20 Haziran 2011 12:27

Asi’nin beri yanı...

Memleketin güney ucu, dünyanın en eski kentlerinden Antakya’nın ortasından geçen nehrin adını Asi koyanların aklında elbette Arap baharı falan yoktu. İsmin, suyun aktığı yönün farklı bulunmasından, buradan oraya değil, oradan buraya olmasından ileri geldiği söylenegelir. Ama Asi, ülkelerindeki baskıcı rejime isyan eden Arap komşular

Asi’nin beri yanı...
Paylaş
Çağdaş Günerbüyük

Suriye’de üç ay önce gösterilerin başlamasının ardından o tarafta baskılar artıp saldırılar yoğunlaşınca, muhalif halk çareyi evlerini terk etmekte buldu. Şimdiden on bin civarında Suriyeli mülteci, Asi’nin öte yanından gelip bu yanındaki Kızılay kamplarına yerleşti ve her gün yüzlerce yeni mülteci sınırı geçerek buraya sığınıyor.

Hatay’ın güneydoğusunda, Suriye ile Türkiye arasındaki sınırın bir kısmını Asi nehri çiziyor. Kamplardan ikisi, Altınözü ile Boynuyoğun, tam bu sınır boyuna kurulmuş. Nehrin ve doğal olarak sınırın iki yanındaki pamuk tarlalarının arasında yükselen bembeyaz çadırlar, evlerini, tarlalarını, hayvanlarını nehrin öte yanında bırakan Suriyelilere barınak sağlıyor.

SURİYE’DEN HABER ALMAK ZOR

“Ordunun Cisr El Şuğur’a doğru ilerlediğini haber alınca, biz evlerimizi boşaltıp göç ettik. Yanımızda Baas yanlısı köyler de var, onlarla üç ay önceye kadar aramızda bir sorun yoktu. Biz gösterilere katılıp da hain ilan edilince aramız bozuldu. Biz göç ettikten sonra, o köylerden insanları şehir merkezine getirmişler, evlere, dükkanlara yerleştirmişler. Kameralarla çekip dünyaya ‘Bakın Cisr El Şuğur’da bir sorun yok’ diye göstermişler.”

Boynuyoğun kampında kalan dört bine yakın mülteciden biri, 61 yaşında adını vermeyen siyahlar giymiş bir kadın, bunları anlatıyor. Cumartesi günü nihayet basına kampı az da olsa gezmelerine olanak tanıdıklarında, üç ayın bütün olaylarını tüm heyecanıyla özetlemeye çalışanlardan biri de oydu.

Dünyanın birçok ülkesinden gelen onlarca gazetecinin Hatay’ı mesken bellemesinin nedeni bu kamplar ve sınırdan geçişler. Suriye’de gazetecilik yapmak pek mümkün olan bir şey değil, eylemci kovalayan Suriye polisi ve askeri gazetecilerin de dostu sayılmaz. Bir umut, Suriye ile ilgili son haberleri, sınırı geçip bu yana gelen mültecilerden almakta. O da kimsenin umduğu kadar kolay olmuyor.

MÜLTECİ POLİTİKASI NAMUS BEKÇİLİĞİ Mİ?

Konu bir an için Suriyelilerin yaşamlarından çıkıp, Türkiye’ye ilk kez gelen gazetecilerin şaşkınlıklarına dönmüştü. Kısa süre içinde birbiriyle çelişkili o kadar çok şeyle karşılaşıp kafası karışan zavallılar, daha tecrübeli olanlara “Hem izin veriyor, hem yasak koyuyorlar, bunlar ne yapmaya çalışıyor” diye sormaya çalışıyordu. Bizim gibi yetkililerle konuşma ayrıcalığına sahip olup gerekçelerini öğrenseler, belki de düşüp bayılırlardı.

Kameranın yasak oluşunun gerekçesi, yine güvenlikti. Fotoğraf çekmek serbest, yani adı serbest, onun için de sürekli yanınızda bir görevli “İzin aldınız mı” diye soruyordu. Bu sorunun ne kadar komik olduğunu anlamak için manzarayı görmek gerek. Çünkü kamptaki mültecilerin tamamı gazetecileri görünce yollara döküldü, dertlerini anlatmak için çırpınıyor, yanına gelip konuşmaya, fotoğraf çektirmeye çalışıyordu. Makineyi görür görmez poz verenlerden zaten yürümeniz pek mümkün değildi. “Bu insanlar yarın ülkelerine döndüklerinde fişlenmesinler” kaygısı pek güzel de, bunu kendi de akıl edebilecek insanları korumak adına bizim yediğimiz azar, yanımıza kaldı.

Röportaj yasağını açıklamak için kullanılan ifadeler, hepsinden daha düşündürücüydü: “Burada aileler var.”

