10 Mayıs 2014 06:00

Putin’in aklında ne var?

Uzun süredir uluslararası gündemde ilk sıralarda yer alan Ukrayna krizi, Putin’in attığı beklenmedik adımla bu hafta da öne çıktı. Putin, çarşamba günü yaptığı basın açıklamasında, doğu sınırına yaptığı askeri yığınağı geri çekeceğini açıklayarak Ukrayna’nın doğusundaki Rusya yanlılarına, pazar günü için planlanan özerklik referandumunu ertelemeleri mesajı vermiş ve Ukrayna’daki devlet başkanlığı seçimlerini desteklediğini ifade etmişti.

Putin’in aklında ne var?
Paylaş

Uzun süredir uluslararası gündemde ilk sıralarda yer alan Ukrayna krizi, Putin’in attığı beklenmedik adımla bu hafta da öne çıktı. Putin, çarşamba günü yaptığı basın açıklamasında, doğu sınırına yaptığı askeri yığınağı geri çekeceğini açıklayarak Ukrayna’nın doğusundaki Rusya yanlılarına, pazar günü için planlanan özerklik referandumunu ertelemeleri mesajı vermiş ve Ukrayna’daki devlet başkanlığı seçimlerini desteklediğini ifade etmişti.
Bu yazı kaleme alınırken, Sovyetler Birliği’nin Nazi Almanya’sını yenilgiye uğratışının 69. yıl dönümü kutlamalarında Rusya’nın, ülke çapında ve ilhak edilen Kırım’da askeri geçit törenleri planladığı ve Ukrayna’nın ‘olası provokatif saldırılara’ karşı güvenlik önlemlerini artırması tartışılıyordu.
Ukrayna geçici hükümetinin Başbakanı Arseny Yatsenyuk, Rusya yanlılarının “Zafer Günü”nde harekete geçebileceğini ve Putin’in son açıklamalarının kendisini şüphelendirdiğini, çünkü onun “Bugün kadar söylediklerinin tam tersini yaptığını” söylüyordu.
Putin’in çağrılarına rağmen Ukrayna’nın doğusundaki Rus kökenli eylemciler pazar günü yapılacak referandumda ısrarlı olduklarını ifade ediyor.
Financial Times’ın 8 Mayıs tarihli başyazısı da işte bu konu üzerinde duruyor ve bugüne kadar attığı adımlarla Batı’yı gafil avlayan Putin için durumu tersine çevirmenin zamanının geldiğini ilan ediyor. Çözüm olarak ise AB ve ABD’nin Rusya’ya karşı tutumunu sertleştirmesini öneriyor. Ekonomik yaptırımlara karşı “Rusya’nın çatırdayan ekonomisinin” fazla dayanamayacağını ifade ediyor.
Fransa’dan Humanite gazetesinden seçtiğimiz yazı ise Avrupa Birliği ile ABD arasındaki serbest ticaret anlaşması müzakereleri ile ilgili. Makalede anlaşmanın gizlilik içinde devam etmesi özelliğine ve bu konuda Sol Cephe’nin attığı adımlara dikkat çekiliyor.


