15 Haziran 2014 10:35

15-16 Haziran’dan Gezi’ye

Atilla Özsever: Türkiye işçi sınıfı tarihinin en önemli olaylarından biri olan 15-16 Haziran 1970 olaylarının 44. yılında, bu eyleme ilişkin kişisel anekdotlarımın yanı sıra Gezi Direnişi ile ilgili de kısa bir karşılaştırma yapmanın yararlı olacağı düşüncesindeyim.

15-16 Haziran’dan Gezi’ye
Paylaş

Atilla ÖZSEVER

Türkiye işçi sınıfı tarihinin en önemli olaylarından biri olan 15-16 Haziran 1970 olaylarının 44. yılında, bu eyleme ilişkin kişisel anekdotlarımın yanı sıra Gezi Direnişi ile ilgili de kısa bir karşılaştırma yapmanın yararlı olacağı düşüncesindeyim.
15 Haziran 1970 tarihinde Kartal Maltepe’deki 2. Zırhlı Tugay’da teğmen rütbesinde 22 yaşında muvazzaf bir subaydım. Bölük komutanının Doğu Anadolu bölgesine tayini çıkması nedeniyle bölüğü devir teslim alıyordum.
O gün, yani 15 Haziran günü tugayın Ankara asfaltına bakan tarafında işçi ve öğrencilerle emniyet güçleri arasında taşlı sopalı bir çatışma çıkmıştı. Polisler iri yarı bir işçiyi yakalayıp nizamiye kapısına getirdiler.

‘STALİN’İN RUBLELERİ NEREDE?​’
Kapıda sivil polisler ve binbaşı, yarbay rütbesinde subaylar vardı. Polisler işçiyi döverlerken içlerinden bir sivil polis, “Ulan, Stalin’den aldığın rubleleri ne yaptın?​” diye soruyordu. Stalin 1956’da ölmüş, yıl ise 1970’di, öte yandan Rus para birimi olan “ruble”yi işçi nereden bilebilirdi. Nitekim işçinin verdiği cevap oldukça ilginçti; “Ben Müslümanım ve Türküm”…
O gün öğleden sonra Kartal’da bulunan Haymak Demir Döküm Fabrikası’nı işçilerin işgal ettiği ve makinelere zarar verdikleri haberi geldi. Haymak Fabrikası zamanın Başbakanı Süleyman Demirel’in kardeşi Şevket Demirel’in ortağı olduğu bir fabrikaydı.
14 zırhlı personel taşıyıcısı (kariyer) ile fabrikaya doğru giderken işçiler bizi alkışlayıp “Ordu millet el ele” slogan atıyorlardı. Bilindiği gibi  27 Mayıs 1960 askeri müdahalesinden sonra orduya karşı bir sempati söz konusuydu. Sosyal haklar tanıyan yeni bir anayasa yapılmıştı. Ancak bizim birlik fabrikaya gelince, etrafı çevirdik, güvenlik tertibatı aldık, işin rengi değişti. Sivil polisler içeriye girip fabrikanın içini boşalttılar.

YOĞURTÇU PARKI’NDAKİ BARİKAT
Ertesi gün, yani 16 Haziran’da Kadıköy Yoğurtçu Parkı Kurbağalı Dere mevkiinde çatışmaların olduğu söylendi. İşçiler de Maltepe’den Bağdat Caddesi yoluyla Fenerbahçe Stadı’nın olduğu yere kadar gelmişlerdi. Onlar Fenerbahçe Stadı’nın önünde, biz de Kurbağalı Dere Köprüsü’nün üzerindeydik, üç tane kariyeri köprünün önüne koyduk, askerler de kol kola girmiş biçimde işçileri bekliyorlardı.
O sırada Birinci Ordu Kurmay Başkanı Vahit Güneri Paşa’nın binbaşı rütbesindeki emir subayı bana dedi ki; “Teğmenim, işçilerin bariyerleri aşıp aşağıya vapur iskelesine inmesini istemiyoruz, vapur iskelesinden karşıya geçip Levent veya Eminönü’ndeki diğer işçi gruplarıyla buluşacaklar. Bu durumu engelleyelim”. “Tamam, komutanım” dedim.
İşçilerin Kurbağalı Dere köprüsünde kurduğumuz barikata yaklaşması üzerine binbaşı manevra mermisi kullanmanın gerekli olduğunu söyledi. Manevra mermisinin öldürme riski yoktu ama 50 metreye yaralayıcı bir etkisi vardı. Ben herhangi bir çatışma çıkmadan işçileri engellemek ya da işçilerin kol kola giren askerlerin arasından geçip gitmelerini istiyordum.
Vahit Paşa’nın emir subayının ısrarına rağmen bir şekilde durumu oyalamaya çalıştım, bu süreç içerisinde işçiler geldi, bizim askerlerin barikatını aşıp geçip gittiler. Ancak vapur seferleri iptal olduğu için karşıya geçemediler. Akşam da sıkıyönetim ilan edildi, sıkıyönetimin ilanından sonra işçi liderleri ve temsilcileri tutuklanmaya başladı.

