bulunan Odebrecht, Brezilya’dan işçileri çalışma değil 30 günden az olan iş izniyle ülkeye getiriyor. İşçiler kölece çalıştırılıyor ve çalışma izinleri de olmadığı için haklarını arayamıyorlar. Zira ağızlarını açsalar, bu yabancı ülkede başlarına neler geleceğini bilemiyorlar. Firmaya karşı açılan davada savcı Odebrecht’i “Çalışma koşullarından şikayet edemeyecek, başka bir iş bulamayacak hatta çalıştığı inşaat alanını dahi terk edemeyecek olan güvencesiz işçileri sömürmekle” suçluyor. Bakalım İşçi Partisi, simbiyotik bir ilişki içerisinde olduğu Odebrecht’i bu defa nasıl kurtaracak.

ÖNCEKİ HABER

Bir darbeden bir darbeye; Tarihin aynasında, gerçek ve yalan

SONRAKİ HABER

Uzlaşmanın dayanılmaz revizyonizmi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...