DURUMU PUTİN ALEYHİNE ÇEVİRMENİN ZAMANI GELDİ

Financial Times
Editoryal


Ukrayna krizi süresince Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Batı’yı gafil avlayan girişimleriyle ün kazandı. Bu hafta da aynı şeyi yaptı.
Batılı hükümetlerin bazıları haftalardır Putin’in bir sonraki adımının Rus askerlerini Ukrayna’nın doğusuna sokmak olacağı tahmininde bulunuyordu. Fakat Putin çarşamba günü U dönüşü yaparak diplomatik çözüm umutlarının canlanmasına neden oldu.
Kremlin’de yaptığı basın açıklamasında Putin, Ukrayna’nın doğusundaki Rusya yanlısı aktivistlerden, bu hafta sonu yapmayı planladıkları ve karışıklığı daha da körükleme tehlikesi içeren bağımsızlık referandumunu ertelemelerini istedi. Ukrayna sınırına yığılı haldeki 40 bin askerini geri çekeceğini söyleyen Putin, 25 Mayıs’ta Ukrayna’da yapılacak olan devlet başkanlığı seçimini de “doğru yönde bir adım” olarak tanımlayıp tutum değişikliği gösterdi.
Kremlin liderinin gerçekten de krizi yumuşatmaya çalıştığını düşünmek rahatlatıcı olurdu. Ama dün şüphe baş göstermeye başladı. Donetsk’te Rusya yanlısı ayrılıkçılar Putin’in manevrasını göz ardı ederek pazar günü için planlanan bağımsızlık referandumunun yapılacağını ilan etti. NATO ise Rusya’nın askerlerini hâlâ çekmediğini bildiriyor.
Putin’in manevrası şimdilik gerçek bir girişimden ziyade diplomatik bir oyun gibi görünüyor. Putin hep Moskova’nın doğu Ukrayna’daki Rusya yanlısı militanlar üzerinde kontrolü olmadığını iddia etti. Kiev ise bunu yalanladı. Şimdi ayrılıkçıların onun çağrısına kulak tıkıyormuş gibi görünmesi Putin’in işine geliyor.
Fakat ABD ve müttefikleri durumu bu halde bırakamaz. Bu haftanın gelişmeleri Putin’in hâlâ inisiyatifi elinde tuttuğunu gösterdi. ABD ve AB ise işi tersine çevirerek Putin’i rakiplerinin bir sonraki adımı konusunda merakta bırakır hale getirmeli.
Ukrayna’nın geleceğine dair diplomatik bir çözüm üretilecekse krizin tarafı olan her ülkenin atacağı adımlar olmalı. Putin askerlerini sınırdan çekmeli ve Ukrayna hükümetine karşı medya kampanyası son bulmalı. Doğudaki ayrılıkçılar silah bırakmalı, Ukrayna ordusu ise operasyonlara son vermeli. Ukrayna yönetiminin demokratik meşruiyet kazanması için 25 Mayıs’taki seçimler yapılmalı. Yeni hükümet bölgesel yönetimleri güçlendirmeli, Rusça konuşan bölgelere daha fazla özerklik talebinin meşruluğunu kabul etmeli.
Putin diplomatik bir çözüm için ağırlığını koymadan bunların hiçbiri gerçekleşemez. Belki hâlâ böyle bir şey için yeterli nedeni olmadığı hesapları yapıyordur. Çözümsüzlük devam ettiği sürece Rusya yanlısı ayrılıkçılar doğuda kaosun yayılmasına neden olabilir. Bu ise Kremlin’i nihai amacına yaklaştıracaktır: Parçalama yoluyla Ukrayna’yı NATO ve AB dışında tutmak.
Putin diplomasi yönünde ağırlığını koymazsa ABD ve AB daha sert bir yaklaşım sergilemelidir. Bugün, Rusya Ukrayna’yı işgal eder ya da 25 Mayıs seçimleri yapılamaz hale gelirse yeni yaptırımlar uygulamakla tehdit ediyorlar. Fakat ABD ve AB, doğuda isyan devam ederse bir dizi hedefli yaptırım uygulamasını devreye sokmalıdır. Ayrıca komşu Ukrayna’ya karşı gözdağı ve provokasyon politikasını terk ettiğini kesin ortaya koyana dek bu yaptırımların kademeli olarak devreye gireceği konusunda Putin’i uyarmalıdırlar. Şimdiye dek Ukrayna’da düdük öttüren, her adımda Batı’nın kararlılığını sınayan Putin oldu. Batılı ülkelerin inisiyatifi ele geçirmesinin zamanı geldi artık. Rusya’nın çatırdayan ekonomisi sert mali yaptırımlara bir yere kadar dayanabilir. Bunun sınırını zorlama vakti geldi.
(Çeviren: Aynur Toraman)


HİTLER ALMANYASI YENİLDİ AMA FAŞİZM YAŞAMAYA DEVAM EDİYOR

Diethard MÖLLER


8 Mayıs'tan 9 Mayıs 1945'e geçildiğinde faşist Almanya koşulsuz olarak teslim oldu. Böylelikle Avrupa bu katil diktatörlükten kurtarılmış oldu. 6 milyonu toplama kamplarında katledilen 55 milyon insanın hayatına mal olan savaş sona ermişti...Birçok kişi için 'dönem' sona ermişti, artık 'Demokratik Almanya' dönemi başlayabilirdi. Ama tarihi bir masaldan başka birşey değildi söylenilen...
Olan biteni anlayabilmek için derinlere dalmak gerekiyordu. Batı Almanya'nın egemen sınıfları ise bunu hiç de istememekteydiler. İstememekteydiler çünkü bunu yaparlarsa büyük sanayi ve finanskapitalin faşizmin doğuşundaki rolünü ortaya koymak zorundaydılar.

