18 Mayıs 2014 07:00

Özge AYAZ

Herkes için umudun bir rengi vardır. Mavi, beyaz, yeşil... Hiçbirimiz umuda “siyah” dememişizdir. Ama bu kez başkaydı. Umut vardı, rengi ise kömür karası. Ağabeylerini, oğullarını, kocalarını, akrabalarını kapkara bir umutla bekleyen kadınların acısı...
Soma’ya vardığımda “Bu saatten sonra sağ bir işçinin çıkması mucize” denilmeye başlanmıştı.  Ama umut sönmemişti. Bu umudu yeğeni madende olan ve 18 saattir hiçbir haber alamamış bir kadın şöyle tarif etti: “Sağ çıkanların isimlerini söylüyorlar, bize henüz bir şey söylenmedi. Belki de Kırkağaç’a götürdüler yeğenimi. Ama burada bekleyeceğiz, çünkü burada beklemek demek umut demek. Ne zaman ki son kişi çıkarılacak madenden o zaman umudum bitecek, Kırkağaç’a gideceğim”. Hastane bahçesindeki mahşer kalabalığının ölüm sessizliğini bozan tek şey fenalık geçiren yakınların çığlıkları. Hastane görevlileri aralarda yaralıların isimlerini okuyor. Uzun saatler değişmeyen o isimler her okunduğunda, umutla bekleyen yakınlar hızla görevlinin yakınına geliyor, yakınlarının isimlerini duymayınca da boyunlarını büküp, oturdukları yere geri dönüyordu. Çünkü liste değişmişse sağ çıkan işçiler var demekti. Ama liste değişmek bilmiyordu.

ÇOCUĞUMA NE DİYECEKLER?

Bir kadın, tek başına hastanenin bir köşesinde oturmuş, toprağı eşeliyor. “Ne demeli” diye düşündüm. “Başınız sağ olsun” demek umudunu kırmak olacaktı, “Geçmiş olsun” diyebildim. Ağlamaktan kıpkırmızı gözleriyle bakıp “Hiçbir şey söylemiyorlar bize” diyebildi. İşte en büyük dert; hiçbir haber alamamak... En sonunda bir kadın patladı. “Belediye Başkanı gelip burada açıklama yapmayı biliyor, niye bize yardımcı olmuyor. Kocamı bekliyorum. İsmi okunmuyor. Öldüyse öldü desinler. Kırkağaç’taysa araba versinler oraya gideyim. Ben fakirim, kocam ondan indi madene. Kendi imkanlarımla Kırkağaç’a gidebilecek gücüm olsaydı zaten kocam gitmezdi yerin dibine”. Gazeteci olduğumu söyle-yerek yanına gittiğimde “Doğruları söyleyin” dedi. “Bunun hesabı nasıl verilecek, benim çocuğum yetim kaldıysa ona babasının öldüğünü kim söyleyecek. Bak gitmiyorum buradan, gelsin de evimize gidelim diye bekliyorum”.
Saatler ilerledikçe umut değil ama sabır tükenmeye başlamıştı. Bekleyen kadınlar korkuyorlardı… Hastaneye “feryatla gelen” olmaktan korkuyorlardı. Genç bir kadın, her feryatta sessizce “Allah’ım sen bize bunu gösterme”diyordu. Ambulansın gelmesi, siren sesinin duyulması da umudun başka bir haliydi. Bir ambulans tam önümde durdu. Arkadan bir amca bağırdı: “Baksana kızım; ayakkabı mı yoksa çizme mi?​”. Yani gelen işçi yakını mı, yoksa işçi mi? Ayakkabı olduğunu söylemek de arkasını dönüp giden o amcanın ardından bakmak da bana düştü.

O TOKATIN HESABI

Beklemek umutsa, Soma’daki umudun rengi kömürden de karaydı o gün ama hep vardı. Bugünlerde ise o umudun yerini acı ve öfke aldı. Yapılamayan açıklamalar, sadece cenazelerin teslim edilmesi, hâlâ hiçbir sorumlunun yargılanmaması, Soma’daki insanların sabırlarını taşıran noktaya getirdi.
Soma’ya gidenlere kimlik kontrolü yapıp, acıları paylaşmak isteyenleri fişlemeye çalışan, bunun karşısına da “Aman isyan etmeyin, dua edin, şehit oldu onlar” diyen bir zihniyetle karşı karşıyayız. İnsanların “milli duygularına” seslenip, onları asıl suçlu ve sorumlulardan hesap sormamaları sağlanmaya çalışılıyor. Oysa orada en büyüğünden, en küçüğüne kadar herkes taşeron ve özelleştirmelerden bahsediyor. Herkes bu katliamın olmasının sebebinin bu iki kelime ve hükümet olduğunu bilirken, babasının hesabını soran o kıza atılan tokadın hesabını da soracaklardır.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Yüzde 30 için sıkıyönetim

Yüzde 30 için sıkıyönetim

Antep’te devlet, patronların yüzde 30 zam dayatmasını kabul etmeyerek fiili greve çıkan işçilere karşı adeta sıkıyönetim ilan etti. Eylemler yasaklandı, grev çadırları yıkıldı, işçilere öncülük eden Sendika Başkanı gözaltına alındı, Demokrasi Meydanı işçilere kapatıldı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Başpınar işçilerinin Demokrasi Meydanı'nda yapacağı eylem polis engeline takıldı. BİRTEK-SEN Genel Başkanı gözaltına alınıp serbest bırakıldı.

Evrensel'i Takip Et