31 Mayıs 2014 06:00

Öldüren gelenek

Toplantı salonunun duvarında Soma’da yaşamını yitiren 301 madencinin isimleri asılı. Masalarda DİSK-AR raporu var: “AKP Hükümetleri döneminde resmi rakamlarla 11 bin 282 kişinin iş cinayetlerine kurban gittiği belirtiliyor ancak kayıt dışı iş kazalarının oranı dikkate alındığında ölenlerin sayısının on binlerle anılacağından şüphe yok!”

Öldüren gelenek
Paylaş

Muzaffer ÖZKURT
Sakarya


Toplantı salonunun duvarında Soma’da yaşamını yitiren 301 madencinin isimleri asılı. Masalarda DİSK-AR raporu var: “AKP Hükümetleri döneminde resmi rakamlarla 11 bin 282 kişinin iş cinayetlerine kurban gittiği belirtiliyor ancak kayıt dışı iş kazalarının oranı dikkate alındığında ölenlerin sayısının on binlerle anılacağından şüphe yok!”

Birleşik Metal-İş Sendikası bünyesinde çıkarılan Çalışma ve Toplum dergisinin düzenlediği ve bu kez “İş kazaları, işçi sağlığı ve iş güvenliği” konusunun ele alındığı değerlendirme toplantılarının 3’üncüsü böylesi ağır bir havada başlıyor. Göğüs Hastalıkları Uzmanı Zeki Kılınçaslan’ın İstanbul Gaziosmanpaşa’ya bağlı Elmabahçesi’nden verdiği bilgiler havayı daha da ağırlaştırıyor: “Bir işyeri düşünün 60 işçi çalışıyor. Bu işçilerin 30’u silikozisten öldü. Diğer 30 işçiye ulaşamadık. Yaşıyor olsalar bile bir işyerindeki işçilerin yarısı ölmüş. Şimdi de 5 liralık önlemle yaşayacak bu insanlar için akciğer nakli yapıyorlar, yine de öleceklerini bile bile. Bunun için SGK’den 60-70 bin lira para alıyorlar. Bu nasıl bir vahşettir!”

AYDA BİR GÜN İZİN

Açılış konuşmasını yapan Birleşik Metal-İş Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu, ölümlerin her birinin önlenebilir olduğunu belirterek, “işçi kırımı” diyor bu duruma. Denetimsizlik, sermayenin vahşi kâr düzeni, AKP hükümetlerinin bunun önünü açan yasa ve uygulamaları, katlanarak artan iş cinayetleri... Bu tespitler farklı sözlerle de olsa toplantıya katılan akademisyenler, bu alanda çalışma yürüten aktivistler ve sendikacılar tarafından dile getiriliyor.

Kocaeli Üniversitesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalından Çiğdem Çağlayan, “İşçi sınıfına yapılan saldırıların bir tezahürüdür bu ölümler” diye tanımlıyor bu durumu ve günde 40 liraya yerin 7 kat altında çalışılan koşullara dikkat çekiyor. Serdaroğlu’nun konuşmasında verdiği rakamlar bu koşullara genel bir çerçeve çiziyor: “Türkiye’de bir işçi AB ülkelerindeki bir işçiden haftada ortalama 12 saat fazla çalışmaktadır. Her dört kişiden biri haftalık 60 saatin üzerinde çalışmaktadır. 72 saatin üzerinde çalışanların sayısı 1 milyon 611 bini bulmaktadır. Yani işçilerin yüzde 7’sinin hayatı çalışmaktan ibarettir.” Deri-İş Genel Başkanı Musa Servi’nin örgütlenme çalışması yürüttükleri Punto Deri ile ilgili anlattıkları bu rakamları somutluyor: “İşçiler sabah 8’de işe giriyor akşam 11’de çıkıyor, cumartesi pazar da çalışıyorlardı. Hiç değil ayda bir gün izin yapıp çocuklarının yüzünü görmek, bir de her hafta bir gün akşam 7’de paydos etmek istiyordu.”

