09 Nisan 2014 18:35

Kentler, kadınlar ve yerel seçimler

Ama bu tablonun karşısında başka bir umut tablosu da var. Tıpkı Gezi direnişi sürecinde olduğu gibi, halklarımız, gençlerimiz, kadınlarımız ve hatta çocuklarımız olan bitene her yerde kah mizahla, kah tomalara, biber gazlarına karşı protestolarını haykırarak, bütün ülkede sokakta, meydanda her yerde “hırsız vaaaaarrrr!” diye bağırarak bu pespaye oyunun halka rağmen sürgit devam edemeyeceğini gösterdiler.

Kentler, kadınlar ve yerel seçimler
Paylaş

Cevriye AYDIN

“Günde üç posta dayak yiyip yine de kocam diyen karı gibisin Türkiyem!”
Bu güzelleme, sosyal paylaşım ağında 2014 yerel seçim sonuçları için yapıldı. Okuryazar bir yorumcu tarafından “yerel seçim”, “kadın” ve “Türkiye” arasında kurulan bu bağıntı, ne kadar mizah, ne kadar acı gerçek, ne kadar argo, ne kadar “maço” çağrışımlar yaparsa yapsın; olaya hangi yandan bakarsa baksın siyasal-sosyal olaylara bakışın gerilediği yeri anlamak için bir anahtar değerinde.
Seçim sonuçlarını rutin bir yenilgi halinde ve günde üç posta dayak şeklinde bir “ezik”lik olarak değerlendirme alışkanlığını, kaderciliğini mi tartışmalı?
“Ezik”liği, karı (yani kadın) ile özdeşleştiren; kadını, mazoşist, celladına hayran bir psikopat tiplemesi olarak olağanlaştıran,  sosyal dinamikler ve değişimlerin algı ve bilgisinden azade bu kayıtsızlığı mı tartışmalı?
Önemli bir siyasal kavşakta bulunan ülke halkının tercihlerini toptancı bir yaftalama ile küçümseyen, bu küçümsemeyi kadınla birlikte anlamlandıran o genetiğe işlemiş, eşitsiz ve adaletsiz zihinsel kodları mı tartışmalı?
Yoksa kendimizi bunca sığ ve ‘rahat’ aşağılamanın hoş bir mizah suretindeki çekiciliğine kaptırıp, olanı bir tepeden dürbünle seyreder gibi dışından konuşmanın dayanılmaz hafifliğini mi tartışmalı?
İNSANA YABANCI BİR İKLİMDE
10 yıl, 20 yıl insanlık tarihinde az bir süre, ama bir insan ömründe uzun bir zaman dilimi. Bugün sadece AKP iktidarını bilip hatırlayanlar için daha eski tarihlerin geçerli değerlerinden ve yargılarından çok farklı koşullar içindeyiz. Ülkenin insan dokusu kültürel ve ahlaki yönden de insanca değerlere yabancı bir iklim içinde oluşuyor ve değişiyor. Kültür, sanat, ahlak, hukuk gibi değerler ve kurallar içeren ilişki biçimleri ve maddi manevi insan yaratıları, egemenlerin tercihlerinin yönlendirdiği bir toplumsal dolaşım ve denetim alanı içinde hayat buluyor. Siyasal iktidarın her alanda halka karşı her türlü karar, eylem ve uygulamasının sonuçlarını; başka bütün değer ve inançları, sevgi, saygı, güven, dayanışma duygularını,  bütün geleneksel bağları ve ilişkileri paramparça ederek öne çıkan insanlar arasındaki çıplak çıkar ilişkilerinin tek belirleyici olduğu bir orman kanunu düzeninin olağanlaşmasında görüyoruz.
