07 Haziran 2014 18:33

Şimdi sıra yeni bir hayat mücadelesinde

Şimdi sıra; yeni bir hayat mücadelesini yalnızca Somalı kadınların mücadelesi olmaktan çıkarma sırası... Çünkü zaman artık esrik bir balık olma zamanı değil, kırıverelim aynayı!

Şimdi sıra yeni bir hayat mücadelesinde
Paylaş

Duygu AYBER

Genç veya yaşlı olmak önemli değil, yeni bir hayat kurma fikri bir kadın için, hele sosyal hakları yoksa, hüzünlü bir hikayenin de başlangıcı gibi. Çocuk yaşta evlendirilen, yıllarca eve- eşe bağımlı yaşamak zorunda kalan Somalı kadınların da acısı biraz da olsa durulduğunda aklına, “Bundan sonra ne yapacağım?​” sorusu adeta bir çivi gibi çakılıyor. Bu kez kaybettiği eşinin ailesinin evine mi bağlı kalacak? Yoksa erkekler için dahi madende çalışmak dışında iş istihdamı olmayan bu kentten çocuklarıyla birlikte ayrılacak mı? Bu sorular sorulmaya başlandığı vakit gidenler için yakılan ağıt da yerini, kalanların yeni bir hayat mücadelesine bırakıyor. Nitekim her taziye evinde daha önce madende eşini, babasını veya herhangi bir yakınını kaybeden kadınların varlığı da, bunun tekerrür eden bir durum olduğunu fark etmenizi sağlıyor.
Birbirinden farklıymış gibi süren yaşamlar; kadınlar için ortak bir kimliğe, hatta bir bedene bürünmüş Soma’da... Bekarken pencereden dışarı baktırtmayan babalar, evlenince görevini eşe devretmiş ya hani... Peki ya dul kalınca? Madende eşini kaybeden en yakın arkadaşının gözünün içine bakarak “Dul kalmak ne demek siz bilir misiniz?​” diye soran Aysun, öfkeyle haykırarak yanıtlıyor: “Hele köy çevresindeyseniz, ne yaparsanız yapın kötü kadınsınız demektir.” Toplum tarafından özgürlüğü sınırlandırılmış bir kadın olarak, arkadaşının belki de şuan aklından geçse de dillendiremediği gelecek kaygısını ve eşitsizliği de ifade ediyor kendince.

‘BÖYLE YARDIM OLMAZ OLSUN!’
Soma katliamında en çok kaybın yaşandığı, Balıkesir’in Savaştepe ilçesinin Sarıbeyler Köyü’nde yaşayan Aysun Zencer, eşini kaybettikten sonra ikinci bir evlilik yapmış ama kendi ayakları üstünde durma kararlılığıyla da iş aramış uzun süre, “Kendime yeni bir hayatın kapılarını açacağım” diyerek... “İlkokul mezunuyum. İş sahası vermiyorlar ki, eğer torpilin varsa şehir merkezine gidip bir hastane veya okulda temizlikçi olarak çalışabiliyorsun. Başbakan’a da güvendik, onun için günlerce çalıştık. Ama bizim hakkımız nerede?​” diye soruyor. SGK Başkan Yardımcısı Mustafa Kuruca’nın katliamın hemen ardından, madencilerin eş ve çocuklarına “ölü geliri” olarak bin liraya yakın aylık bağlanacağını duyurmasını da haksızlık olarak nitelendiriyor Aysun: “Üç kuruş para kazanabilmek için, çocuğunu eşini rahat yaşatabilmek için bu hale geldiler. Madende çalışan birine 800- 900 lira maaş vereceklerine, o zaman hak ettiklerini verselerdi. Şimdi kalkıp ‘Yardım yapacağız’ diyorlar. Şimdiye kadar onları bu koşullarda çalıştırırken akılları neredeydi? Olmaz olsun böyle yardım” diyerek sitem ediyor. Tüm bunları söylerken ara ara madenci eşini katliamda kaybeden arkadaşının yüzüne bakıyor, “Hepimiz için, kızlarımız için konuşuyorum” der gibi... Kendi acısını da hatırlayarak ağlıyor bir yandan.  

