18 Mayıs 2014 06:00

Her gün yaşanan kapitalist katliam!

Yılda dört milyon kadın ve erkek emekçi iş kazaları ve meslek hastalıkları sonucu yaşamını yitiriyor. Her gün 11 bin civarında emekçi ekmek kavgasında yenik düşüyor. Uluslararası Çalışma Örgütü İLO’nun verilerine göre geçtiğimiz yıl dünya genelinde 270 milyon iş kazası yaşanırken 160 milyon emekçi ise meslek hastalıklarıyla karşı karşıya kaldı.

Her gün yaşanan kapitalist katliam!
Paylaş

Serdar DERVENTLİ

Yılda dört milyon kadın ve erkek emekçi iş kazaları ve meslek hastalıkları sonucu yaşamını yitiriyor. Her gün 11 bin civarında emekçi ekmek kavgasında yenik düşüyor. Uluslararası Çalışma Örgütü ILO’nun verilerine göre geçtiğimiz yıl dünya genelinde 270 milyon iş kazası yaşanırken 160 milyon emekçi ise meslek hastalıklarıyla karşı karşıya kaldı.

Dünya Sağlık Örgütü WHO’nun verilerine göre her gün ortalama 500 insan savaş/çatışma/terör saldırısı nedeniyle yaşamını yitiriyor. Bu nedenle gece haberlerinde bu tür haberleri duymaya neredeyse alıştık.

Kapitalizmin tezgahlarında ise savaşlarda ölenlerden 20 kat daha fazla insan yaşamını yitiriyor. Bu ölümlerden, yakınımızda yaşanmadıysa veya Bangladeş’te olduğu gibi yüzlerce işçi yanarak, enkaz altında kalarak birkaç saat içinde canlarını vermediyseler haberimiz bile olmuyor.

Yıllık yayınlanan istatistik raporlarında da kapitalistlerin artı değer kurbanlarını, yani kâr hırsıyla katledilenleri bulmak için bir hayli uğraşmak gerekiyor. Uğraşlar sonucu elde edeceğiniz veriler de çok sınırlı, çünkü bu veriler gerçeğin sadece bir kısmını yansıtıyor.

YILLARDIR AYNI RAKAMLAR…

Uluslararası Çalışma Örgütü ILO’nun hazırladığı raporlarda yıllardır (2008’den bu yana) dünya genelinde 270 milyon iş kazası yaşandığı ve bunların 2.3 milyonun ölümle sonuçlandığı bildiriliyor. Yine ILO’nun raporuna göre her yıl 160 milyon emekçi meslek hastalıklarıyla karşı karşıya kalırken bunların 1.7 milyonu ölümle sonuçlanıyor.
Çin, Hindistan gibi sanayinin hızla büyüdüğü ülkelerin yanı sıra Bangladeş, Kamboçya, Malezya Laos, Tayland gibi özellikle tekstil ve inşaat iş kollarının hızla büyüdüğü ülkelerin verilerinin İLO’nun raporlarına ne kadar yansıdığı konusu meçhul. Bu ülkelerde iş kazaları üzerine hazırlanan istatistiklerin güvenilirliği konusunda şüpheler sürekli büyürken meslek hastalıkları konusunda istatistiklerin uluslararası standartlara bağlı tutulmadığı da biliniyor.

Veya ölümcül iş kazalarının son yıllarda hızla arttığı Türkiye’deki verilerin de gerçeği yansıtmadığı biliniyor. Günde ortalama 5-8 arası emekçinin iş kazasında yaşamını yitirdiği Türkiye’de örneğin iş yolunda yaşanan kazalar bu rakamlara yansımıyor. “Kayıt dışı istihdam” diye adlandırılan kaçak çalışanlar da bu rakamlara yansımıyor.
Bu durumda ILO raporlarındaki verilerin rahatlıkla, “Aysbergin görünen ucu” olarak değerlendirmek mümkün.

ALMANYA’DA DURUM NEDİR?

2010 yılında İnşaat İşçileri Sendikası IG BAU’un girişimiyle DGB ve bazı iş kolu sendikaları “Workers Memorial Day” vesilesiyle Almanya’daki çalışma koşullarına dikkat çekmişlerdi. Ancak ilerleyen yıllarda IG BAU, anma gününde sokağa çıkmak yerine dar bir çevreyle kilise de ayin yapmayı yeğledi.

Kulağa kötü bir şaka gibi gelen bu durum Almanya’daki sendikaların geldikleri noktayı da gösteriyor. DGB yıllardır iş kazalarında ve meslek hastalıkları nedeniyle yaşamlarını yitirenler hakkında yıllık bilgi bile vermiyor. Sadece başka kampanyalar kapsamında iş kazalarına ve meslek hastalıklarına dikkat çekiliyor.

Oysa Almanya’da da her gün binlerce emekçi kapitalizm tezgahlarında iş kazası geçiriyor ve birçoğu yaşamını yitiriyor. Aynısı meslek hastalıkları kaynaklı çalışmazlık durumu ve ölümler için de geçerli. İş Güvenliği ve Sağlığı Federal Ajansı (BAuA) ve Alman Yasal Kaza Sigortası (DGUV) tarafından yayınlanan yıllık raporlarda kazalarda ciddi artış olduğunu ortaya koyuyor.

