03 Haziran 2014 06:00

101 kere Nâzım

Bugün, Nâzım da şiirimizde bu kötü örneklerin de rüzgarıyla kovulan, uzak tutulan seslerden. Çünkü zamanın ruhu başka sesleri öne çıkarıyor. Nâzım’ı sadece politik bir figür gibi göstermeye çalışıyor özellikle belli kesim. Tüm bu kovgun tavra karşın Nâzım’ın şiiri bu tavra yenilmeyecek dirilik ve yeniliktedir.

101 kere Nâzım
Paylaş

Cenk GÜNDOĞDU

İkinci Yeni’den sonra yazılan şiir, bugüne göre belli aralıklarla homojenlik taşımıştır. Her on yıl; yaşanan siyasi, sosyal hareketlerle ilişkili olarak kendi estetiğini kendiliğinden kurmuştur. Sonraki on yıl(lar) yaşanana etki ya da tepki biçiminde şekillenmiştir. Bu ‘homojenlik’in 1980 şiirine kadar sürdüğünü söyleyebiliriz. ‘80’e kadar devam eden şiirdeki homojenliği, siyasal duyarlılıktan, hareketlilikten ayrı tutamayız. Altyapının üstyapıyı belirlediği koşullarda sokak, sanatı/şiiri şekillendirdi ki Berk’ten, Uyar’a, Özel’den Yavuz’a, Karakoç’tan Süreya’ya... farklı şiir evlerinden gelen pek çok şairi bir duyarlık etrafında birleştirdi.

Bugün, sokağa inanç 1980’de atılan devlet dinamitiyle etkisini yitirdi dediğimiz günlerde yani 2000’lerde Gezi direnişi ile ezberimizi bozdu. Bir film gibi kanlı görüntüler, bombalar, ağıtlar, iç ve dış savaş(lar) izleniyor ve hiçbir şey olmamış gibi hayat zap’lanarak yaşanıyorken birden bir şey oldu ve ‘80’de temeli atılan 2000’de katları ve demir korkulukları bahçe duvarı, tel örgü, duvar üstüne cam kırıkları Erdoğan tarafından ortaya konulan o büyük korkuyu en genç kardeşler, arkadaşlar birden bire yıktı. Cumhuriyet tarihinin en kitlesel ve coşkulu eylemi  kendiliğinden, lidersiz, doğal, içerik ve biçimde yenilik hali ve önceki yılgın kuşaklara verdiği umut ile bir şeylerin değil her şeyin değişebileceğini ortaya koyarak siyasi ve sosyal hayatımızda bir ilki gerçekleştirdi. Bu sese inanmak, bu sesi duymak bu sesin taleplerini göz ardı etmemek, bu sesi tehdit olarak almamak ve bu sesi tehdit alarak kısmamak, bu sesin sandığa sığdırılamayacak kadar büyük ve etkili olduğunu kavramak, bu sesin bir yenilik, değişim, saygı ve demokrasi isteği olduğunu fark etmek gerekir. Gerekir. Gerekir. Bireyselliğin, bencilliğin en üst sınırda yaşandığı bu dijitalleşme çağında bir araya gelerek varlığını yokluğunu hiç tanımadığı ve ideolojisinin bire bir örtüşmediği herhangi biriyle dayanışan, direnen gençliğe yol vermek gerekir, gaz ve su ve ölüm sunmak yerine.

Direnişle ortaya konulan bu yeni ironik sesi; şiirden bir ses olduğunu şiir kasetlerini cezaevinde çıkarken kitlelere dinleten ve siyaseti şiirle parlatanların en iyi bilmesi gerek. Bu şiirden büyük sesin gücünü özellikle kutsal kitaplardaki musikinin farkında olan inananların idrak edeceğini düşünmek istiyorum. Şiirden bu sesin eğilmeyen, kırılmayan, bükülmeyen, iktidar imzacısı olmayan, yerli, direnen ve kazanan olduğunu gün yeniden yine güne ve hepimize gösterecektir. İktidar ikbali için çocuklarına kıyan ülkede şu türkünün son dizesi pek bilinir: hangi günü gördün akşam olmamış... Peki hangi zalim gördün zulmü bitmemiş demek de bu türküden sonra bunca gaz yiyen, ilaçlı suyla ıslananların hakkı olsa gerek.  

GERÇEK, GEZİ’YLE YENİ GERÇEĞİNİ YARATTI
Bugün gerçek, tıpkı sokak gibi gerçekliğini kaybetti dediğimiz yerde Gezi’yle beraber yeni gerçekliği yarattı. Gezi’den sonra hayat kadar sanat da eskisi gibi gitmeyecek.
Şiirimiz kötü örnekleri ve tekrarı bakımından dünyanın değişeceğine olan inancı diri tutan, sokak’a bakan kötü çalışmaları kovdu. Bugün, Nâzım da şiirimizde bu kötü örneklerin de rüzgarıyla kovulan, uzak tutulan seslerden. Çünkü zamanın ruhu başka sesleri öne çıkarıyor. Nâzım’ı sadece politik bir figür gibi göstermeye çalışıyor özellikle belli kesim. İslami cephe, komünist bir temsille, kara çalan, yanlı eleştirel metinlerle tanımlıyor; sol, politik yönelimini öne çıkararak okumayı seçiyor, popüler unsurlar ise kadınları üzerinden pazarlama derdinde. İslami kesimden Nâzım’ın hakkını teslim eden çok az yazıya, eleştiriye, değerlendirmeye rastlarsınız. Tüm bu kovgun tavra karşın Nâzım’ın şiiri bu tavra yenilmeyecek dirilik ve yeniliktedir.   
Divan şiirini bilen ve o yapıyı modern şiirde kullanan, halk şiirinden yararlanan, modern eğilimlerle şiirimizi buluşturan, epik şiirin en kıymetli örneklerini veren, şiirin öncelikle ses olduğunu güçlü çalışmalarıyla ortaya koyan, değişen dünya şiirini de yakalamamıza olanak veren bir poetikası vardır Nâzım’ın. Hepsinden önemlisi dünyaya kafa tutmayı seçmiştir o, bugünkü parlak(!) büyük isimler gibi dünyayı paylaşma arzusunda olmamıştır. İnanç, tavizsiz kişilik, boyun eğmeyen hayat ve kararlılık bakımından tam tersi istikamette olsa da onunla, Sezai Karakoç arasında ilke bağlamında yakınlık kuruyorum.

