Sorun sadece taşeronluk mu?
Nevra AKDEMİR*
Bugünlerde akıl sağlığını kaybetmeden yaşamak çok zor. Türkiye’de büyük bir katliam yaşandı, süreç akıl almaz ihmaller ve cana rağmen maliyeti minimize eden uygulamalarla hazırlandı. Buraya kadarı bile muazzam acıyken, yıllardır söylenen ve itiraz edilen her şeyin nedenini ortaya koyan bir “Türkiye kalkınmasının bedeli” iken; katliamın sonrasında yaşananlar tam akıl tutulması.
Hatta bu bile naif bir tanımlama. Hükümet canhıraş, saldırgan açıklamalarla ve tavırlarla sözüm ona kriz yönetirken; Vali eleştiri ve protestolar karşısında Soma’da OHAL ilan ediyor. Yüzyıl önce liberal düşüncenin temellerini atan John Stuart Mill’in “ekonomide liberalizm için otoriter bir devlet gereklidir” sözünü hatırlatan bir dönem karşımıza çıkıyor. Bunlar karşısında halkta yasın yerini isyan aldı bile.
KARARTILAN BİLGİLER
Soma Kömür Madenleri AŞ’nin Eynez yeraltı ocağında meydana gelen yangın ile üç yüzden fazla madenci canını madende bıraktı. Bu madende yangının neden çıktığı, madende kaç işçi çalıştığı, yeterli önlemin alınıp alınmadığı gibi temel sorular hâlâ cevaplandırılmayı bekliyor. Birkaç gündür verilen bilgiler, madenler hakkında oldukça fazla bilgi veriyor gibi görünse de özellikle ana akım medya bizleri temel sorulardan ve bilgilerden uzak tutuyor. Örneğin bu maden ocağının Soma maden sahasının birkaç ocağından biri olduğu, madenin aslında Türkiye Kömür İşletmelerine (TKİ) ait ve hizmet satın alma yoluyla kömür almak için firmaya kiralandığı, dolayısıyla Soma Kömür İşletmelerinin bu maden ocağında taşeron olduğu gibi. Bunların anlamı ise oldukça önemli.
ASIL SORUMLU DEVLET
Zira Soma Kömür taşeron olduğu için aslında üretim koşullarının güvensizliğinden ve meydana gelen katliamdan tek sorumlu firma değil. TKİ de firmayla ortak sorumluluk sahibi. Yani Enerji Bakanının orada bulunması, Başbakanın işveren ağzıyla konuşması durumun fıtratından kaynaklanıyor, daha açık ifadeyle işveren ağzıyla konuşmuyor aynı zamanda işveren olarak da konuşuyorlar.
ÇALIŞARAK ÖLMEK…
Zonguldak Havzası’nda 2004 yılından itibaren TTK (Türkiye Taşkömürü Kurumu), rödovans (kiralama) karşılığı özel firmalara kömür üretimi uygulaması başlatmış. TTK’nin 2013 yılında yayımladığı bir rapora göre 2012 yılında özel sektör tarafından üretilen taş kömürü toplam üretimin yaklaşık yüzde 36.4’ü oranında. Rödovans, kısaca devlete ait bir sahanın özel sektör tarafından belli bir yıllığına kiralanarak işletilmesidir. Böylelikle bir saha parçalara bölünüp ihale yoluyla farklı şirketlere taşere edilir. İşçi sağlığı ve iş güvenliği açısından da saha bütünlüğü bölünerek risk böylelikle artar.
Bu uygulama sadece taşeronluğu getirmiyor, aynı zamanda bir özelleştirme anlamına geliyor. Henüz maden yasası çıkmadığı için maden ocaklarının özel firmalara satılmasında bazı engeller var. Fakat bu yöntemle Türkiye kapitalizminin birikim dinamikleri madencilik sektörü açısından “çağ atlıyor”.
Şöyle ki: Kamu işletmelerindeki işçi hakları, taşeron firmaya işçilerin devrinin sağlanmasıyla birlikte önemli ölçüde gasbediliyor; çalışma sürelerini uzatan ve “verimliliği sağlayan” (saatlik veya parça başı ücret) gibi uygulamalar hızla yerleştiriliyor. Elbette bu Soma gibi tütün, pancar ve pamuk yetişen verimli toprakların ekolojik yıkımla verimsizleşmesi, tarımdaki desteklemelerin ortadan kaldırılması ve tarım üreticilerinin banka kredileri yoluyla borçlandırılması ve dolayısıyla mülksüzleştirilmesi de tarımdan madene akan ucuz iş gücünün kaynağı oluyor. Katliam hakkında yayımlanan tüm programlarda mikrofon uzatılan işçiler, yakınlarının öldüğü madende çalışmaya mecbur olduklarını, çünkü yaşadıkları bölgede başka iş imkanının olmadığını ve borçlarının olduğunu anlatıyorlardı. Anlatılan hikayeler, çalışma koşulları ve yaşam mücadelesi tersanelerde, organize sanayi bölgelerinde hatta hizmet sektöründe bile yaşadığımız süreçlerle ne kadar da paralel. İşçiler, madende çalışmak zorunda kalıyorlarsa ölmeliler mi?