2013 yılında 767 kişi iş kazasında yaşamını yitirirken 2 bin 133 emekçi ise meslek hastalığı nedeniyle yaşamını yitirdi. Ki bu rakamlar henüz mahkemeler ve soruşturmalar devam ettiği için kesinleşmiş değil. Kısacası en gelişmiş kapitalist ülkelerin başında gelen Almanya’da da 3 bin civarında emekçi işle bağlantılı olarak yaşamını yitirdi.

İSTATİSTİKLER NEYİ GÖSTERİYOR?

Almanya’da her yıl 1 milyondan fazla “bildirim zorunluluğu” olan iş kazası yaşanırken, bir o kadar da “bildirim zorunluluğu” olmayan kaza yaşanıyor. Alman İşverenleri Birliği (BDA) uzun süredir sadece işyerlerinde gerçekleşen kazaların iş kazasından sayılmasını ve işe giderken veya dönerken yapılan kazaların ise “iş kazası” olarak sayılmaması ve kaza sigortası kapsamından çıkartılmasını talep ediyor. Bundaki amaç ise çok açık; söz konusu kaza sigortasına sadece işverenlerin aidat ödediğine dikkat çeken sermaye temsilcileri, yol kazaları iş kazaları kapsamından çıkartılması durumunda daha az aidat ödeyecekler ve işle bağlantılı olan bu kazanın giderlerini de toplumun sırtına yıkacaklar.

Diğer bir önemli sorun ise meslek hastalıklarıyla ilgili yaşanmakta. Her yıl ortalama 70 bin civarında meslek hastalığı teşhisi için başvuru yapılmasına karşın bunların sadece yarısı meslek hastalığı olarak tanınıyor. Bunun nedeni ise yürürlükte olan yasalar. Akciğer kanserine yakalanan bir işçinin, bu hastalığı 20, 30, hatta 40 yıl önce yaptığı işten kaynaklandığını kanıtlaması gerekiyor. Örneğin 1993 yılına kadar neredeyse her yerde “mucizevi madde” olarak kullanılan “asbest” kaynaklı akciğer kanserinin ortaya çıkması 30 yıl kadar sürebiliyor. Çalışma hayatında birden fazla işte çalışan bir emekçinin kansere nerede yakalandığını kanıtlaması neredeyse mümkün değil. İşçinin bunu kanıtlayabilmesi için her gün yaptığı işi not etmesi ve bunları on yıllarca saklaması gerekiyor. Ki bu notlar bile mahkeme tarafından kabul edilmeyebilir…

Her yıl ölümcül hastalığa yakalanmış binlerce işçi mahkemelerde “hukuk mücadelesi” vermek zorunda bırakılıyor ve haklarını alamadan yaşamlarını yitiriyorlar! Nitekim işçiye tazminat veya malulen emekli maaşı ödemekle yükümlü şirketlerin ve sigortaların avukatları sürekli yeni itirazlarla bir üst mahkemeye başvurarak davaların yıllarca sürmesini sağlıyorlar. Bu tür davalarda zaman işçinin aleyhine işliyor! Birçok işçi dava sonuçlanmadan yaşamını yitiriyor.

REKABET VE KÂR HIRSI ÖLDÜRÜYOR!

Yaklaşık her 15 saniyede bir işçi, iş kazası sonucu yaşamını yitiriyor, milyonlarcası ömürlerinin sonuna kadar sakatlandığı veya hastalandığı için çalışamaz hale geliyor. Ve yine milyonlarca çocuk öksüz/yetim kalıyor, gelecekleri kararıyor, her yıl yüz binlerce aile dağılıyor.

Yaşanan olaylar incelendiğinde ölümcül ve sakat bırakan iş kazaları olduğu gibi meslek hastalıkları da genelde çeşitli önlemler alınarak engellenebilir özellikteler. Buna karşın önlemlerin alınması ve sürekli gözden geçirilmesi bir yana var olan önlemlerin dahi iptal edildiğine, bütün sorumluluğun işçinin sırtına yıkıldığına şahit oluyoruz.

Esnek üretim, uzayan çalışma süreleri ve artan iş yükü, kiralık ve taşeron işçilik, güvencesiz ve düşük ücretli işlerin artması, aynı zamanda işçinin sağlıklı koşullarda çalışmasını baştan engeller hale geliyor. Bu koşulları değiştirmek için bugün ortaya konular çabaların yeterli olmadığı ne yazık ki görülmekte. DGB ve ona bağlı iş kolu sendikalarının son yıllarda sürdürdükleri “iyi iş” (“Gute Arbeit”) kampanyalarına bakıldığında, sorunun temeline inilmediği ve sadece sonuçları üzerinde durulduğu görülmekte.