Yerel seçim atmosferine girilirken yaşanan sıcak gelişmeler, deveyi hamuduyla yutma oburlukları bütün ‘haşmetiyle’ an be an izlendi. Polis, savcı, hakim, hırsız, arsız, pişkin; kim kimi bastı, kim kimi sürdü, kim kimi hakladı, kim paraları sakladı, kim buldu, kim yedi, kim kaçırdı, kim hangi ülkeye aşırdı heyecanıyla herkesin nefesini tutup devamını bir uyuşturucu müptelası gibi beklediği acayip bir iktidar paylaşım kovalamacası haline geldi. Sokakta, kahvede, otobüste, okulda, işyerinde, her yerde alenen ve bağıra çağıra bahsedilen olaylar; ülkeyi yönetenlerin ceza hukukunda rüşvet, hırsızlık, yolsuzluk, kaçakçılık, zimmet, ihaleye fesat karıştırma…  gibi “yüz kızartıcı suç” olarak nitelenen eylemleri,  bir kanalizasyon patlaması gibi ortaya saçılarak, gerçek değil de şapkadan tavşan çıkaran bir sihirbaz kumpanyasının göz boyayıcı numaraları gibi akıldışı bir düzlemde konuşulup tartışıldı.
PİŞKİNLİK, ARSIZLIK, YÜZSÜZLÜK
Hükümet edenler; din, ahlak, gelenek, örf, adet gibi muhafaza ve müdafaa etmeye söz verip ant içtikleri, beş vakit namaza durup dua ettikleri ne kadar değer varsa, devri iktidarlarının bu aşamasında tümünü gözler önünde ayaklar altına aldılar. Allah, peygamber, islamın şartları ve değerleri, burjuva ve islam ahlakının ilkeleri, örfün, geleneğin ve göreneğin öğrettikleri belki de tarihin hiçbir döneminde bu ölçüde utanmazca kötüye kullanılmadı. Dini ve geleneksel değerler, yönetenlerin kendi şahsi ve ailesel çıkarları için bu kadar ikiyüzlüce, pişkince, arsızca ve yüzsüzce pazara çıkarılıp, halk kendi bağlı olduğu değerlerle belki de hiçbir zaman bu derece Hitlervari yöntemlerle aldatılmadı.
Ama bu her türlü değerin ve değer yargısının “sıfırlandığı” kâr/rant/pasta kavgasında, halka, dine, inanca, evrensel değerler, hukuk ve insan haklarından bahsetmeye bile gerek yok-  siyasal program ve vaatlere, vatan-millet gibi kutsallaştırılan değerlere karşı en ufak bir bağlılık duyulmaksızın iktidar iplerine canhıraş bir hırsla yapıştı, yönetenler..
Ve bu kepazelik olağanlaştı, ‘normal’miş gibi gösterildi. Üstüne üstlük, “ikinci istiklal savaşı” , “vatana-millete kumpas”, “tuzak” edebiyatıyla zenginleştirilerek…
Her dürüst ve namuslu insanın ağzının dolusunca yüzlerine “tuuuuuu!!!!” diyeceği olaylar, politika meydanlarında meze oldu.
11 yıllık AKP iktidarına bir de bu yönden baktığımızda yukarıdaki “Türkiyem” benzetmesi çok şaşırtıcı değil. Üstelik “günde üç posta dayak” artık “günde üç namus temizliği”ne ulaşmış durumda. Özel, ailesel çıkarlar değil, toplumsal çıkarlar, hak eşitliği, adil işlem, eylem ve toplumsal üretimin adil ve eşit paylaşımı öncelikli amaç ve değer haline getirilemedikçe toplumsal bellekteki kadın resmi “ezik” ve “psikopatik”  kalmaya devam edecek.
Bu kadın resminin arka planında fırça sallayanların, halkın her saniye gözü önünde “model” oluşturanların; kendi sınıfının ve hatta doğrudan kendi özel çıkar ve sermayesinin derdine düşmüş paragöz rantiye yöneticiler, çoluk çocuk, ana-kız, ayakkabı kutucusu, ahlaksızlık simsarı, düzenbazı, madrabazı kol kola alanlarda balkonlarda her türlü yüz kızartıcı suçu kutsayanlar olduğu da toplumsal belleğimizde yerli yerine oturacaktır mutlaka.  
