07 Haziran 2014 06:00

Stalingrad’dan Normandiya’ya selamlar!

İkinci Dünya Savaşı’nda Normandiya kıyılarında ikinci cephenin açılmasını anmak, Batı kampının bildik propaganda etkinliklerinden biriydi hep. Normandiya çıkarmasının gerçekleştiği gün, “D-Day”, yani kurtuluşun başladığı gündü! Hitler faşizmine darbe Batı’dan vurulmuştu! Propaganda buydu, hâlâ da öyle...

Stalingrad’dan Normandiya’ya selamlar!
Paylaş

İkinci Dünya Savaşı’nda Normandiya kıyılarında ikinci cephenin açılmasını anmak, Batı kampının bildik propaganda etkinliklerinden biriydi hep. Normandiya çıkarmasının gerçekleştiği gün, “D-Day”, yani kurtuluşun başladığı gündü! Hitler faşizmine darbe Batı’dan vurulmuştu! Propaganda buydu, hâlâ da öyle...
Bu nedenle, G-7 Zirvesi’nin ardından “D-Day” kutlamalarının yapıldığı bir günde, “Stalingrad’dan Selamlar” başlıklı bir yorum yazısını çevirmeyi uygun gördük. Alman yazarı, makalesini özetlediği spotunda, adeta propaganda ile tarihsel gerçekleri ayırmak istercesine şöyle demekte:
“Haydi müttefiklerin İkinci Dünya Savaşı’nı Normandiya’da kazandıklarını kabul edelim. Ama Almanya, savaşı aslında Rusya’da Kızıl Ordu’ya karşı kaybetti.”
Economist dergisinde yer alan ve Suriye’deki devlet başkanlığı seçimlerini değerlendiren makale ise, Devlet Başkanı Beşar Esad’ın yeniden seçilmesinin nedenlerine değiniyor. Makalede, muhalif güçlerin parçalanmış olmasının Esad’ın işine yaradığı, fakat Batı’nın ılımlı isyancılara desteğini artırması yoluyla Esad’ın zayıflatılabileceği ileri sürülüyor.