DAHA HIZLI VE DAHA YOĞUN ÜRETİM
Maden, şantiye gibi iş alanlarında üretim oldukça zorlu koşullarda gerçekleşir. Büyük makineler, doğa koşulları, yükseklik veya yer altı… Ama bunların hiçbiri, çalışma acılarını normalleştirmeye neden olamaz. Zira gerekli önlemler alındığı, üretim süreci önlemlerle birlikte planlandığı ve insani bir üretim hızında üretim yapıldığı sürece kazanın veya herhangi bir çalışma acısının görülmesi mümkün değil. Fakat Türkiye kapitalizminin birikim koşullarına ve hatta madencilik sektörünün özgün yapısına bakıldığında yapısal olarak “kaza” üreten bir sistem ortaya çıkıyor. Hatta bu kazalardan yeni piyasa yaratan bir sistem bu. Şöyle ki TKİ’nin hizmet alımı yaptığı Eynez ocağının “taşeronu” olan Soma Kömür AŞ’nin sahibi, kâr marjının yüzde 10-15 olduğunu, TKİ’nin belirlediği fiyattan kömürü sattıklarını ifade etmişti. Taşeron olarak maliyetleri düşürdüğü sürece kâr edebildiğini de. Kaza/katliam sonrasında medyada dinlediğimiz röportajlardan da daha hızlı, daha yoğun ve daha uzun saatler üretim yaptırdığı, kullanılamayan kömür alanlarını da üretime açtığını, yani madenci diliyle “üretimi zorladığı” anlaşıldı.
CİNAYETİ FIRSATA ÇEVİRMEK
Kapitalist irrasyonel mantık işlemişti. Sonuç alınmayan önlemlerle birlikte katliama dönüştü. Dahası, denetimin İş Sağlığı ve Güvenliği adıyla çıkan yeni yasa ile piyasalaşması, zincirleme bir taşeronluk sistemi ile sosyal sigorta sisteminin neredeyse işlevsiz hale gelmesi ile çalışma koşullarının son derece kötüleştiği bir ortamda suçlu ve kurban arama hızla başladı. Önce Manisa Başsavcısı, “Gözaltına alacağımız herkes işçilerle birlikte öldü” diyerek ölen mühendisleri işaret ettikten sonra, özel sektör işletmesindeki sorunları öne çıkararak söz konusu taşeron şirketi (Soma Kömür), hatta bazı medya kuruluşları burada bir sabotaj olduğunu iddia ederek ve bir darbe girişimi ilan ederek Gezi direnişçileri ve diğer muhalefeti ima ettiler. Şimdi de taşeron patronun tek suçlu olarak kurban seçildiğini gözlemliyoruz. Evet, Alp Gürkan ve diğer yöneticiler birinci derecede katliamdan sorumlu; fakat TKİ ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ve Hükümet de bu sorumluluğa ortak. Eleştiriye tahammülsüz davranış ve tavırlarının altında yatan gerçek de bu.
İş cinayetlerini “gelişmenin göstergesi” olarak gören anlayışın kazaların oluşturduğu yaraları fırsata dönüştürerek yeni bir piyasa yarattığı bir dönemin ilk adımlarını yaşıyoruz. İşçi sağlığı ve iş güvenliğine dair yaptıkları düzenlemelerle süreci özel firmalardan hizmet alımı sürecine çevirdiklerini, yani bu alanı da bir şekilde taşeronlaştırdıklarını görüyoruz. Böylelikle hem canı muhasebeleştiren bir sistemin önü açılarak ceza ile tedbir almanın maliyeti karşılaştırılıyor ve kaza durumunda suçlar da söz konusu denetim şirketlerine yükleniyor. İkinci olarak da yeni yasada iş kazasında işçiyi suçlu kılan düzenlemeler de var. Şimdi bu katliamı da fırsat bilip hem krize hem de meşruiyet kaybına neden olan iki konuyla “çözüm getireceği” izlenimini alıyoruz. 10. kalkınma planında da işaret edildiği üzere, ilk yasa taşeronluk sistemini niteliğini değiştirmeden, güvencesiz çalışma koşullarını yasal olarak garanti altına alacakları bir taşeron sistemini kurumsallaştırmak olacak. Bu kurumsal taşeronluk, işçilerin ulusal istihdam stratejisinde, 10. Kalkınma Planı’nda ve ulusal sanayi stratejisinde ifade edilen istihdam koşullarına tekabül eden bir sistemin yasal zeminini oluşturacak. Sadece adı taşeronluk olmayan bir sistem bu. Hatta özel istihdam büroları gibi bir aracı üzerinden, işsizlikten bile kâr alanı yaratan bir sistemin temelleri atılıyor. İkinci olarak da maden yasası gündeme gelecek. Maden yasası için tasarlanan düzlemin tamamen uluslararası maden şirketlerinin doğrudan dünya için üretim yapan ve madenlerin tamamen satılmasındaki “pürüzleri” ortadan kaldıran bir yapı. Böylelikle Alp Gürkan gibi sermaye birikim potansiyeli zayıf olan kapitalistler yerine “gelişkin, uluslararası kapitalist” şirketlere satarak, madenlerde sermaye birikiminin koşullarını sorunsuz oluşturacaklarını anlamak mümkün. Bunun için ise küçük maden işletmelerinin kamulaştırma yoluyla birleştirilmesi ve sonra satılması gibi pek çok ülkede rastlana yolların kullanılması mümkün.
Türkiye kapitalizmi tarihi bir dönemeçte, Hükümet ve sermayedarlar bu süreçleri nasıl görmekteyse işçi sınıfı da bunu canı pahasına anlıyor ve tavır alıyor. Rüzgarın taraftan eseceği de takdiri ilahi değil.
* Öğretim Görevlisi – Toros Üniversitesi
Evrensel'i Takip Et