16 Nisan 2014 06:00

Kamera ameleliğiyle geçen yarım asır

Aytekin Çakmakçı 1949 Trabzon doğumlu. Birçok sinema filmi, televizyon dizisinde, reklam filmlerinde görüntü yönetmeni olarak görev almış. 16 yaşında, İstanbul’da kamera 2. asistanlığı yaparak başlamış Çakmakçı’nın sinema öyküsü. Sinemaya yeni görsel anlayışını da taşıyan Çakmakçı, İrfan Tözüm, Şerif Gören, Yavuz Tuğrul ve daha birçok yönetmenle çalışmış. Aytekin Çakmakçı’dan setlerde geçen bir ömrün hikayesini dinledik.

Kamera ameleliğiyle geçen yarım asır
Paylaş

İlknur YILMAZ
Ankara

Aytekin Çakmakçı 1949 Trabzon doğumlu. Birçok sinema filmi, televizyon dizisinde, reklam filmlerinde görüntü yönetmeni olarak görev almış. 16 yaşında, İstanbul’da  kamera 2. asistanlığı yaparak başlamış Çakmakçı’nın sinema öyküsü.  Sinemaya yeni görsel anlayışını da taşıyan Çakmakçı, İrfan Tözüm, Şerif Gören, Yavuz Tuğrul ve daha birçok yönetmenle çalışmış. Aytekin Çakmakçı, 1986’da, Antalya Film Şenliği’nde,  “Yılanların Öcü” filmiyle En İyi Görüntü Yönetmeni Ödülü’nü, 1996’da Adana Altın Koza Film Şenliği’nde,  “Mum Kokulu Kadınlar” ve “Işıklar Sönmesin” filmleriyle en iyi görüntü Yönetmeni ödüllerini almış. Marmara ve Karadeniz Teknik Üniversitelerinde Görüntü ve Stüdyo Teknikleri dersleri vermiş olan Çakmakçı şimdi Ankara’da Sinetopya’ da, genç, yaşlı birçok kişinin katılımıyla atölye çalışması gerçekleştiriyor. Aytekin Çakmakçı’dan setlerde geçen bir ömrün hikayesini dinledik.

Sinemaya nasıl gönül verdiniz?
Küçükken bir sünnet düğününde, büyük ağabeyim, ucuz, hiçbir ayarı olmayan, amatörün de amatörü, bakalit fotoğraf makinesi hediye etti. Ama hep yastığımın yanındaydı. Sağına soluna bakıp hep onu seyrediyordum. Öğrenmeye çalışıyordum. Oradan bir aşılama başladı.

Liseli yıllarda bir arkadaşım ‘Kamera ikinci asistanlığı için biri aranıyor. Çalışır mısın? Hem para kazanır hem de fotoğrafçılığı öğrenirsin’ dedi.  O yaz, ‘Yalancı’ ve ‘Kumarbaz’  adlı iki film çalışması yaptım. 1965 yılıydı ve siyah beyaz filmlerdi bunlar. Filmlerde İzzet Günay, Fatma Girik, Hülya Koçyiğit oynuyordu. O yaz bittiğinde, babama  mesleğe devam edeceğimi söylediğimde beni evden kovdu. Çünkü sinema muamma bir yer. O işi yapan insanlar yaşamıyor uzaydan gelmiş gibi. Oraya gidenin akıbeti belli değil.

Babam önce tehdit edip sonra beni kovunca 17 gün Erman Filmde kaldım. Akşam kapıları üzerime kapatıyorlardı. Sabah onlarla beraber sete gidiyordum. 18. gün eniştem gelerek babamın rahatsızlık geçirdiğini eve gelmem gerektiğini söyledi. Usta eve gönderdi. Baktım babam oturuyor. Babam bizleri çok severdi ama başımızı bile okşamazdı ataerkil bir adamdı.  Babam, ‘Ne iş yapacaksan yap ama, anneni üzme, her akşam eve gel’ dedi.  Annem de ağlıyordu. İlk defa 17gün dışarıda kalmıştım. Annemin üzerine attı ama kendi de üzülmüştü.  Benim çalıştığım filmler mahallede oynamaya başlayınca annem ve babam tebrikler almaya başladı. Herkes ‘Oğlun adam olmuş. Meşhur olmuş. Kartal Tibet, İzzet Günay, Hülya Koçyiğit, Fatma Girik’le ismi yazıyor’ denilince hoşlarına gitti. Oysa ki yaptığım iş kamerada  amelelikti. O zaman babamın gönlüne sindi bu iş ve kabul etti sinemacılığımı. Öyle başladı şimdi yarım asır oldu.