ÇOCUKLAR VE SLOGANLAR

Aileler dışında kampta neler gördük? İlk dikkati çeken çocuk sayısının çokluğu. Çocuklar, büyüklerinden duydukları sloganları sürekli tekrarlıyorlar, kaydırağından tepesindeyken bile. Kadınlar, erkekler, çocuklar, herkes konuşmak istiyor. Çuval bezinden yapılmış pankartlarla dertlerini anlatmaya çalışıyorlar, öfkeyle. Suriye bayrakları da eksik değil. Kimisi, işkence yaralarını gösterip fotoğrafını çektirmeye çalışıyor.

Bir tanesi de, gazetecilere ateşli ateşli derdini anlatan arkadaşını kenara çekip ona kızıyor: “Suriye Suriye’de, Türkiye Türkiye’de” diyor. Ama onu pek dinleyen yok.

“Gösteriler başlayalı iki hafta olmuştu. Gençler duvarlara karikatürler çiziyordu. Bir tanesinde Esad, koltuğa yapışmış görünüyor, halk onu tutup kaldırmaya çalışıyordu. Bir gece ikide evime girdiler, beni gözaltına aldılar. Neden dedikçe, soru sordukça daha çok vurdular. Elektrik kablolarıyla vurdular, ayak parmaklarıma elektrik verdiler. Günlerce işkence gördüm ve bana sordukları ilk soru şuydu: Gösterilere katıldın mı? Yani katılıp katılmadığımı bile bilmiyorlardı!”

Boynuyoğun kampındaki gezinin ardından, bu kez fotoğraf da çekemeden, bir başka çadırda, birkaç mülteciyle kısıtlı da olsa konuşma imkanı bulduk. Oradaki 40 yaşlarında uzun boylu öfkeli adam da, diğer mülteciler gibi üç ay önce yaşadıkları, ülkelerini terk etmelerine neden olan günleri anlatmak istiyordu. Bu baskıların daha güncel olan kısmını da anlatamıyordu, kendi bildiği kadarı önceki bilgilerden ibaretti. Ben de ondan önce neler yaşadıklarını, nasıl bir özgürlük istediklerini sormaya çalıştım, ya anlaşamadık, ya da diğerleri gibi son aylardan başka bir şey anlatmamaya kararlıydı. “Peki bundan sonra” deyince yüzü önüne düştü, “Bilmiyorum” dedi. (Hatay/EVRENSEL)


KORKMADAN YAZACAK MISIN?

Kampta en çok tekrarlanan sözlerden biri de, “Teşekkürler Türkiye”, “Teşekkürler Erdoğan”. Özgürlük istedikleri için baskı görmüş, ülkelerinden kaçıp soluğu Türkiye’de almış insanların teşekkürleri elbette anlamlı. Dediklerine göre Angelina Jolie’nin de beğendiği kamptaki hayatlarından memnun olduklarını söyleyip şikayet etmiyorlar.

Bir de Hataylı akrabalar var. Onlar, her gün kampa gelip kamptaki yakınlarıyla görüşmeye çalışıyor ve o gün de gördüğümüz kadarıyla epey zorlanıyorlar. Hiç görüşemiyor değillermiş, görüşebiliyorlar. Ama Asi’nin öte yanından gelen akrabaları kadar durumdan memnun değiller.

Kapıda, yine akrabalarıyla görüşmek için bekleşenlerden bir amcayla, Türkiye’nin hem Suriye yönetimiyle arayı bozmayan, hem Suriyeli mültecilerin gönlünü almaya çalışan ikircikli politikasını konuşmaya başlıyoruz ki, önce emin olmak istiyor: “Gazeteci, korkmadan yazacak mısın?​” Sözümü vereceğim ki, bizi ayırıyorlar birbirimizden. Karışıklıkta sohbetin sonunu getiremiyoruz.


KAMPLAR DA KAPALI KUTU

Kamplar için geçerli olan da şu: Etrafı tellerle çevrili, civar karakollardan getirilen jandarma erleri tellerin her köşesinde 24 saat nöbet tutuyor. Güvenlik önlemlerine kimsenin itirazı yok ama Angelina Jolie’ye açılan kamplar haftalardır gazetecilere de kapalı olunca bu o kadar olağan karşılanmıyor. Ne girişin ne çıkışın mümkün olduğu kampları hapishanelere benzetmek, biz abartıya alışık Türkiyelilerin değil, savaş bölgelerinde daha önce çokça bulunmuş gazetecilerin aklına geldi.

Haftasonunda, haftalardır orada bekleyen gazetecileri kamplardan birine almaya karar verdikleri duyulduğunda, Dışişleri Bakanlığı ve Hatay Valiliği yetkililerinin beklediklerinin çok üstünde bir gazeteci kalabalığı Boynuyoğun’da toplandı. Nihayet mültecileri yakından görüp konuşabileceklerini ummak, sıcağın altında saatlerce bekletilmeye de, itilip kakılmaya da, telefon, kamera yasağına da, röportajların engellenmesine de göz yummalarını sağladı.

ÖNCEKİ HABER

Tüzel: Güç birliğini genişleterek devam ettireceğiz

SONRAKİ HABER

Sınırda şeytan üçgeni

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...