GEZİ DİRENİŞİ İLE KARŞILAŞTIRMA
15-16 Haziran’la Gezi direnişini karşılaştıracak olursak; öncelikle 15-16 Haziran’ın doğrudan doğruya bir sınıf hareketi olduğu görülüyor. Gezi direnişi ise, doğrudan bir sınıf hareketi olmaktan ziyade AKP’nin baskıcı ve otoriter rejimine karşı bir isyan hareketi niteliğini taşıyor.
15-16 Haziran olaylarında, DİSK  başı çekmekle birlikte Türk-İş üyesi işçiler de önemli bir katılım sağladı. 168 işyerinden 121’i Türk-İş’e üye işçilerin katıldığı işyerleriydi, o zamanki gençlik örgütü Dev Genç’ten de katılan gençler olmuştu.
15-16 Haziran olaylarında sanayi işçisi ağırlıktaydı. Gezi direnişinde ise beyaz yakalı denilen hizmet sektörü çalışanları ağırlıklıydı, 25-30 yaş civarında genç işçiler eylemlerde aktiftiler, ama güvencesiz, sendikasız bir kesimi oluşturuyordu.
1970 olayları ağırlıklı olarak İstanbul ve Kocaeli’nde gerçekleşti. Gezi direnişi İstanbul’da başlayıp tüm Türkiye çapında, 77 ilde yaygın bir eylem niteliğine ulaştı. 15-16 Haziran’da işyerlerinde üretim durdu ama Gezi direnişiyle ilgili olarak üretim durmadı.

BİRLEŞİK MÜCADELE
15-16 Haziran’da diğer ilginç bir durum, eylem yoluyla sendikal birliğin sağlanmasıydı, Türk-İş yönetim olarak karşı olmasına rağmen bu konfederasyona üye işçiler eylemlere katıldılar, bağımsız sendikaların da katılımı söz konusuydu. Bir şekilde birleşik mücadele yoluyla sınıf gücünü gösterdi.
15-16 Haziran eylemlerinde sendikalı işçi sayısı azdı, ama harekete öncülük eden kitle, hem toplumsal muhalefeti hem de işçi sınıfını belli bir yere doğru kanalize etmekte başarılı oldu.
Gezi’ye bakıldığı zaman burada daha yaygın bir eylemlilik var. Özellikle devrimcilerin öncülük ettiği ama 20-30 yaş arasında, güvencesiz çalışanların, tırnak içerisinde “apolitik” diyebileceğimiz kesimin katıldığı, cumhuriyetçi ve sol kesimin ağırlıklı olduğu bir hareket söz konusu.

SİYASAL ÖNDERLİK
Şimdi burada her iki hareket kapitalist sistemi doğrudan hedef aldı mı diye bir soru soracak olursak; ne 15-16 Haziran ne de Gezi direnişi doğrudan doğruya kapitalizmi hedef alan, mevcut sistemin değiştirilmesini öngören bir hareket niteliğini taşımıyordu.
Sol siyasal hareketler açısından baktığımızda ise; ülke çapında yüzde 3’lük bir oy potansiyeli olan Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) 15-16 Haziran olaylarında yetersiz kaldığı, bir sınıf partisi olarak işçi eylemine önderlik edemediği görülüyor.
Gezi direnişinde de, işçi sınıfının, özellikle sanayi işçisinin (mavi yakalılar)  sendikal düzeyde harekete ağırlığını koyamadığı dikkati çekiyor. Yani hem sendikal, hem de siyasal anlamda Gezi direnişine bir önderlik söz konusu değil.

SOMA’DAN SONRA NE YAPMALI?
Tüm bu gelişmeleri  Soma’daki maden faciasıyla birlikte değerlendirdiğimizde; 13 Mayıs 2014’teki Soma  katliamı köleci çalışma düzenini ve kapitalizmin kar hırsını çok net bir biçimde ortaya koydu. Sadece işçi sağlığı ve iş güvenliği için değil aynı zamanda kapitalist sömürüye karşı da bir mücadele yürütülmesi gerektiği gündeme geldi.
AKP’nin 30 Mayıs 2014 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan Ulusal İstihdam Strateji ile ilgili belgesinde, kıdem tazminatı fonunun kurulmasından güvencesiz istihdamın yaygınlaştırılmasına kadar vahşi kapitalist düzenin tüm unsurlarını ihtiva eden bir emek rejiminin inşa edilmesi amaçlanıyor. O nedenle emek örgütlerinin anti-kapitalist mücadeleyi de içeren bir sendika-siyaset mücadelesini gündemlerine almaları gerekli gözüküyor.
Gezi Direnişi’nin bir eksiği olarak nitelenen işçi sınıfının sürece aktif ve örgütlü müdahil olmaması konusu da, böyle bir mücadele anlayışıyla yeni bir aşamaya sıçrayabilir. Beyaz yakalıları da içeren işyeri örgütlenmeleri (öz örgütlenmeler) daha yaygınlaştırılıp işçi sınıfının üretimden gelen gücünü ortaya koyabilmesinin koşulları yaratılabilir…

Not: Bu yazının daha geniş bir değerlendirmesi, “18. Brumaire’den Taksim Direnişi’ne, Gezi’yi Soldan Kavramak” (Kalkedon Yayınları, İstanbul, Ocak 2014) isimli kitapta yer aldı.    

ÖNCEKİ HABER

HDP heyeti Kandil\'e gitti

SONRAKİ HABER

15-16 Haziran ‘Nasıl bir sendikacılık’ sorusuna yanıttır

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...