NÂZIM ANADOLU’DUR, HASRETTİR
Nâzım, yerliliktir, Anadolu’dur, hasrettir, Hiroşima’da ölen bir çocuktur, güçlü bir sestir. Şiiri anlamdan öte bir büyük sestir ve o sesle yürür. Ve elbette Nâzım, şiirimiz için önemli bir imkandır; şiire getirdiği yenilikler, ele aldığı meseleler, ele alma biçimleri ile. Politik bir angaje ile yaklaşılmadığında sadece siyasi propaganda malzemesi sayılacak ve geride duran şiirleri de vardır. Pek çok velut şair gibi onun da zamanın gerisinde duran, arkada kalan şiirleri de mevcut. Ama bu Nâzım’ın, büyük şiirini eksiltmiyor, önemini azaltmıyor. Nâzım’a beni yaklaştıran, o yoğun siyasi güncellik taşıyan şiirleri olmadığı gibi bir başkasını da uzak tutmamalı.  
Nâzım; dünyayı emeğe/alın terine çağıran, inandığı davadan vazgeçmeyen ve politik mücadelesi uğruna şiirini de yenilemeyi başarmış cesur bir büyük hayat demek. Nâzım’ın sesinin ve meselesinin altında pek çok şair kaldı. Tekrar şairi eritiyor bunu burada da gördük. Onlar unutuldu ya da unutulacakları aralarında taşıyor. Ama Nâzım şiir ve dile getirdikleriyle edebiyatımızdaki enginliğini korumayı sürdürecek.
Nâzım’ı, bugünden, özellikle siyasi bir kompartımandan, dilin ve şiirin geldiği yerden, imkanlarıyla bakıp koşullarından bağımsız angaje olarak yargılamak ahlaki ve vicdani değil.      
Kendinden sonraki kuşaklarda ve büyük şairlerde doğrudan ya da dolaylı olarak ‘Nâzım etkisi’ var iken ilk ürünlerini 1980 ve sonrasında verenlerde böylesi bir yakınlık neredeyse hiç yoktur. Özellikle 2000’lerde şiir yazan arkadaşlarımda İkinci Yeni fetişizmi ile olsa gerek Nâzım’a dair hiçbir yakınlık göremiyorum. Hatta bazı ürünlere bakınca yer yer Nâzım’ı okumadıklarını da düşünüyorum. Bu etkisizliğin, yaşanan hayat ve onun öne çıkardığı şiir anlayışı ile alakalı olduğunu seziyorum.  
Nâzım’ın siyasi tavrı ve eylem adamı oluşu, toplumsal meselelere duyarlılığı, farklı disiplinlerde ürün vermesi ve karizmatik bir kimliğe sahip olmasının önünde taşıdığı en önemli sıfat şairliğidir. Çünkü o büyük bir şair olmasa idi onu özel ve ayrı kılan hatta efsaneleştiren tüm bu değerler daha geride duracaktı.
Bir şair için ön kötü şey; dilinden, kültüründen, memleketinden uzakta yaşamak zorunda bırakılmasıdır. Bu durum göz ardı edilmeden yaklaşıldığında; Nâzım’ın yurdundan ve dilinden ayrı iken kendi dilinde büyük şiir yazmasının önemi ortaya çıkar. Özellikle günümüzde Türkçe duyup, düşünüp, rüya görüp sadece snopluk için yabancı dilde ürün veren isimlerin gündemden düşmediğini görünce üzülmemek elde değil.
Ez cümle; kapitalizme karşı direnişi, emeği savunması, siyasal ve politik meseleleri şiire düşürmeden yedirmesi, sosyalist değerlere inancı, Anadolu’yu içeriden en içeriden yalın bir dille aktarması, içerikte ve biçimde daima yeniyi araması, Türk şiirinin tüm birikimini farklı biçimlerde ele alması, daima bir derdinin olması, çalışkanlığı, vazgeçmeden inatla kendini yenileyerek ana dilinde yazması, dünya şiirinin devinimine ıskalamadan çalışmalarında özgün bir biçimde yer vermesi, ‘putları yıkıyoruz’ demesi/yıkması, karanlığın dibindeyken dahi her daim umut etmesi ve Memleketimden İnsan Manzaraları, Benerci Kendini Niçin Öldürdü?, Şeyh Bedrettin Destanı, İvan İvanoviç Var mıydı, Yok muydu?, Yolcu gibi büyük çalışmalara imza atması onu heyecanla okumama her daim sebep olmuştur.

ÖNCEKİ HABER

Rojava’nın Ozanı Xero Abbas bugün İstanbul\'da

SONRAKİ HABER

Suriye, savaşın gölgesinde seçime gidiyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa