04 Mayıs 2014 07:34

Heveslerden heves

Ağaçlardan haberdar olmak, birinin gövdesine bakıp yaşını tahmin etmek, ötekinin yapraklarına dokunup bazı bilgilerden haberdar olmak, berikinin suyunun nasıl verildiğini yanımdakine tarif etmek isterdim.

Heveslerden heves
Paylaş

Mehmet Said AYDIN*

Ağaçlardan haberdar olmak, birinin gövdesine bakıp yaşını tahmin etmek, ötekinin yapraklarına dokunup bazı bilgilerden haberdar olmak, berikinin suyunun nasıl verildiğini yanımdakine tarif etmek isterdim. Eksiklik listesi yapmayayım ama bunu da bilmiyorum. Bilmemekler kuyusunun hayıflanma listesinin başlarında geliyor bu desem, yalan olmaz. Hele bahar gelirken. Baharı duyduğumu sandığım zamanlarda, bir bahçeye yalınayak basmaya meyletmişken, heveslerden heves beğenmişken.
Ol rivayet, Hıdır ile İlyas Mayıs’ın 6’sında dünya yüzünde bir yerlerde buluşuyorlar. 5’i gecesi yahut 6’sında da dünyanın bir bölük milleti bunu bayram olarak kutluyor ve adına Hıdrellez diyor. O milletlerin hemen yanıbaşında olan başka bir millet o baharı 21 Mart’ta “yeni gün” olarak kutlamış oluyorlar o esnada. Sonra hep beraber bir şenlik ateşinin etrafına toplanıyorlar ve yeni bayramı hep beraber idrak ediyorlar. 21 Mart ile 6 Mayıs arasında bir de 1 Mayıs giriyor. 21 Mart’ta yeni günü kutlayan millet kendi dilinde Mayıs ayı için “güller” adını uygun görüyor. Güller, çiçekler, toprağın bereketi ve bahar. Rakama boğdum yazıyı, sözelci olduğum gerçeğiyle devam edeyim.
2007 1 Mayıs’ında, o günlerde Ankara’da yaşayan biri olarak kalkıp İstanbul’a gelmiştim. Evvelinde Taksim’de bir video çekmeye niyet etmiş, yarı yolda bin pişman olmuş, birkaç gün sırtımda kamera ve tripod’la “77 1 Mayıs’ı Unutulmaz” diye bir şey çekip, babama ithaf etmiştim. Kamerayı ve kasetleri güvenli bir yerde bırakıp, 30 Nisan gecesi Şişli taraflarında bir arkadaşımızda kalmaya gitmiştik ahbaplarla. Gün boyu Ergenekon Caddesi’nde bir oraya bir buraya savrularak, akabinde aşağı Dolapdere’ye inip tersten dolanarak yani Tünel’e giderek girmiştik Taksim’e. Gaz denen nesne henüz kitlelerce bunca tecrübe edilmemişti, hatta duyuyorduk yakınlarımızdan da “En azından gaz sıkıyorlar, siz de biraz abartmıyor musunuz?​” O gün biz Tünel tarafından Taksim’e girdiğimizde yanımdaki arkadaş babasıyla konuşuyordu telefonda. Babası Eskişehir’deydi, çok merak etmişti oğlunu ve yaptığımızı biraz şımarıkça buluyordu. Taksim’e girsek ne olacaktı sanki? Başka yerde kutlanamaz mıydı bayram? Babasının “çok da zulmetmedi polis sanki?​” deyişine artık dayanamamıştı arkadaşım, “evet baba çok zulmetmediler, az evvel gazdan boğulmak üzereydi çok sevdiğin oğlun ve sen bize şımarık diyorsun.” Sonra iktidardakiler “orantısız şiddet”ten özür diler gibi Taksim’de kutlamayı serbest bırakıp, üstüne bir de “piar” yaptı: “Bakın biz size özgürlük verdik.” Anayasada apaçık yazıyor, o anayasayı üstelik onlar yaptı: “Herkes, önceden izin almaksızın, bu Kanun hükümlerine göre silahsız ve saldırısız olarak kanunların suç saymadığı belirli amaçlarla toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.” Kanun dediği, “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu.” Hükümler dediği de açık, orada duruyor. Bir bayram için insanlar geceden yaka değiştiriyor, baret tozu siliyor, maskelerini kaldırdıkları yerden alıyor. Ne güzel bahar geliyor, değil mi?
Sonra araya 2014 1 Mayıs’ı girdi. Biz uyandık, “işçi sınıfı” denen sınıfın bugün artık beyaz yakalıyı da, memuru da, mavi yakalıyı da kapsadığını anlatamadan, derdimiz gücümüz sokakta gaz yemekmiş, biz hassaten bundan zevk alırmışız, İstanbul’un daha başka ara sokaklarını tazyikli suyla öğrenmek istermişiz gibi çıktık sokağa. Bir gün sonra herhangi bir yerine gitmek için İstanbul’un, çoğumuz arkadaş evlerinde kalmış, geceyi “Şuraya gidelim de, belki orada başka arkadaşlarımızı da görürüz” diyerek geçirmiş, seyahat özgürlüğünden yoksun bir meçhule uyanmış ve sokağa çıkmıştık. Duyduk da sonra, bazı arkadaşlarımızın üstü başıyla ilgilenmiş kimileri, berikisi onlar nerede demiş, ötekisi zaten küfretmeye, bedduaya hakarete yer arıyormuş. Yekpare bir yan yanalık fotoğrafı hevesi içinde değilim, buna “diyalektik” müsaade etmez zaten de, be arkadaş sizin içinizde ne kadar çok irin varmış? Bak karşıda ordu denebilecek kadar kalabalık, teçhizatlı, belindeki elindeki silahı ateşlemek için talim almış, aldığı talimi uygulamak için maaş alan koca bir kalabalık var. Devletin onlara verdiği üniformayı giyip, botunu ayağına bağlayarak karşıda düşman bellediği birilerine biber gazı, plastik mermi, tazyikli su, bir garip renkli başka su vesaire sıkıyor. Onun karşısında ise, en çok yüzünü kapayan, ala ala bir gaz maskesi almış, bir meydana “bayram” ve “bahar” için çıkmaya çalışan bir kalabalık var.
Bu senenin 1 Mayıs’ında, Şişli’de Disk’in çevresine gitmeye gayret ederken, eşi dostu görüp selamlaşmışken büyük çatışmanın ortasında kaldık. Koşuşma, kaçışma, gaz, plastik mermi, su derken bir kahvehaneye sığınıverdik. Kimi yaralı, kimi öksürüyor, kimi tuvaleti kullanmak için sıra bekliyor. İçeride oranın müdavimi olduğu belli kimseler var. Belli ki eylemcilere sempatisi var hepsinin. Sonra büyük bir tazyik oluyor, polisler dalıveriyor civardaki yerlere. Hemen bizi bir arka bahçeye gönderiyor kahvehanedekiler. Bir çıkıyoruz ki, nasıl bir saklı cennet, güzelim bir bahçe. Onur’la oturuyoruz, çaylar geliyor. Bari diyoruz, şimdi “bayram” oldu diyelim. O hengamenin ortasında çay içebilmeyi bile bayram sayıyoruz. Newroz’umuz, 1 Mayıs’ımız, Hıdrellez’imiz kutlu olsun. Gönlümüzce bayram edeceğimiz günler de gelecek elbet.
*Şair

ÖNCEKİ HABER

Denizlerin soyundandırlar

SONRAKİ HABER

Ederlezi’yi bize bağlayan gece

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...