BAŞKA BİR UMUT TABLOSU
Ama bu tablonun karşısında başka bir umut tablosu da var. Tıpkı Gezi direnişi sürecinde olduğu gibi, halklarımız, gençlerimiz, kadınlarımız ve hatta çocuklarımız olan bitene her yerde kah mizahla, kah tomalara, biber gazlarına karşı protestolarını haykırarak, belki de dünyada ilk kez bütün ülkede sokakta, meydanda her yerde “hırsız vaaaaarrrr!” diye bağırarak bu pespaye oyunun halka rağmen sürgit devam edemeyeceğini gösterdiler.
Tıpkı “üç-beş ağaç için” sokaklara dökülen milyonlar gibi, oylarının sahtecilikle, madrabazlıkla çalınmasını önlemek için oy sandıkları etrafında nöbet tuttular; dişe diş sandık korudular, sandıklar üzerine oturarak iktidarın hırsızlığını engellemeye çalıştılar.
“Ayakkabı kutusu” ve “oy sandığı” çalanlar ile çaldırmamayı öğrenenlerin sembolleri haline geldi.
Adalet mi? İşte halkın ekmeği böyle yoğuruluyor, böyle pişecek ve o ekmeği bölüşmek için olanaklar böyle çoğalıp, deneyimler böyle birikiyor..
Adaletin simgesinin bir elinde terazi bir elinde kılıç, gözleri bağlı bir kadın olduğunu bilmeyen yoktur. Eskiler, adaleti erkeğe değil de kadına emanet etmişler. Beşerdir, şaşar diye de haksızlık yapmaması için gözlerini bağlamışlar.
Bugün adalet ve eşitlik için kendileriyle birlikte siyaset dünyasını da köklü bir değişime zorlayan kadınlar ise adalet tanrıçasının gözündeki bağı söküp atmaya başladılar. Kürt halkının bütün emekçi ve mücadeleci kesimlerinden çıkıp politika arenasına yürüyen kadınlar görünür, karar verir ve uygular hale geldiler.
Kadına belediyelerde seçme ve seçilme hakkı “verilmesinin” 84. yıldönümünde Türkiye’nin güneydoğu ucunda Kürt illerinde ve batıdaki bazı yerleşimlerde kesin olmayan sonuçlara göre 23 kadın belediye başkanı 54 kadın eş başkan olmak üzere ve üçünün de büyükşehir belediye ve eş başkanı seçildiği 77 kadın belediyeleri yönetecekler. Kadının siyasal alanda eşit temsilinin Türkiye tarihindeki en ileri örneğini ortaya koyan 2014 yerel seçimleri, eşitlik ve adalet mücadelesinde umutlarımızı kamçılayan çok önemli bir gelişme oldu.
Seçildikleri kentlerde, beldelerde kısa bir süre içinde kadının hayatını dolayısıyla kentte günlük hayatın akışını değiştirecekler, kentlerin içini ve yüzünü aydınlatacaklar, kent ve belde kadınlarıyla birlikte daha köklü eşitlik, günlük sosyal hayata kadınların katılımda olağandışı artış ve her alanda adaletin gerçekleşmesi için daha büyük değişimlerin önünü açacak gelişmeler kaydedecekler.
Günde üç posta dayak yiyen kadınların hayatı değişeceği gibi, Türkiye’nin öteki kentlerindeki hayatın kadınlar için yaşanabilir olmasını zorlayacak bir güce de kavuşacaklar.
Artık kuvvetle umut ediyoruz ki, Türkiye’yi tanımlamak için kadınlar ve kentler için köklü çözümler üreten mücadeleci ve yaratıcı kadınlarla özdeşlik kurulacak ve toplumsal bellek çarpık algılardan arınacak.

ÖNCEKİ HABER

Adalet neden bir kadın adıdır?

SONRAKİ HABER

Vicdan, adalet, özgürlük!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...