MASAL YERİNE GERÇEKLER

Hitler şeytan değildi, deli de...O, kapitalist sistem tarafından kullanıldı. İşçi sınıfının devrimci darbesinden korkan büyük sanayi ve finanskapital Hitler'i kurtarıcı olarak görüp iktidara getirmişti. NSDAP'ye milyonlarca bağış yaparak... Sermaye, iktidara getirdiği faşizmden korkunç kazanç sağladı. 1 Mayıs 1933'te sendikalar yasaklandı 'İşçi Cephesi' sendikaların yerini aldı. Grev ve toplu sözleşme hakkı yok edildi. Zorunlu-kölece- çalışma ve imparatorluğa hizmet uygulamasına geçildi. Toplama kampına ilk atılanlar Nazi rejimine karşı kararlı mücadele edilen komünistlerdi. İşkence, terör, ölümlerle işçi hareketi parçalandı, insanlar korkutuldu. 
1937-1945 yılları arasında toplama kampına atılan Protestan rahip Niemöller: 'Naziler komünistler için geldiğinde sesimi çıkarmadım; çünkü komünist değildim. Sosyal demokratları içeri tıktıklarında sesimi çıkarmadım; çünkü sosyal demokrat değildim. Sonra sendikacılar için geldiler, bir şey söylemedim; çünkü sendikacı değildim. Benim için geldiklerinde, sesini çıkaracak kimse kalmamıştı!' demişti. Niemöller, bu sözleriyle direnişin zaafını ortaya koyuyordu. Almanya'da maalesef diğer birçok ülkedekinden farklı olarak faşizme karşı geniş bir mücadele cephesi oluşturulamadı. SPD, KPD ile mücadele etti. KPD açısından da geniş antifaşist cephe oluşturmakta eksiklikler vardı.
Savaş hazırlıkları ve savaş sırasında da büyük sermaye karına kar kattı. Daimler, Porsche, Zahnradfabrik Friedrichshafen silahlanma sayesinde büyüdüler. Bankalar savaşın finansmanından kar ettiler. Toplama kampı tutuklularının ve esir işçilerin azgın sömürüsüyle karlarda patlama yaşandı.

AKLAMA

Ülkemizin kendi iç dinamiğiyle kurtulamaması çok önemli bir trajedidir. Dışardan kurtarıldık. Buna bağlı olarak kurtarıcı ülkeler kendi işgal bölgelerini oluşturdular. Sovyet işgal bölgesinde antifaşistler, sosyal demokratlar, komünistler engellenmeden çalışmalarını sürdürüp yeni devletin inşasında sorumluluk alırken, Postdam Sözleşmesi'ne bağlı olarak büyük sermaye mülksüzleştirilirken batı da durum bunun tersiydi. Kısa süre içinde Naziler ve büyük sanayi ve mali sermayedeki destekçilerinin aklanması başladı. Katolik kilisesi ABD gizli haber alma teşikilatı CIC ile bir 'rat line' ('fare hattı') oluşturdu. Bu organizasyon sayesinde yüksek mevkideki Nazilere sahte belgeler sağlandı, Latin Amerika, Franco'nun faşist İspanyası ve Arabistan'a kaçış turları düzenlendi. Sözüm ona Almanya'nın Nazilerden kurtarılması için kurulan 'Spruchkammer'lerde Nazilerin ceza almadan yaşamlarını sürdürmeleri için Persilscheine adı verilen aklama belgeleri dağıtıldı. 13 milyon 'spruchkammer' davası yapıldı ama neredeyse mahkum edilen kimse olmadı. Ya 'memur kafayla verilen emri yerine getirmişlerdi' ya da 'az zararlıydı'lar. Bazı suçlular kendilerini 'aldatılmış' ve 'kurban' olarak görmekteydiler bile... Bunun olanaklı olmasının nedeni batılı işgalci güçlerin komünizm karşıtlığı ve kışkırttıkları soğuk savaş rüzgarı içinde devlet ve idari makamlarda görev yapmış eski Nazilere yeniden ihtiyaç duyacaklarını bilmeleriydi. Sermayeyi mülksüzleştirme diye bir niyetleri ise zaten yoktu. 