STALİNGRAD’DAN SELAMLAR
Daniel Kretschmar
TAZ  

Haydi müttefiklerin İkinci Dünya Savaşı’nı Normandiya’da kazandıklarını kabul edelim. Ama Almanya, savaşı aslında Rusya’da Kızıl Ordu’ya karşı kaybetti.
Kendi tarihiyle ilgili; iyi, gerçek ve güzelin hakim olduğu, hümanizmin herkesin yararına yeni doruklara yükseldiği bir hikayeyi aramak gayet insanidir. Bir hikaye ki, şimdiki varlığımızı henüz doruk noktası olarak değil de, doğru yolda atılan önemli bir adım olarak anlatsın.
Ancak burnumuzu başka ulusların değişik hikayelerinin kulisine soktuğumuzda bunun pek de öyle olmadığını görürüz: Her yerde öldürülenlerin kokusunu alırız. Hele de hukuki önceli dünyayı yakıp yıkan, Yahudilerin sınai yolla imhasını gerçekleştiren bizimki gibi bir ülkeden güzel bir anlatı beklemek imkansızdır.
Öyleyse müttefiklerin ‘Maas ve Memel, Etsch ve Belt arasında’ taş üstünde taş bırakmamakta haklı olduklarına dair hiç de hoş olmayan bir duygudan nasıl kurtulunabilir? Şöyle örneğin: Doğru ve iyi olan tarafta yer alınır.  Savaş sonrası kurulan iki Alman devletinin hangisinden geliyorsak iyilerimizi ona göre belirledik: Ya 20 Haziran’da Hitler’e suikast düzenleyenlerin yanındaydık ya da fedakarlıkla dolu komünist direnişin...
Doğu Almanya Cumhuriyeti tarih kitaplarında, 1980’li yıllarda bile, zafer kazanan vatanseverliğin iyi, antifaşist ruhuyla, Stalin’in ‘Hitlerler gelir gider ama Alman halkı kalıcıdır’ sözü yazılıydı.
Taktiksel bakımdan iyi düşünülmüş ve barıştırarak dengelemeye dönük bir tavır olarak, yenilmiş ve tazmin etmeye mecbur kılınmış olanları teskin etmesi öngörülen bu sözler, bugünden dönüp geriye bakıldığında, tehdit olarak da anlaşılabilir. Zira şurası kesindir:  Alman halkı varlığını sürdürmekte, ve en geç iki Almanya’nın birleşmesiyle birlikte kendine ortak bir öz yaratmıştır; ne ki, faşizmin kurbanlarıyla bizi ondan kurtaranların karşısında saygıyla eğilmek bu özün hasletleri arasında pek sayılamaz.
Angela Merkel’in bu yılki Normandiya Çıkarması kutlamalarına Wladimir Putin’in de mutlaka davet edilmesini tavsiye ettiği söylentileri bile sevinç yaratıyor. Tarihin cilvesi işte: Mağlupların ardılları, dünya politikasında tek başına bırakılmış olana uzlaşıcı sözler sarf ediyor!
Bu günün böyle olacağı Helmut Kohl ile François Mitterrand’ın el ele şehitleri andıkları günden beri belliydi. Ancak o zaman anılanlar Birinci Dünya Savaşı’nın kurbanlarıydı. 1984’teki D-Day (Kurtuluş Günü) kutlamalarına Alman başbakanının katılmasına izin verilmemişti. Savaşı kimin ve ne için sürdürdüğü ile ilgili anılar çok tazeydi, suçluluk anlatısı oldukça canlıydı...
Bu yıl Angela Merkel, Normandiya kumlarında galip güçlerin temsilcileriyle empati kurarak 6 Haziran 1944’ten bu yana Almanya’nın hangi yolu katettiğini görme olanağına sahip olacak - Sovyetler tarafından uzun süreden beri özlemle beklenen Fransa’daki  Normandiya cephesinin açılması sayesinde faşizmin total yenilgisinin yaklaştığı bir günde.
Böyle bir cephenin açılmasına duyulan özlemin nedeni Almanya’ya başka türlü diz çöktürülemeyeceği  düşüncesi değildi. Söz konusu olan bu savaşın nelere mal olduğu ve tümden sona erdirilmesi zorunluluğuydu. Milyonlarca insan ölmüştü, işgalle sayısız insan kurtarıldı.  Dedelerimiz ise zaten çoktan yenilmişti, Stalingrad’dan beri bu bilinmekteydi.
Stalingrad; Almanya’da sadece General Paulus yönetimindeki 6. Ordu’nun acılı hikayeleriyle var olan bu yerde, yüzbinler korkunç kışta öldüler, devamlı saldıran Kızıl Ordu tarafından ezildiler ve Hitler tarafından yalnız bırakıldılar.  Alman çılgınlığı orada Rus’un, İwan’ın, Slav ‘soysuz ırkın’ın elinde fiyasko şeklinde son buldu.  ‘Soylu ırk’ orayı ve o günleri kolay kolay hatırlamak istemez, Stalingrad’ı hatırlamak zorunda bırakıldığında ise sadece kendini kurban olarak göstererek  hatırlar...
Kendi askerlerini doğa üstü bir olayın kurbanları olarak gösterme çarpıtması ve suçlu olarak kendini görmenin unutulması doğal olarak en iyi bunu yapanın ülkesinde gerçekleşir.  Zamanla güven verici önlemlerin sabır gerektiren etkileriyle eski düşmanların anlattıkları da kabul edilmeye başlanır.  ‘Kötü’ bir kişiye -Hitler’e-  indirgenir,  geri kalanların hepsi devasa bir satranç oyununun zavallı figürlerinden başka birşey değillerdir...
Helmut Kohl bu çarpık savaş hikayesini kamu bilincine yerleştirmeyi epey erken başardı. 1985 yılında Ronald Reagan’la birlikte Bitburg’daki asker mezarlığını ziyaret edip her iki tarafın gazilerinin ellerini SS subaylarının mezarlarının üzerinde birleştirdiğinde, bu cinayet örgütünün üyelerinin itibarını, ‘büyük savaşın kurbanları arasındaki kurbanlar’ olarak iade etti.
Kurbanla katil arasındaki arasındaki fark, suçun kimde olduğu sorusu arka plana itildi. O zamanlar tarihçiler arasında ciddi tartışmalara yol açan bu durum, şimdi  ‘büyütülecek bir şey yok’ diyerek geçiştiriliyor. Belki Rusya’da değil...
D-Day, bugünlerde duygusallıktan uzak şekilde değerlendirilip askeri bir operasyon olarak kabulleniliyor. Lojistik hazırlanışı ve sürdürülüşü hayranlık uyandırıcı, kendi çapında savaşın gidişatında belirleyici, savaşın iki tarafındaki siviller arasında gerçekleşen, iki tarafın da büyük fedakarlık yaptığı bir çatışma. Stalingrad’da ise Alman varlığı kırılmıştı. Orada savaş gerçekten kaybedildi. Bunu biz unutmadık, Ruslar da...
Almanya’da İkinci Dünya Savaşı’na  yakışan bir anma bulmak oldukça zor. Her türlü ‘duyarlılığı’ ve ‘yeni jeopolitik yapılanmaları’ dikkate almak gerektiği düşüncesi etkin. Halbuki savaşı kaybetmekten sevinç duymak zorunlu olsaydı bu iş ne kadar kolay olurdu...
Putin  devlet misafirlerini iki dobermanla veya  bir ayının sırtında karşılasın, ne fark eder? Bu  bizim için sorun olmamalı. İkinci Dünya Savaşı’nı anmanın başka yolu yok.  Bizim kahramanlarımız, katliam yapanlara karşı hayatlarını feda edenler olmalı. Omaha Sahili’nde, Stalingrad’da ve Ausschwitz’de katliam yapanlar ise bizim dedelerimizdi...
(Çev: Semra Çelik)


ESAD NEDEN HÂLÂ İKTİDARDA?
Economist

İsyancıların kendi aralarında kavga etmesi Esad’a şimdilik yardımcı olsa da - bu durum uzadıkça Batı daha ılımlı isyancılara destek sunarak rejimin gücünü tehlikeye atabilir.
‘Günaydın!’ diye haykırdı Suriye televizyonundaki sunucu. ‘Demokrasi sabahı’ diye cevaplandırdı karşıda seçim sandığı başındaki sunucu. Gün 3 Haziran, Beşar Esad’ın seçim sandığına gittiği gün. Üçüncü kez 7 yıllık bir süre için  devlet başkanlığına seçilen Esad, ülkenin yarısında gerçekleşen seçimi yüzde 89 oyla kazanarak rejimine meşruluk kazandıracağını umuyor. Daha da önemlisi seçimler Esad’ın aslında askeri üstünlüğü elinde tuttuğunu ve isyancıların toprak denetimi bakımından kaydettiği gelişmeleri artık geriletmeye başlamış olabileceğini gösteriyor.

OBAMA HÂLÂ KAFASINI KAŞIYOR

En büyük soru işaretleri, muhalefetin ana destekçisi Amerika’nın neler yapacağı etrafında yoğunlaşıyor. Brüksel’de “Crisis Group” (Kriz Grubu) adlı düşünce kuruluşunda çalışan Noah Bonsey, “Stratejik tutum, güvenilir ve ideolojik olmayan muhalif gruplara desteği yükseltmek olur” diye yorumluyor. Fakat Amerika’nın tutumu bu konuda hâlâ kesinleşmiş değil. 28 Mayıs’ta çok rağbet gören dış politika konuşmasını yapmadan önce, Barack Obama’nın yeniden muhalefete destek konusunda kararsız olduğu söylenmişti. Washington’daki analizlerin birine göre, amaç, muhalefeti teröre karşı (IŞİD gibi gruplara karşı) etkili bir güç kılacak kadar destek sunmak, fakat güç dengesini tamamen Esad’ı devirecek kadar değil. Emekli İngiltere Genel Kurmay Başkanı, “Ya ordu oluşturulmalı ya da hiçbir şey yapılmamalı” diye şikayette bulunuyor.
Eğer muhalefet zayıf bir askeri destek almaya devam ederse, yani yeterli silahlar olmazsa, muharebe hattı daha da derinleşecek ve ülke bölünecek. Farklı bölgeler IŞİD, El Nusra Cephesi ve PYD olarak bilinen Demokratik Birlik Partisi dahil olmak üzere birbirine zıt grupların kontrölü altında. PYD’nin Esad ile iş birliği yaptığı ve kuzeyde birçok yerde denetimi eline almış görünüyor. El Nusra’nın büyümesinin bir nedeni ise askerlerine ayda 100-200 dolar aylık ödeme yaptığı içindir.
Kanlı bir karışıklık devam ederken hâlâ kazanan bir taraf da yok. Şam’da yaşayan Suriyeliler rejime nefretle bakıyor ve muhalefeti de tercih etmiyorlar. Muhalifleri parçalanmış ve savaş alanında zafer sergileyemeyen veya yenilen kesim olarak görüyorlar. Daha önemlisi, Suriyeliler her ne pahasına olursa olsun savaşın durmasını istiyorlar.
 Şam civarında yer alan muhalif grup lideri Ebu Hamza insanların neden El Nusra’da yer aldıklarını “Günün sonunda insanların karnını doyurması gerek” diye açıklıyor. Seçimlerdeki sahteliğin ve geçersizliğin aksine sayın Esad’ın hâlâ egemen olmasının gerçek nedeni burada yatıyor.
(Çeviren: Çağdaş Canbolat)


 

ÖNCEKİ HABER

Taşeron sistemi yasaklansın

SONRAKİ HABER

Acıya yaslananlar bu sergiye gitmesin

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...