HUKUK ARTIK ÇÖZÜM DEĞİL

Toplantıda iş cinayetlerinin önlenmesinde mevzuatın durumu ve hukuk da masaya yatırıldı. Çalışma ve Toplum Dergisinin Yayın Yönetmeni Av. Dr. Murat Özveri’nin sunumu dikkat çekiciydi. Özveri Türkiye’ye sanayinin gelmesinin ardından gelişen 80 yıllık bir geleneğe dikkat çekti. Bir yanda çoğunlukla bireysel olarak olumlu adımlar içeren ve hakları bireysel olarak tanımlayan koruyucu mevzuat. Ama hemen yanında işçilerin sürece müdahale etmesini ve toplu iş hukukunu engelleyen bir tutum. Ve “makbul sendikalar”la bununla yetinilmesi istenen bir yapının oluşturulması.
Av. Hacer Tuna da 9-10 yıl süren davalara dikkat çekerek “Davalar çözüm değil, hukuk artık çözüm değil” diyor.

ZAYIFLIK NASIL AŞILIR?

Peki çözüm nerede? Bu soruya verilen yanıtlar ortak: Mücadelede. Zira bir çok katılımcının da dile getirdiği üzere “İşçi sağlığı ve iş güvenliği sınıflar mücadelesinin sıcak ve önemli bir alanı haline geldi.” Ancak ortaklaşılan bir diğer nokta da bu mücadelenin en önemli bileşeni sendikaların yetersizliği oluyor. Adnan Serdaroğlu’nun “İş kazalarının yaşanmaması için neler yapılacağını biliyorum ama sendika olarak gücüm yetmiyor ve içim içimi yiyor” diyor.
Bu zayıflığın nedenleri ve nasıl aşılabileceği üzerinde duruluyor toplantıda. İşçiler arasında örgütlülük oranının yüzde 5 olduğu, bunların da çoğunun bürokratik anlayışın hakim olduğu sendikaların üyeleri olduğu dile getiriliyor. Mücadele etmek isteyen sendikaların da baskı, tehdit yasak ve barajlarla engellenmek istendiği biliniyor. “Yasaklı sistemin çürümüşlüğü ve sendikaların durumu kaybedilen 301 canın üzerinden yeniden değerlendirilmeli” diyen Özveri, yasal sınırlara sıkışmış sendikacılığın terk edilmesi ve yasa yokmuş gibi hareket edilmesi gerektiğini söylüyor. DİSK’in kurucularından Rıza Kuas’tan verdiği örneğin mesajı da oldukça net: “Toplusözleşme yapılan bir işyerinde iş güvenliğine ilişkin madde ihlal ediliyor. Rıza Kuas eline bir demir alıp sözleşmeyi ihlal eden müdüre ‘Benim imzaladığım sözleşmeyi sen mi deleceksin’ diye indiriyor. Ve sözleşmesini uyguluyor. Hukuk mu etkili demir mi etkili? Tüm yükü hukukçuların sırtına yükleyen sendikacılık olmamalı.”


BİRLİK VURGUSU

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisinden Erkan Aslan, taşeronlaştırmalarla bölünen işyerlerinde, yasal sınırlarla belirlenmiş iş kolları üzerinden değil işyerindeki işçilerin birliğini esas alan bir sendikacılığa işaret etti. Kocaeli Üniversitesinden Nilay Etiler, “Sendikalar örgütlü işçi sayısı az da olsa işçi sınıfının sahibidir. Örgütsüz işçilerin de sahibidir” diyerek ek yaptı bu görüşe. Fiili meşru mücadelenin önemine dikkat çeken DERİTEKS Genel Başkanı Musa Servi Türk-İş-DİSK ayrımının kalmadığını, emekten ve mücadeleden yana tüm kesimlerin birlikte hareket etmesi gerektiğini ifade etti. Makine Mühendisi ve İş Güvenliği Uzmanı Ertuğrul Bilir, kamu emekçilerinin de iş kazası geçirdiğini ama bunun yasa üzerinde iş kazası gözükmediğine dikkat çekerek “Kamu emekçilerini de bu alanda mücadelenin aktif bir bileşeni haline getirmeliyiz” dedi. Kocaeli Üniversitesinden Betül Urhan akademisyenleri, sendikacıları ve bu alanda çalışma yürütenleri bir araya getirecek işçi sağlığı ve iş güvenliği enstitülerinin kurulmasını önerdi.