HALK KAPİTALİZME KARŞIYDI

Bu Alman halkının isteklerine ters düşmekteydi. Halk için bu durumun nedeni olan kapitalizmin bertaraf edilmesi zorunluydu. CDU bile bu isteğe boyun eğmek zorunda kaldı. 1947 yılında Kuzey Ren Vestfalya CDU teşkilatı Ahlen Programı'nda: 'Kapitalist dünya sistemi Alman halkının devlet ve toplumsal çıkarlarına cevap veremedi. Toplumsal ve ekonomik yeni düzenlemenin içerik ve hedefi kapitalist kar ve iktidar hırsı olamaz, halkın refahı esas alınmalıdır.' denmekteydi.  Bir yandan kapitalizmi tekrar işler hale getirmek için uğraşılırken söylenen boş sözlerden başka bir şey değildi bunlar... Kısa süre içinde eski Naziler yüksek devlet makamlarına getirildi. Örneğin eski toplama kampı yapım ustası Lübke, cumhurbaşkanlığına getiriliverdi. En son NSU davasından beri Anayasayı Koruma Kurumu'nun Naziler tarafından inşa edildiği, bu kişilere uzman olarak ihtiyaç duyulduğu itiraf ediliyor. Sermayeye her türlü özgürlük tanındı. Savaş o kadar çok şeyi tarumar etmişti ki, artık ilerlemeden -atılımdan- başka bir şeyin olması imkansızdı. Bu atılım, kapitalizmin ne kadar 'toplumsal' olduğunu ispat etmek için kullanıldı. Yeniden inşa sürecinin tamamlandığı ilk ekonomik krizde ücretler düşürüldü, toplumsal haklar gasp edildi, kitlesel işten atmalar gündeme geldi. 1989'da eski sosyalist, zamanla yozlaşmış devletler çökünce kapitalizmin kendinin güçlü olduğunu kanıtlaması gereken sistemler arasındaki rekabet sona erdi. Kapitalizmin 'zaferi' ilan edildi. O zamandan bu yana kapitalizm gerçek yüzünü gösterdi: Radikal sosyal hak gaspları, yoksulluk ücretleri, kitlesel işsizlik, dünyanın emperyalist yeniden paylaşımı ve düzenlenmesi, vb...

KAPİTALİZMİN 'ZAFERİ' ile FAŞİZM TEKRAR YEŞERDİ

Nazilere karşı hiçbir zaman kararlı bir mücadele sürdürülmedi. Yine de uzun süre 'gölgede' yaşamak zorunda kaldılar. Açıkça ortaya çıkışları teşvik edilmedi. Ama 1989'la birlikte bu durum bıçakla kesilir gibi değişiverdi. Solingen ve Mölln'de birçok kişinin katledilmiş olması hatırlardadır. NSU cinayetleri ve Anayasayı Koruma Kurumu'nun desteği Nazilerin ne denli cani olduğunun açık işaretidir.
Avrupa'nın çoğu yerinde faşist gruplar yaşamlarını sürdürdüler. İtalya'da faşist MSI değişime uğratılarak Berlusconi rejisinde hükümet oldu. Avusturya'da Haider'in aşırı sağ FPÖ'sü belli bir dönem hükümet ortağıydı. estonya ve Litvanya'da anma törenlerine eski SS subayları katıldılar. Devlet tarafından komünizme karşı özgürlük savaşçıları olarak onurlandırıldılar. Macaristan'da CDU ile sıkı ilişki içindeki aşırı sağ Viktor Orban iktidara geldi. Bir zamanlar AB, Haider'in Avusturya'da, MSI'nin İtalya'da hükümete gelmesine mesafeli yaklaşmıştı, şimdilerde buna gerek duymuyor. Tam tersi Ukrayna'da olduğu gibi Naziler destekleniyor. Hükümete karşı darbe yapan bu 'özgürlük savaşçıları'na milyonlarca Euro destek sunuluyor.

SERMAYE NAZİLERE NEDEN TEKRAR İHTİYAÇ DUYUYOR?

Sorunun cevabı açık: Naziler halkı bölüyor. Milliyetçi gerilimler dini kışkırtmalarla halkın birbirine düşmesi, birbiriyle mücadele etmesi sağlanıyor. Bu durum tabi ki sadece nazilerle sınırlı değil. Hükümetler İslam terörüne karşı kışkırtıcı açıklamalar yaptıklarında veya artan mülteci rakamları uyarısında bulunduklarında nazilere gübreli toprak sunuyorlar.
İnsanlar sermayeye karşı elele mücadele edecekleri bir cephe oluşturmak yerine birbirleriyle uğraşırlarsa bu sermayenin rahatını bozmuyor tersine işine geliyor. Krizin derinleştiği Yunanistan, Doğu Avrupa ülkeleri, İspanya ve İtalya'ya bakıldığında bu parçalanmanın nasıl kullanıldığı açıkça görülebilir. Fransa ve Almaya'da da Front National ve AfD bu amaçla medya tarafından abartılıyor ve mali destek alıyor.
Ukrayna'da görüldüğü gibi yetki alanının genişletilmesinde naziler yararlı oluyorlar. Silahlı faşist güçler legal hükümeti düşürdüler ve ' özgürlük savaşçısı' olarak kutlandılar. Kiev'de Nazilerin de bakan oldukları illegal hükümete karşı çıkanlar ise şiddet yanlısı isyancılar olarak mahkum edildiler. Nazi terörü insanları ürkütüyor, korku yayıyor ve sistem karşıtlarının yok edilmesine yol açıyor.