1970’li yıllarda işçi ve emekçi kitlelerinin çalışma ve dolayısıyla yaşam koşullarını iyileştirme hedefiyle “Çalışma yaşamının insancıllaştırılması” (“Humanisierung der Arbeitswelt”) başlığı altında sürdürülen kampanyalarla bugün sürdürülen “iyi iş” kampanyaları karşılaştırıldığında dikkat çeken en önemli nokta şuydu: 1970’li yıllarda sürdürülen kampanyalarda belirleyici olan faktör kampanyaların antikapitalist içerikli olmalarıydı. Şüphesiz o dönem de bu kampanyalar ilerici güçler, sosyalist sendikacılar tarafından “İyi fakat yetersiz” olarak eleştirilmişti.

Bugün sürdürülen kampanyalara ideolojik olarak, “kapitalizmin alternatifsizliği” anlayışının ve “üretim merkezi Almanya’nın korunması” mantığının egemen olduğu görülmekte; DGB, çalışma koşullarının iyileştirilmesi için BDA ile birlikte ortak çağrılara (!) imza atabiliyor. IG Metall, IG BCE ve IG BAU gibi iş kolu sendikaları ise iş kollarındaki işveren örgütleriyle birlikte benzeri çağrılar yayınlıyorlar. Sendikalar araştırma şirketlerine yaptırdıkları anketlerle, işyerlerinin, “iş güvenliği ve işçi sağlığı” açısından yeterli olup olmadığı tespit etmeye(!) çalışıyorlar.

İşçiler arasında bir görüşü propaganda etmek için şüphesiz değişik yöntem ve araçlar kullanılabilir, anket de bu araçlardan biri olabilir. Bir mücadeleyi örgütlemek için ortaya atılacak soru, “Tek amacı kâr olan kapitalist üretim tarzında iş güvenliği ve sağlığı sağlanabilir mi” olmalıdır. Ki buna verilecek yanıtta çok nettir: Hayır!

Nitekim bugün iş güvenliği ve sağlığı için alınacak değişik önlemler yarın rekabet koşullarının sertleşmesi durumunda kapitalistin ilk olarak vazgeçeceği önlemler olacaktır; sonuçta rekabet kapitalisti sürekli maliyeti düşürmeye, üretimdeki verimliliği ise artırmaya düşürmeye zorlar. Üretim maliyetini düşürmenin ve verimliliği artırmanın en önemli yolu ise, işçinin lehine olan çalışma koşullarının -bütün yönleriyle- işçinin aleyhine dönüştürmek olacaktır.

Bu nedenle halen devam eden “iyi iş” kampanyalarına ilerici sendikacıların müdahale etmeleri, işçilerin sağlığı ve güvenliği açısından kelimenin tam anlamıyla hayati öneme sahip olduğu gibi sosyal kurtuluş mücadelesinde de önemli bir adım anlamına gelecektir.


KARL MARX: İŞÇİ SAĞLIĞI ÜZERİNE

Demek ki, sermaye, toplumun koyduğu zorunluluklar olmaksızın işçinin sağlığına karşı da, yaşayacağı ömrün uzunluğuna karşı da vurdumduymazdır. Maddi ve manevi yozlaşmaya, erken ölüme, aşırı-çalışma işkencesi konusundaki feryatlara şu karşılığı verir: Bizim kârlarımızı artırdığı için bunlara üzülmek mi gerek? Ama işlere bütünü ile bakılırsa, bütün bunlar gerçekten de tek tek kapitalistlerin, iyi ya da kötü niyetine bağlı şeyler değildir. Serbest rekabet, kapitalist üretimin içinde yatan yasaları, tek tek her kapitalist üzerinde güce sahip zorlayıcı dış yasalar olarak ortaya çıkarır. (Karl Marx, Kapital, Birinci Cilt, Beşinci Kesim-Normal bir iş günü için savaşım, sayfa 283)


ÖLENLERİN ANISINA – YAŞAYANLAR İÇİN MÜCADELE

Kanada Kamu Çalışanları Sendikası CUPE (Canadian Union of Public Employees) 1984 yılında ilk kez “Workers Memorial Day” adı altında “İşçi Anma Günü”nü düzenledi. CUPE’nin her yıl ülkede yüzlerce işçinin iş kazalarında ölmesi ve binlercesinin çalıştıkları işler nedeniyle hastalanarak yaşamlarını yitirmeleri nedeniyle her 28 Nisan’ın anma günü olması önerisi “Canadian Labour Congress” (Kanada Sendikaları Birliği) tarafından kararlaştırıldı. 28 Nisan 1985’den itibaren ülke genelinde “Workers Memorial Day”  başlığı altında çok sayıda etkinlikler düzenleniyor.
“Çalışırken öldürülen işçilerin anısına / Ölenleri hatırla: Yaşayanlar için mücadele!” (“In memory of workers killed at work / Remember the dead: fight for the living”) başlığı altına düzenlenen etkinlikler 1989 yılından itibaren uluslararası sendika örgütlerinin girişimleri sonucu değişik ülkelere yayıldı.

ÖNCEKİ HABER

Başbakanın tokadı hepimizin yüzünde patladı

SONRAKİ HABER

HDP Tuzla\'da Soma için yürüdü

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...