TORBAYA KARŞI MÜCADELE ÇAĞRISI

Toplantıda önümüzdeki günlerde nelerin yapılabileceği de konuşuldu. Taşeronlaştırmayı hızlandıracak yeni torba yasaya dikkat çekilen toplantıda, Hükümetin kimi muvazaalı (hileli) durumlar karşısında işçilerin yargı yoluyla kazandığı hakları da ortadan kaldıracak ve taşeronlaştırmayı daha da yaygınlaştıracak bir düzenleme peşinde olduğu vurgulandı. İşçileri bu yasaya karşı aydınlatmanın ve mücadelenin önemine dikkat çekildi. 


YASALARI MÜCADELE YAPMALI

Mecliste yaptığı konuşmalarda iş cinayetlerini sık sık gündeme getiren HDP İstanbul Milletvekili Levent Tüzel de toplantıya katıldı. 6331 sayılı İş Sağlığı ve İş Güvenliği Yasası çıkarken olumsuzluklara işaret ettiklerini, en başta yasada işçinin adının bile yer almadığını söylediklerini aktaran Tüzel, işçi sınıfının mücadelesi üzerinden gelmeyen, AB’ye uyum adı altında çıkarılan bu yasanın hiçbir derde çözüm olmadığını dile getirdi.
Levent Tüzel, mücadeleci sendikaların, meslek odalarının, kitle örgütlerinin, akademisyenlerin ve diğer kurum ve kuruluşların bir araya gelerek belirleyeceği ortak talepler etrafında çalışma yürütülmesi gerektiğini söyledi. Örgütlenme ve eğitim çalışmalarının önemine dikkat çeken Levent Tüzel, fiilen kazanım elde eden ve bu kazanımları yasaya dönüştüren bir mücadelenin hedeflenmesi gerektiğini ifade etti. Tüzel, Birleşik Metal-İş’in böylesi bir mücadeleye ön ayak olacak bir sendika olduğunu ifade etti.


İŞ GÜVENLİĞİ DEĞİL PİYASANIN GÜVENLİĞİ

6331 sayılı İş Sağlığı ve İş Güvenliği Yasası’nın 80 yıllık rutini taşıdığını söyleyen Murat Özveri, “ILO’da olup da burada olmayan ne var” dendiğinde olumsuz yanıt verilemediğini, ama nasıl bir denetim sorusunun yanıtının da olmadığını anlattı. Yasanın işçi sağlığı ve iş güvenliğini piyasaya açan mantığını eleştiren Özveri, hizmetin piyasadan alınması nedeniyle denetim yapılamayacağını, bunun piyasanın mantığına aykırı olduğunu söyledi.
Kocaeli Üniversitesinden Onat Öztür de denetimin bağımsızlığının önemine dikkat çekti: “Ama piyasa içinde bağımsız olmaz. Parayla verilen bir hizmet olduğu için doğal olarak paraya verene yanaşacaktır.” Çoğu katılımcı da piyasadan hizmet alınması halinde iş güvenliği uzmanı ya da hekiminin işsiz kalma tehdidi altında çalışacağına işaret etti. Birleşik Metal-İş Kocaeli Şube Sekreteri Talat Çelik’in verdiği örnek ise iş güvenliğinin piyasanın güvenliğine dönüştüğünü gösterdi: “İş güvenliği uzmanı, işyeri hekimi; işçileri çağırıp sendikadan istifa etmelerini istediler. İstifa etmemeleri halinde patronun fabrikayı kapatacağı tehdidinde bulundular.”


MÜFETTİŞLER NEREDE?