YARDIMLAR SUYUNU ÇEKERSE...
Yıllardır her evden en az bir erkeğin madende yaşamını yitirdiği Soma’da kadınlar, çocuk bakımından tutun da evin tüm yükünü sırtlamak zorunda kalmış. İŞKUR’ la 7- 8 ay gibi geçici bir süreliğine bir kamu kuruluşunda temizlikçi olarak çalışan az sayıda kadın dışında, halihazırda bir iş sahası yok. Hal böyleyken Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam’ın, yaşamını yitirenlerin aileleri için 301 konut yapmayı planladıklarını ve tapularını da madenci eşlerine teslim edeceklerini açıklaması, yaraya tuz basmaktan öteye gitmiyor. Üstelik bu konutlar için, “Bu evler kendilerinin olacak. İstediklerini yapabilirler” demesi de, aileden herhangi birinin “eline bakmak” zorunda bırakılan kadınlar için gerçeği yansıtmıyor.
Katliamın hemen ardından, basına yansıyan kadarıyla, eğitim bursu vermeyi isteyenler çıktı ortaya. Türkiye Futbol Federasyonu’ndan özel kolejlere, sanatçılardan işadamlarına herkes “üstüne düşen görevi” yapmaya hazır olduğunu söyledi. İşte tüm bu yardım söylemleri ve SGK’nın bağlayacağı ölü maaşı dışında, geride kalan kadınların tek başlarına hayatlarını sürdürebilecekleri kalıcı herhangi bir uygulamadan ise söz edilmiyor. Neredeyse tek geçim kaynağı maden ocaklarında çalışma koşulları iyileştirilmediği sürece her 3 ayda bir benzer bir işçi katliamı yaşanma ihtimali olan Soma’da,  peki ya yardımlar bir gün “suyunu çekerse”?

İÇİMİZE SİNDİRMİYORUZ!
Aysun “Bir kadın dul kaldığında yaşamını çocuklarıyla sürdürmesi ne kadar zor, biz biliriz.” derken, geride kalan diğer tüm kadınların “evinin direğini” kaybetmesine duyduğu acıdan çok daha fazlasını anlatıyor aslında. İki dönüm tarlada ekip biçebilsek dahi karşılığını bulamayan ve güvencesizliğe mahkum bırakılan emeğimiz ve bedenimiz üzerinde cereyan eden erkek egemen sistemle boğuşmak zorunda kalan biz kadınların, bu eşitsizliği içimize sindirmediğimizi ve bununla nasıl başa çıkmayı öğrendiğimizi de vurgular gibi... “Bu saatten sonra üç kuruş ölü parası verilse ne olur, güvencemiz olmadıktan sonra? Ben arkadaşımın arkasındayım, ömür boyu da yardım ederim” derken ki dayanışma duygusu ise; dört bir yanı geçim derdiyle, güvencesizlikle kuşatılan kadınların acı, öfke ve ölüm getiren sisteme karşı isyanının ortaklaştığını da gösteriyor.
İşte bu yüzden sıra; hükümetin bir yandan kadınların aileye bağımlılığını pekiştiren politikalarına, seçeneksiz bırakarak adeta sürüklediği piyasanın kayıt dışı, sigortasız çalışma dünyasına karşı; aileye, piyasaya ve iktidarın insafına bırakmadan güvenceli ve kadrolu işlerde, kendi emekleriyle geçinebilecekleri ve her türlü sosyal güvenceden faydalanabilecekleri işler talep etme sırası. Şimdi sıra; yeni bir hayat mücadelesini yalnızca Somalı kadınların mücadelesi olmaktan çıkarma sırası... Çünkü zaman artık esrik bir balık olma zamanı değil, kırıverelim aynayı!

ÖNCEKİ HABER

Sağlıklı çalışma ve yaşam hakkı

SONRAKİ HABER

Ak ekmeği kara eylediler

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...