22 Haziran 2014 07:52

Kasapların Yusuf

“Şu köşede, Kasapların Yusuf’un dükkanına uğradım, ruhsat yok, dükkanı bir mühürleyiver, afiyetimizle oynuyorlar yavvv” dedi. “Kellesini alırım Yusuf’un, Bayram Dayı” dedi İbrahim.

Kasapların Yusuf
Paylaş

Fevzi ÖZLÜER*

Bahar indiğinde, ağılında Urfalı Ali’yle el sıkıştı. Yüz Halep keçisini iki ay sonra teslim edecekti Urfalı. Yaz başında Alamancı Bayram’ın sülalesinden dört düğün vardı. Keşkeklerin etini Yusuf’tan alacaktı. Sözünü tutardı Bayram Dayı ki, az biraz da peşinat çıktı. Urfalı’nın cep harçlığını da böylece verdi Yusuf, kafası rahattı. “Düğüne kadar da on oğlak, on koyun salarım” deyince Urfalı, onmazsa da ölmezdi, dükkan dönerdi... “Mezbaha işini de ben hallederim” dedi ya Çoban Ahmet; dün gece sanki bir de deliksiz uyku ısmarlanmıştı.  Kasapların Yusuf olmaktan gayrı, bir de kan tutardı. Dedesinin mirası paylaşılırken doksan dokuz kez okudu karınca duasını; helaline üzüm bağı düşsün istedi ama olmadı. Dükkanı çekti kuradan. Bir de, vişne bahçesi parsellenince payına düşen dört yüz elli metre kare kurumuş bahçeyi saymazsak, Tarbazlı’dan kalan iki tahta oturak, bir de gümüş pakır düştü payına.  
Veraset ilamı, taksim derken tapuyu da almıştı. Şam’da zaptiyelerin mutfağında çalışan dedesi İshak’ın açtığı kasabın kilidi, iki on yılda pas tutmuştu; ama iki haftaya kalmaz oğlaklar gelecekti ağıldan. Bir liste yaptı kendine, kasap için ne lazımdı: Tezgahın arkasına, duvara “fincancı güzeli”, ipek olmasa da olurdu,  dört oturak; üç keskin bıçak, şimdilik yazar kasanın lüzumu yoktu, vitrini süslemek için iki ayna. Ortanca kardeşi de nasıl olsa dönüp bakmazdı iki tahta tarabaya, ona kalan küpü de yüklendi getirdi, dükkana. İki kız okutmasa hiç de lüzumu yoktu bu tantanaya da ama artık, tabelayı mazotla silerse, yerine asmaya hazırdı.
Geriye bir de evin taşınması işi kalmıştı. Akşama doğru yola çıktı. On yedi saat boyunca aklında döndü durdu, “Ama helal süt emmiş adama benziyordu, ödeseydi sıkıntımız olmayacaktı...” İki bine yakın gümüş takıya karşılık Halil’in verdiği iki senet,  dokuz ayda solmaya yüz tuttu Yusuf’un cebinde. “Aç değil, açıkta değiliz şükret, Yusuf” dedi soluna dönerken. Ama ömrünün semeresiydi o gümüş işler, dokunmaya doyamadığı terinden bin halhal.
Gerçi Halil söylemişti, Tebriz, Tiflis, Bakü’de satacaktı gümüşleri; aylar sürerdi, onun bileceği işti, ama vadesinde niye ödememişti senedi! “Vitrin dahil dükkandaki tüm işleri verdiğinden beri üç beş kuruşun hesabını yapar oldun Yusuf” diye kızdı kendine. Zorda kalmasa ödemez miydi? Paraya pula doymuş bir adama benziyordu, senin gümüşlerine mi kalacaktı. “Olsun, sıkma canını” diye söylendi. Hopa tabelası göründüğünde uykuya daldı.  Güneş yüzüne vurduğundaysa, parıltısını aldı denizin. Yolda belde oyalanmadan eve vardı. Kapıdan girer girmez, bugün son kahvaltımızı yapacağız parka inelim dedi Gülsüm’e.  İki ekmek, dört dilim peynir, yüz gram zeytinin yanına domatesi inceden dildiler cevizin altında.
“Kamyonu ayarladım,  hafta sonu taşınırız, dükkân sahibiyle de konuştum, senetlerimiz ödenmedi biliyorsunuz, kapatıyoruz dükkanı, kirayı göndereceğiz” dedim. Kızım lafı mı olur, dedi Savut Dayı. Suyu, elektriği kapattırdım.  Ev sahibine söylemiştim, sandık odasına indirmiş eşyalarını evin, otuz beş bin lira tutmuş; kirayı düştü üstünü verdi” dedi Gülsüm. Yusuf, sustu.
Yirmi bini de Yusuf’a uzattı Gülsüm, “Al bunu, yeni iş için” dedi. Gülsüm, pılı pırtıyı toplamaya eve döndü çocuklarla... Yusuf son bir kez inceden dolaştı Hopa’yı.. Göz göze geldiklerinde, “Bir daha dokunamam” diye geçiyordu aklından; gözlerini kaçırıp  “Nazende tenini dokumuşlar ya bunun”, dedi Kazım’a. Duvara halıdan o an vazgeçti. Telkari balta daha çok yakışırdı. Koynuna sardı telkâri işi, sekerek eve vardı.
Hafta sonu yola çıktıktan dört gün sonra Allaben’de Yusuf’un dede evine yerleştiler. Dükkanın eksiklerini tamam ettiler, Çoban Ahmet söz verdiği gibi mezbahada oğlakları temizlemişti, cıncık gibi salıdan teslim etti, konuştukları gibi. Vitrinde tek tek çengele taktı etleri Yusuf. Öyle bir boş geldi, öyle bir yavan. Biraz maydanoz biraz nane ile süsledi, yine kesmedi. Duvarından telkâriyi aldı, koyunun kuyruğundan gül yaptı. Bir adım geriye alıp adımını, baktı vitrine, olmadı dedi. Daraldı, Çaycı Ahmet’ten bir oralet istedi. O anda Ahmet de Yusuf’a seslendi: “Urfalı Ali arıyor abey, koş telefona” Yusuf, Han’a koştu, telefonu aldı, “Buyur Ali” dedi. Ali yarı ağlamaklı yarı tedirgin, “Veba vurdu sürüyü Yusuf, veba vurdu, açlıktan ölmezsek acımızdan ölürüz” dedi. Derin bir sessizlik çöktü. “Başımız sağ olsun Ali” diyebildi. Telefonu kapattığında “Bayram Dayı’ya ne diyeceğim?​” derdi düştü. Döndü dolandı, Bayram’ı aradı. “Dayım selamlar olsun, rahatsız ettim, düğüne de az kaldı ama senin siparişleri temin edemeyeceğiz, çok mahcubum” dedi.
Bayram telefonun ucunda, heyecanlandı: “Ohhohh iyi oldu, ben de sana nasıl diyeceğim diyordum, hayırlısı olsun, Büyük Birader Et-Balık’ın ihalesinden bir mandıra bir de kesimhane kapatmış, gönül koydu koyacaktı; Allah yüzümüze baktı…” derken, Yusuf söze girdi, “Bayram Dayı işsiz kaldım farkındasın değil mi?​” dedi.
“Ayarlarız koçum, sana bir iş; kim aç kalmış bu dünyada, kal sağlıcakla” dedi, kapattı telefonu Bayram.
O gün Yusuf iki oğlanın derisini, gümüşü işler gibi ördü sıkıntıdan; sakatatlardan bilezik yaptı astı vitrine, çoban yıldızı göründü görünecekti, hava karardı kararacaktı, Bayram biraderiyle çıktı, geldi. Vitrine baktılar. “İşçilik iyi de, esnaflık zayıf ha” dedi Bayram’ın biraderi, selamını verir vermez. Yusuf sustu. Bayram sözü aldı: “Yusuf’um şimdi düğün arifesindeyiz, çok da lazım değil ama bizim peşinat da yanmadan bir konuşalım” dedi. Yusuf, konuşalım Dayı, dedi. Dükkana geçtiler. Kasanın üstünde üç billur, duvarda oğlağın tuzlanmış derisi arasına tabureleri çektiler. “Bu hafta sonu kesimhaneyi açıyoruz” deyince Yusuf, heyecanlandı.
“Ama, biliyorsun büyük marketlere satıyoruz malları” dedi Bayram. “Ortak olmuş Bayram Dayı işe haa” diye geçirdi içinden Yusuf. Omuzları düştü.
“Evet, hızlı oldu, hayırlı olur inşallah ama kesimhanede bize bir Kasap lazım”, dedi Bayram.
“Beni kan tutar, hayvan kesemem” diyemedi, Yusuf.
“Hem iş istiyordun, bundan iyisi Şam’da kayısı” dedi Bayram’ın biraderi, bastı kahkahayı..
“Sağ olasın abi” dedi Yusuf.
“Neyse, Urfalı’dan başka sana kimse hayvan vermez, dükkanı kapat gel, etten resim yapma devri bitti” dedi Bayram.
Bir Gülsüm’le konuşayım, deyince Yusuf; Bayram ayağa kalktı duvardan telkâri baltayı aldı; “Haydi bu da senin bana hediyen olsun, bu devirde kimse kimseye iş bulmaz, helal et” deyip çıktı kasaptan.
Han’ın yanından kıvrılırken Zabıta İbrahim’i gördü Bayram. “Kasaplar Odası’nın başına geçiyorum, İbrahim, emekliliğin geldiyse seni de oraya işe alırız” dedi. İbrahim’in gözü parladı. “Bir ricam olacak yalnız senden İbrahim’im” dedi, Bayram. “Emrin olur, Bayram Dayı” dedi İbrahim. “Şu köşede, Kasapların Yusuf’un dükkanına uğradım, ruhsat yok,  dükkanı bir mühürleyiver, afiyetimizle oynuyorlar yavvv” dedi. “Kellesini alırım Yusuf’un, Bayram Dayı” dedi İbrahim.
Yusuf, eve vardığında, “İş buldum Gülsüm” dedi. “Dükkanı kapatıyoruz, aylık maaşım yatacak, sigortam, yemeğim, bir de kesim başına ikramiye” dedi. Gülsüm sustu. Gece boyunca Yusuf’u kestiler durdular. Yusuf, kesti durdu.

*Avukat

ÖNCEKİ HABER

‘Gelişmiş ekonomiler’iniz batsın!

SONRAKİ HABER

Uzun, onurlu bir yürüyüş...

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...