301 madencinin yaşamını yitirdiği Soma katliamında en çok tartışılan konulardan biri de iş müfettişlerinin durumu olmuştu. İş müfettişi Şeref Özcan’ın moderatörlüğünü yaptığı toplantıda verilen bilgiler oldukça çarpıcı. İş güvenliğinin piyasaya açılması ve iş müfettişlerine bu alanda çalışma hakkının tanınmasının hemen ardından 300 müfettiş istifa ederek, özel sektöre geçmiş. Yerlerine ise deneyimsiz müfettiş adayları getirilmiş. Şu an 700’ü teknik müfettiş olmak üzere 1000 müfettiş bulunuyor. Mevcut işyerlerinin denetimi açısından yetersiz olan bu sayıya bir de deneyimsizlik eklenmiş. Denetim süreleri de oldukça problemli. Aylarca sürecek denetimlerin 4-5 gün içinde bitirilmesi isteniyor. Bu süreyi uzatanlar için ise “harcırahı artırıyor” diye soruşturma açılıyor ya da “doğu gezisine” yollanıyor. Müfettişler ne kadar iyi niyetli olsa da bu kadar kısa sürede ancak en temel sorunlara bakabiliyor, sorunları derinlemesine inceleyemiyor.
Soma madencileri denetimlerin haberli yapıldığı iddiasında da bulunmuşlardı. Toplantıda prosedür gereği denetim yapılacak yerlerin bakanlık tarafından belirlendiği ve denetim yapılacak işyerleriyle bakanlığın önceden toplantı yaptığı bilgisi verildi. Denetim mantığı ise şu örnekle eleştirildi: “Masa çürük Murat düşüyor. Bakanlık diyor ki Murat’a bak. Sonra Ahmet düşüyor. Bakanlık bu kez de Ahmet’e bak diyor. Masaya bakamıyorsun.” Murat Özveri bu anlayışa hukuk alanından ek yapıyor: “Deneyimli işçi burada çalışılmayacağını bilir diyerek ölen işçiye yüzde 30 kusur veriyor. Arkadaşını kurtarmaya çalışırken ölen işçiyi de ‘İşi olmadığı halde girdi’ diyerek yüzde 40 kusurlu gösteriyor. Kusuru ölene yıkan ama mutlaka yıkan bir tarz.”


MESLEK HASTALIĞININ ADI ANILMIYOR

Metal şverenleri sendikası adına toplantıya katılan MESS Genel Sekreter Yardımcısı Av. Aykut Engin, Türkiye’de belli standartların olduğunu ama ciddi yol alınması gerektiğini söyledi. ‘İş sağlığı ve iş güvenliği’ konusunun işçi, uzman ve işveren açısından kültür meselesi olduğunu ileri süren Engin, Türkiye’de bu konuda iyi çalışma yapan işyerlerinin de olduğunu savundu. Verilen arada görüştüğümüz MESS yetkilileri, “İyi çalışma yapılan” işyerlerinin başında Tofaş’ın geldiğini ve Avrupa’da ilk 10’e girdiğini, Ereğli Demir Çelik’in de tavsiye edilen işyerleri arasında yer aldığını söylediler. Bu değerlendirmenin nasıl yapıldığını sorduğumuz MESS yetkilileri, SGK verileri üzerinden yapıldığını dile getirdiler. “Tofaş’ta görüştüğümüz işçiler bel ve boyun fıtığından şikayetçi ve yıllar ilerledikçe bu hastalığa kapılma süreleri kısalıyor” dediğimizde ise “Büro çalışanı olanlar da bel fıtığı olabiliyor. Binlerce çalışan var hepsiyle görüşme olanağınız yok, görüştüğünüz kişilerde münferit olabilir” açıklamasını yaptılar.
Meslek hastalıkları da toplantının gündemindeydi ve anlatılanlar işverenlerle hükümetin bu konudaki uzlaşısını ortaya koyuyordu. Bir davadan örnek veren Murat Özveri, işçilerin ciğerinde civa olduğunun hastanede tespit edildiğini, ancak bilirkişinin “işyerinden değil” raporu verdiğini aktardı. “Bazı kimyasallarla ilgili meslek hastalığı sayısı sıfır gözüküyor, böyle bir şey olabilir mi?​” diye soran Özveri, kağıt üzerinde Türkiye’deki işçilerin “biyonik” olduğunu söyledi. Bel fıtığı, boyun fıtığı gibi hastalıkların meslek hastalığı sayılmasının lüks sayıldığını söyleyen Özveri, rapor verecek uzmanların “Yerden kalem alırken de fıtık olabilirsin” dediğini aktardı.
Göğüs Hastalıkları Uzmanı Zeki Kılıçaslan da meslek hastalığının kanıtlanmasının zorluğuna işaret etti: “Önce o işyerinin işçisi olduğunu ispat edeceksin, sonra da işyerinden kaynaklandığını ispatlayacaksın, üstelik belli oranda iş görmez raporu alacaksın.” Kılıçaslan, bazı hastalıkların ancak 20-30 yıl sonra ortaya çıktığına işaret ederek, bu konuda devlet kurumlarından bilgi almalarının da engellendiğini kaydetti.

ÖNCEKİ HABER

Almanya\'da çalışan maden işçisi: 31 senede 1 kişi hayatını kaybetti

SONRAKİ HABER

Hükümetin Haziran yalanları

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...