15 Haziran 2014 09:28

15-16 Haziran üzerine birkaç satır

15-16 Haziran, söz konusu tarihlerde (1970’de) resmi verilere göre 100 bine yakın işçinin sokağa döküldüğü 'olay'lar olarak bilinir. Okuyacağınız yazıda da ilk olarak bu denli büyük bir işçi kitlesinin sokağa çıkmasına vesile olan gelişmelerin özü ve ardında yatan nedenler üzerinden bir özet okuma çalışması yapılması amaçlanmıştır.

15-16 Haziran üzerine birkaç satır
Paylaş

Ömer Furkan ÖZDEMİR*

15-16 Haziran”, söz konusu tarihlerde (1970’de) resmi verilere göre 100 bine yakın işçinin sokağa döküldüğü “olay”lar olarak bilinir. Okuyacağınız yazıda da ilk olarak bu denli büyük bir işçi kitlesinin sokağa çıkmasına vesile olan gelişmelerin özü ve asıl olarak da bugün de tartışılan “işçilerin harekete geçmesi”nin ardında yatan nedenler üzerinden bir özet okuma çalışması yapılması amaçlanmıştır. Okurun da yüksek ihtimalle bildiği üzere 1970’de TBMM’ye getirilen bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair tasarıda özellikle DİSK’in kuruluşundan itibaren DİSK’e bağlı sendikaların asıl olarak “özel sektör”e yönelik örgütlenme girişimleri ve bu süreçte “en basit ayrıntıdan da anlaşılacağı üzere” tamamen “işçi”nin ve “sınıf”ın çıkarlarından yana olan tutumunun neticesinde dönem itibariyle işçilerin büyük bir ilgiyle DİSK’e yönelmelerini engellemeye yönelik baraj benzeri bir uygulamaya yönelik binlerce işçinin sokaklara dökülerek ortaya koyduğu bir tepkidir 15-16 Haziran...
Oysa yine okurun bildiği gibi bundan çok daha ötesidir de 15-16 Haziran... Şöyle ki günümüz itibariyle, özellikle de “sınıf”ın nerede başlayıp nerede bittiğine dair (yazara göre tamamen bilinçsiz bir tartışma olan) tartışmaların yoğunluk kazandığı (ve aslında “kazandırıldığı”) günlerde -popüler tabirle- “daha bir anlam kazanmaktadır”!
1970 yılında meclis gündemine Adalet Partili ve Cumhuriyet Halk Partili vekillerin ortak önerisi olarak gelen tasarıda Yıldırım Koç’un detaylı analizine göre; “Sendika üyeliğinden ayrılma noter koşuluna bağlıyordu. Sendika kurucularına, ilgili işkolunda en az üç yıldan beri fiilen çalışır olma koşulu getirildi. Sendika ve şube genel kurullarının toplanma süresi azami iki yıldan üç yıla çıkarıldı. Yasada, bir işçi sendikasının Türkiye çapında faaliyet gösterebilmesi için kurulu bulunduğu işkolunda çalışan sigortalı işçilerin en az üçte birini bünyesinde barındırması gerekiyordu. Ayrıca, işçi konfederasyonlarının kurulabilmesi için de Türkiye çapında faaliyet gösteren sendikaların ve işçi federasyonlarının en az üçte birini ve aynı zamanda Türkiye’deki sendikalı işçilerin en az üçte birini temsil etmesi zorunluluğu getiriliyordu. Yasaya göre, sendikalar, temsil ettikleri üyelerin sayılarını her yılın başında Çalışma Bakanlığı’na bildirecekti.” Böyle bir tasarının o gün itibari ile DİSK’i hedef aldığı açıktı. Aziz Çelik’in “vesayet sendikacılığı” olarak tanımladığı yapının sürdürülebilmesine dair dönemin “ana akım siyasetçilerinin” (AP ve CHP gibi aslında sağ ve sol görünmelerine rağmen “işçi meselelerinde birleşen” siyasetçiler) yegane çare olarak başvurduğu bu yöntem “beklenmedik bir şekilde” sadece DİSK üyesi işçilerin değil Türk-İş’e üye olan binlerce işçinin de tepkisi ile karşılaşmıştı.
Pekala bu tepkiyi tarihsel ve detaylı bir şekilde analiz etmenin bir gazete yazısına sığmayacağının bilinciyle ve ama “tumturaklı” bir şekilde yorumlamanın dönemsel ihtiyacı neticesinde, yazar, naçizane olarak “bir kaç satır ile” meramını iletmek istemektedir:
Yukarıda da belirttiğimiz üzere onbinlerce işçi sokaklara çıktığında, “formel anlamda” söz konusu tasarıyı protesto etmekle birlikte, asıl olarak DİSK’i savunma gayreti içerisinde idiler. Peki neydi DİSK’i savunmak için on binlerce işçiyi sokaklara itmeye neden olan şey? En sonda söylenmesi gerek şeyi (ve dahi sır olmayan şeyi) en başta söylersek elbette “sınıfın kendi çıkarlarını savunma refleksi”ydi.
Ancak elbette asıl önemli olan ve yukarıdaki cümlenin de açıklaması olan şuydu ki: günlük yaşamının bir parçası olan ve “daha iyi bir gelecek” anlamına gelen her şeyin savunulması idi bu... Eylemlere katılan binlerce işçi, Kapital’i veyahut kendi artı-değer sömürüsünü formüle eden bir yapıtı okumuş muydu bilinmez; ancak şu bir gerçek ki o binlerce işçi, söz konusu yasanın DİSK’i etkisizleştirme amacını güttüğünün farkındaydı ve DİSK’e bağlı sendikaların -dönem itibariyle- son bir kaç yıldır, direnişlerle, kavgalarla tamamen işçinin hak ve çıkarları için mücadele yürüttüğünün farkında idiler. 15-16 Haziran’ı “15-16 Haziran” yapan da işte bu bilinç ve iradeydi. Tamamen bir sınıf mücadelesi kimliğine bürünmüş bir “icraat” bunun somut karşılığı idi. 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrası Türkiye sendikal hareketi ve işçi mücadelesine yönelik saldırılar ve o günden bugüne geçirilen evreler neticesinde bugünkü “sendikal hareket” e dair bilinçli okurun birikimine güvenen yazar, son olarak, şu cümleleri ekleyerek meramını tamamına erdirmek istemektedir: Bugün itibariyle de sendikaları “sendika” yapacak olan “mücadeleci sınıf sendikacılığı”ndan başka bir şey değildir! İşçi sınıfını bir sınıf olarak harekete geçirecek olan da kendi örgütlerine sahip çıkaracak olan da budur! Bunun meziyetlerini ortaya koyabilen sendikalar, Soma’da karşımıza çıkan pespaye sendikacılığın ne anlama geldiğini ortaya koyabilecek ve aslında “sendikaların sınıfın öz örgütleri” olduğu gerçeğini bugün de “üretimin tüm değişen yapısı” ile birlikte ortaya koyabilecektir! Türkiye’nin ve bütün ülkelerin işçilerinin “mücadeleci sınıf sendikaları”nda birleşmesi için çağrı yapalım ve dahi çalışalım! Çünkü kaybedilecek bir şeyin olmadığı açıktır!
Ve oysa kazanılacak bir dünya vardır!

* Kocaeli Üniversitesi

ÖNCEKİ HABER

Daldan dala hüzün ve endişe arasında Robinson’a acı bir veda

SONRAKİ HABER

Dağlarca’nın ‘horoz’u

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...