AVRUPA FAŞİZMDEN KURTARILMADI

Görüldüğü gibi Avrupa faşizmden kurtarılmadı. 8 Mayıs 1945'te Hitler faşizmi yenildi ama mirasçıları eskisinden çok daha aktifler. Gerçek ve kalıcı bir kurtuluş yalnız ve yalnız halklar tarafından sağlanabilir. Parçalanmaya karşı, birlik, dayanışma ve en geniş cephede ortak mücadele zorunludur. Bu nedenle 8 Mayıs sadece tarihi bir gün değil faşizmden kurtuluş için verilen büyük mücadeleyi sürdürme ve sonlandırmak için bir nedendir de...


TRANSATLANTİK PROJE VE ŞEFFAFLIK 

Frederic DURAND
Humanite


ŞEFFAF olmamasıyla ünlü AB ile ABD arasındaki serbest ticaret anlaşması müzakereleri yaklaşık bir yıldır sürüyor ve aktif bir aşamaya geldi. Ama hâlâ büyük gizlilik devam ediyor. Bu nedenle, Sol cephenin meclis grubu bir önerge ile Avrupa işleri komisyonuna başvuruda bulundu ve görüşmelerin dondurulmasını talep etti. “Birinci amacımız müzakerelerin dondurulmasıdır. Daha fazla şeffaflık için toplumda bir tartışma başlatmayı arzuluyoruz” diyor Sol Cephenin Meclis Grubu Başkanı André Chassaigne. Böylelikle “kimi korkuluklar konulabileceğini” ekliyor sözlerine.
Projeye yönelik diğer bir eleştiri ise, devletlerin egemenliklerinin elinden alınacağına dair kaygılar. “Bu proje bitmez tükenmez davaların başlamasına kapıların açılmasıdır. Bir ülkenin sosyal koruma yasalarından biri ticari sözleşmenin bir maddesini engellediği durumda, herhangi bir şirket özel mahkeme önünde devlet hakkında suç başvurusunda bulunabilir” diye belirtiyor Puy-de-Dôme milletvekili. Milletvekillerin başvuru önergelerinde, “uluslararası şirketlerin bu mahkemeler içerisinde hem yargıç hem savcı olabileceğine ve böylelikle eşitlik kuralına uyan, ülkelerin egemenliğine, kültürel ve tarihsel geleneklerine saygı gösteren mahkemeleri atlayabilecekleri” ifade ediliyor.
Şu ana kadar hiçbir ülkenin milletvekilleri anlaşmanın gerçek içeriğine dair herhangi bir bilgiye sahip değil. Görüşmeleri yürütenler, hiçbir bilgi aktarmamak için ekonomik stratejik nedenlerden dolayı gizliliğin zorunluluğuna sürekli vurgu yapıyor. Ama bu gerekçe kesinlikle kabul edilemez; zira 820 milyonluk tüketiciyi doğrudan ilgilendiren ve dünya milli gelirinin yarısına tekabül eden bir anlaşma için masa etrafında oturanlar, Avrupa Komisyonu üyeleridir ve seçilmiş değil, atanmış kişilerdir. Sol cephenin milletvekilleri için, ülke yasalarının yerine geçecek bir anlaşmanın imzalanma riski hiç de az değil. “Tüm demokratik kurallar dışında yürütülen bu anlaşma eğer yürürlüğe girerse, belirlediği kurallar on yıllarca yürürlükte olur ve yüz milyonlarca yurttaşı olumsuz etkiler” diye uyarıyor milletvekilleri. Komisyonda görüşülecek başvuru, inşa edilen büyük transatlantik pazar tartışmalarının daha demokratik olması yönünde atılacak ilk adım olabilir. Böyle olması ise kaderini değiştirebilir.
 
(Çeviren : Deniz Uztopal)
 

ÖNCEKİ HABER

Silopi\'de fırtına minare yıktı: 2 yaralı

SONRAKİ HABER

Soykırımın tarihçesi; Anne Frank Sergisi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...