İYİ FİLM DOĞRU GÖRÜNTÜLER TOPLAMIDIR

Galiba ışıkta yaptığınız değişiklikler ve yeni görsel anlayışınızla tepkiler almışsınız önceleri...
Türk sinemasında klasik görüntü dili ve klasik ışık anlayışı vazgeçilmez bir olguydu. Benim yanlarında çalıştığım ustalarda hep klasik çalışırlardı. Algı buydu. Benim gözüme çarpmıştı farklı bir tarz uygulanmaya başlamıştı. Empresyonizmle doğallığın harmanlandığı sinemaya ait özel bir üslup.  Hoşuma gitti. Araştırmalarını yapıyordum. Çok başarılı örnekleri de vardı görüntü yönetmenlerinin. Ama Türk sineması bunu kabul etmiyordu. Ben denemeye başladım. Kabul etmediler. Oyuncular şikayet etti. ‘Kamera yanından  iki gözüme nokta ışık istiyorum’ dedi. Çünkü öyle alışmışlar. Bir gün Şerif Gören bunu fark etti ve  ‘Yılanların Öcü’nde benimle çalışmak istedi. Bana, ‘Proje büyük, oyuncular büyük, bütçe büyük kendini hazır hissediyor musun?​’ diye sordu. Ben de, kafamdakileri gerçekleştirmek için böyle bir proje beklediğimi ve hazır olduğumu söyledim.  ‘Beni utandırma’ dedi. Antalya’da,  En İyi Görüntü Yönetmeni Altın Portakal’ını  ilk Yılanların Öcü ile aldım. O uyguladığım anlayış şimdi 2014 yılında, olmazsa olmaz tek model haline geldi. İlk savaşları verdim, hırpalandım ama, sonuca varmış oldum. İyi film doğru görüntüler toplamıdır. Ben bunu felsefe edindim.

GENÇLER ALDATILIYOR

Üniversitelerde “görüntü” ve “stüdyo teknikleri” dersleri de veriyorsunuz...

Bunlar sürekli eğitim. Bunların dışında 30 yıldır 40 kadar üniversitede, üçer beşer günlük   seminerler ve uygulamalar yapıyorum. Bu çalışmalar damarlarımda sirkülasyon yapıyor ve beni canlı tutuyor. Kendimi daha iyi hissediyorum.

Ben ülkenin ekonomisinden, uluslararası stratejilerden anlamam ama, kendi mesleğim açısından baktığımda üniversiteler de alt yapı eksikliklerini bilirim. Bana yetki verseler 8 -10 tane okul dışındakilerin hepsini kapatırım. Hoca eksikliği var. Alt yapı, teknik eksikleri var. Birçok üniversiteye gittim. tekniği anlatıyorum, uygulamaya geçeceğiz , ‘Bana üç tane lamba, bir tane monitör , küçük bir el kamerası  verin’ diyorum, ‘Biz de el feneri bile yok’ diyorlar.  Biçilen kaftan bu. El feneri bile olmayan sinema bölümü.  

Baba Evi, Şehnaz Tango, Yeni Hayat, Gurbetçiler, Bizim Ev, Yaprak Dökümü gibi birçok dizinin de görüntü yönetmenisiniz. Dizileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Televizyon dizilerinde sanat aranmaz ama, kalite aranır. Teknik ekibin bakış açısından bu doğru.  Fakat, her 20 dakikada bir reklam kuşağı almak, kanallar çok para kazansın mantığıyla, bir yarış başladı. Yapımcılar al 15 dakikada benden olsun ücret istemiyorum diye yapımcılara gidiyorlar. Gece yarılarına kadar çalışmalar sürüyor. Günde 17, 18 saat çalışılıyor. Bu koşullarda kaliteli ürün beklemek hayalcilik olur. Tam bir emek istismarı. TV kanallarına bunu söyleyip antipati toplamamak için, partiler eşgüdümlü bir davranış içerisinde bu insan emeğini  istismar eden bir çılgınlığa hiç ses çıkarmıyorlar. Ses çıkarmamak da bir anlamda teşvik etmek manasına geliyor.

Birçok yönetmenle, birçok oyuncuyla çalıştınız bunları yazmayı düşünüyor musunuz?
Birkaç arkadaşım yardımcı oluyor. Yazmaya çalışıyorum. İlginç anılar var tabii ki. Yaptıkça, okudukça  öğrendiklerim var.  Mesleğimde aşama yapmak için, algımın genişlemesi, perspektifimin genişlemesi var. Öğrenmenin yaşı yok.

KADIN YÖNETMEN SAYISI İKİYİ GEÇMİYORDU

Kadınlar açısından da değerlendirirsek; burada yaptığınız atölye çalışmalarında gördük ki, gençlerin yanı sıra,  kırklı yaşlarda çok sayıda kadın katılımcılar oluyor.  Kadınların anlatacak hikayeleri de çok bu konuda. Siz neler söylersiniz kadınların sinemaya yönelik bu ilgisi hakkında?
Benim asistanlığa başladığım 65’li yıllardan 80’lere kadar sinema erkek egemen bir alandı.  Kadın yönetmen sayısı biri ikiyi geçmiyordu.  Birsen Kaya, Bilge Olgaç gibi. Bilge Olgaç o dönemin Jandark’ıydı. Onun iki filminde,  ‘Kurşun Adres Sormaz’ ve ‘İpekçe’de birlikte çalıştık. Bugün özellikle kısa film, belgesel gibi alanlarda kadınların yaptığı güzel işler görüyorum.
 

ÖNCEKİ HABER

Ağrı’ya vali yardımcısı belediye başkanı oldu

SONRAKİ HABER

Telegraph: Türkiye Keseb’te radikal islamcılara yardım etti

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa