09 Nisan 2014 17:48

Elim değdi toprağa bir yanım resim şimdi

Herkes kendi canının yandığı noktada sokaktaydı. Kenti ranta kurban gidenler barınma hakkı için, köylerine santral kurulanlar doğası ve tarihi için, dili yasaklananlar konuşmak için, canı alınanların yakınları cellatlara karşı, kadınlar yasaklanan kürtaja, tacize, tecavüze karşı, parasız eğitim için öğrenciler, özlük hakları için kamu çalışanları, kapitalist sömürüye karşı işçiler…

Elim değdi toprağa bir yanım resim şimdi
Paylaş

Gülşah KAYA

Berkin vurulduğunda, Ali İsmail dövülerek öldürüldüğünde, Ethem kurşunlandığında, Medeni köyüne karakol yapılmasın diye katledildiğinde… Biz de meydanlarda birbirimizden habersiz, birbirimizin adını henüz bilmeden mücadele ediyorduk. Sokaklara dökülmüştük, onlar gibi, gazdan nefes almaya fırsat buldukça çığlık çığlığa haykırıyor, düşenin elini tutuyor, el ele tutuştukça çoğalıyorduk. Herkes kendi canının yandığı noktada sokaktaydı. Kenti ranta kurban gidenler barınma hakkı için, köylerine santral kurulanlar doğası ve tarihi için, dili yasaklananlar konuşmak için, canı alınanların yakınları cellatlara karşı, kadınlar yasaklanan kürtaja, tacize, tecavüze karşı, parasız eğitim için öğrenciler, özlük hakları için kamu çalışanları, kapitalist sömürüye karşı işçiler…
HERKES ORADAYDI, DERDİ OLAN, CANI YANAN HERKES!
Canından can giden herkes, çoğalarak şimdi de çocuğunu uğurlamaya gelmişti o “herkes”. Bu kez herkesin yarası aynıydı. Toprağına bir el sürmek için uzunca yollardan gelmiş, mahşeri kalabalığın bir parçası olmuş ve yürüyordu mezara doğru. Kimse unutmayacaktı 16 kilo bir çocuk bedeninin kızıl bayrakla sarılı tabutunu. Ardında gözyaşı döken annenin figanını kimse unutmayacaktı. “Allah değil, Erdoğan aldı.” yakarışını,haberi aldığında “ah” diyen kimse unutmayacaktı.
Herkes oradaydı, evet. Ölümün en acı haline, 15’inde bir fidanı kırana isyan eden herkes. Zar zor yürüyen, Berkin’e baktıkça kendi torununun saçını okşayan nineler, torunları dumandan etkilenmesinden diye sigarasını soğukta içen bıyığı sararmış dedeler, eli karnında doğacak çocuğuna Berkin adını verecek hamile kadınlar, okul masasına ölenlerin adını kazıyan liseliler, o gün ekmek satmayan bakkallar, daha önce evlatlarını kaybetmiş anneler, babalar ve tabii evlatlarını bir daha yitirmek istemeyen herkes…
O koca kalabalığın öyle ağırdı ki omuzları… Milyonlar 16 kilonun altında ezilmişti. Ben de onlardan biriydim ve ağlamamak için direniyordum o uzun yolu yürürken, yanı başımızdan cenaze arabası geçerken… Nasıl bir acıdır? Acıyı tarif etmek ne zordur. Neyle anlatılabilir küçücük bir çocuğun “koskoca” bir devletin hedefinin olmasının anlamsızlığı? Tarif edemesem de hissediyorum. Kimin gibi ne sıfatıyla hissettiğimi de bilmiyorum ama anne mi olmak gerekir giden evladın arkasından “anne acısını” hissetmek için?
Yakın zamanda dedemi kaybettim elim bir kaza sonucu. Acıları yarıştırmayacağım elbet fakat hayatımın yarısını aynı evde geçirdiğim adamın ölümü tarifsiz bir acıydı benim için. Ama dedemin torunu olarak hissettim o acıyı. Torun gibi ağladım, üzüldüm. Ancak Berkin’in annesiydim orada yürürken, Agos’a vardığımızda Hrant’ın annesi oluşlarımı hatırladım, Fenerbahçeliler marş okurken Ali İsmail’in... Daha niceleri…
HEP AYNI, HEP FARKLI...
Bu acı ilk değildi. Çok kez öldürülmüştü çocuklarımız. Hem de Berkin’in yürüyüşündeki İşçi Partili teyzenin “devlet katil olmaz çocuğum, hükümettir o” karşı çıkışına inat. Koca devletimizin korkusu olmuştu daha önce de çocuklar. İlk değildi yaşanan ama acısı ilkti, öncesindekiler gibi. Alışılmayacak tek acıdır belki de ölüm acısı. O kadar çok yaşadık ki… O kadar çok evlat yitirdik ve o kadar çok anne olduk ki… Evladının toprağına eli değince bir annenin, toprak vatan olur anneye.
Bir evladım da Uğur’dur mesela, 2004’ten bu yana 12 yaşında hala. Diyarbakır’da sur dibinde yürürken bir heykel görmüştüm, bir çocuk tasviri üzerinde 13 tane “delik” olan. Kurşunlar sığamamıştı küçücük bedene. O heykelin önünde dakikalarca hareket etmeden beklediğimde de içimden yeni bir anne çıkmıştı. Ve her önünden geçtiğimde acım ve vicdanım bir kez daha anne yapıyordu beni.
Ceylan’ım var sonra, oyun çağında mezara koyduklarımızdan… Lice’de yitirdiklerimizden sadece bir tanesi. Paramparça bedenini düşündükçe kimin içi yanmaz ki? Kim anne olmaz ki?
Adlarını sayfalara sığdıramam. Her dilde ninni okumak istediğim o kadar çocuğum var ki; bir çoğu benden çok evvel doğmuş ve hatta ben daha doğmadan öldürülmüş… Çocuklarımıza ninni yerine ağıt yaktıranların annesi olmayacağım hiçbir zaman. Ölseler de, öldürülseler de… Berkin’in alamadığı ekmeğe yağ sürenlerin annesi hiçbir zaman olmayacak.
AHIMIZ YAKANDA
Kahraman polislerinin destanlarını meydanlarda ilan edenler bugün cenazemize küfrediyor ağzından salyalar, kanlar sıçrayarak. Daha dün gibi aklımda “Davos Fatihi”nin çocuk seviciliği. Katillere madalya takıldıkça, ölüm çıktığı ele göre meşruiyet kazandıkça anneler ve her ölümde anne olanlar katillerin yakasını bırakmayacak. Biz çocuk öldürmeyi bilmeyiz. Biz, masum bebeklerimizi ya katil yapmak ya da katletmek için hedef alan karanlığı yıkmayı biliriz.

ÖNCEKİ HABER

Hesap işletim ücretine dikkat

SONRAKİ HABER

Anladık ki bu ülkede bizim evlatlarımıza adalet yok

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...