09 Nisan 2014 16:54

Pergelin ucunu nereye koyduk?

Malum bu iktidar “mış” gibi yapmayı çok sever… En iyi biz kadınlar biliriz hatta. Şiddet yasası çıkarır şiddeti önleMİŞ gibi davranır, istihdam pakedi hazırlar işsizliği önleMiŞ gibi yapar, sadaka ve biat kültürünü yayar da yayar yoksulluğu önleMİŞ gibi yapar... Adaletsizliğin ta kendisini de “adaletMİŞ” gibi böylece yerleştirir kadınların belleklerine…

Pergelin ucunu nereye koyduk?
Paylaş

Gülşah İMREK

Moda deyimle “dezavantajlı gruplar”a yani kadınlara, LGBTİ bireylere, engellilere vs. tecelli etmeyen şu adalet şapkasından bize neden hep adaletsizlik çıkıyor, bir daha soralım. Malum bu iktidar “mış” gibi yapmayı çok sever… En iyi biz kadınlar biliriz hatta. Şiddet yasası çıkarır şiddeti önleMİŞ gibi davranır, istihdam pakedi hazırlar işsizliği önleMiŞ gibi yapar, sadaka ve biat kültürünü yayar da yayar yoksulluğu önleMİŞ gibi yapar... Adaletsizliğin ta kendisini de “adaletMİŞ” gibi böylece yerleştirir kadınların belleklerine…
Yazının niyeti her gün evde başbaşa bırakıldığımız o kara kutunun burada nasıl bir görev üstlendiğini ortalığa sermek. Hem de haftanın dört günü o karakutu içerisinden sizlere seslenmeye çalışan bir ekibin parçası olarak yapmaya çalışacağım bunu. Sürç-i lisan edersem affola…

MÜGE’DE ADALETTEN BOL NE VAR?
İsminde adalet kelimesi geçen iktidar partisinin geldiği günden bu yana hafızalarımıza  yerleştirmek istediği bir “adalet” olgusu var. Görünmeyen, bilinmeyen yalnızca hissedilebilen uhrevi bir gücün takdiri ile mümkün olan, istenip alınabilecek bir şey olmaktan çok layık görülmekle ilişkili bir tanıma dayanıyor onların söylediği adalet! “Hak” kelimesinden çıkarılan malum anlam da ister istemez bütün düşüme biçimlerini yöneten zihniyetin istediği yere cuk diye oturuveriyor. Biz de 12 yıldır payımıza düşeni aldık elbette bu mühendislik çalışmasından. Yoksulluğu, güvencesizliği, işsizliği, şiddeti en ağır biçimlerde yaşamadık mı? Yaşadık. Algımızı, anlama biçimimizi yönetmeyi hedeflediler “düşkün politikasını” hayata geçirmeden önce.
O nedenle olacak ki gündüz kuşağı televizyon programları sözüm ona adalet arayışı için yan yana getirilmiş insanların ağlayıp, yalvarmalarıyla doluydu. Mesela her gün başka bir polisiye senaryoyla izleyicisinin karşısına çıkan Müge Anlı adalet dağıtıyordu hem izleyicilerine, hem konuklarına. Bol bol hem de. Bir mağdur, bir ebeveyn, bir de avukat vardıysa demek ki... Bu mağdur hep kadınlardan, kız çocuklarından seçiliyordu. Ne hikmetse!
Ya üniversite öğrencisi bir genç kadının kaçırılma hikayesini izliyorduk ya da karısını balkondan atan bir adamın bunu hangi gerekçelerle yaptığını... Ha bir de Müge Anlı’nın azarlamaları var ki, stüdyodaki konuğa, telefon hattındaki mağdur yakınına, bazen de suçlu şahsa. Başta kadınların olmak üzere herkesin karşı karşıya bırakıldığı hükmetmeye dayalı “devlet aklı” Müge Anlı’da vücut bulmuş gibi hissediyor insan izlerken. Davacı, sanık, tanık, yargıç, divan ve hatta mübaşir... Her an hepsi olabiliyor.

“SUSPAYI”NA NEDEN ŞAŞIRMADIK?
Gelelim şıkır şıkır, bıcır bıcır Gülben ablamıza... Kendisi Müge Anlı kadar sert, ağır hikayeler seçmiyor. Onun dağıttığı şeyi yeni öğrenmiyoruz aslında. Hani kanser tedavisi için çözüm beklediği Sağlık Bakanı’nın cebinden çıkarıp, “suspayı” dedikleri cinsten uzattığı paraya şaşırmıştık ya hep birlikte -niye şaşırdıysak?- Gülben Ergen hanımefendi bunu her gün yapıyor. Malumun modası “ilik nakline ihtiyacı olan”, “kalp kapakçığı çalışmayan” çocuklar için bir hesap numarası ekranın altında dönüp duruyor. Yayın boyunca paslanan görüntülerin altındaki acıma duygusunu şaha kaldıran müzikse, hem izleyiciyi, hem hastayı hem de Gülben Ergen’i ağlatıyor. Ağlıyoruz hep beraber yani. O para toplanıyor 1 saat içinde ve çocuk 2 gün sonra Almanya’ya gönderiliyor, tedaviye. Şimdiyse hep beraber gülüyoruz. İşin ilginç yanı ise şu; eskiden zengin iş adamları, sanatçılardan beklenirdi bu yardım. Şimdi izleyiciye enjekte edilen “yardımlaşma” adı altındaki duygu sömürüsü ile programın izleyicisi kadınların 3 kuruş parasına da göz dikilmiş durumda. İşte bağlanan bir kadının söyledikleri; “Dişimden, tırnağımdan ayırdığım 100 liram vardı. Katladım cüzdanımın kenarına koydum. Yarın postahaneye gidip göndereceğim.”
Sağlığın bir hak olmaktan çoktan çıktığını her gün ekranlarda izleyip, yaşayan kadınlar, dişinden tırnağından arttırdığı parayı da tertemiz duyguları ile başka bir kadına gönderiyor. Peki ya devlet ne yapıyor bu arada? Muhtemelen banka hesaplarını sıfırlamak ile meşgul.

BİÇİLEN ROLLERE BİR SOS DA BURDAN!

Yetmedi bir de yarışmalarımız var ki, akıllara zarar. Bir sunucu erkeğimiz var. 3 anne, 3 de kız. “Anneler ve Kızları” yarışmamızın adı da. Onlar gelinlik modellerinden mısır patlatmaya, sofra hazırlamaktan, çamaşır sepetine çorap atmaya yarışıyor da yarışıyorlar. Üzerimize biçilen ne kadar rol varsa bu hayatta, kızlar teyel atıyor, anneler çift dikiş atıyor. Sunucumuz ise hem dalga geçiyor, hem de “bizimlesın” ya da “diğılsın” diyor. Hepsi bu. Bu arada da hali hazırda yerleşik cinsiyet rolleri pekiştikçe pekişiyor...
Esra Erol ile başlayan furya şimdi çeşitlenerek devam ediyordu. Bir de Seda Ablamız var değil mi? Es geçmek olmaz. Kendisi damatlara eşini ya da annesini seçtiriyor. Sonra da kameralara bakıp “Karımı çok seviyorum ama ne olursa olsun ben annemi seçerim” diyen bir adamı takdire şayan bulup “ne mert adamsın be” diyerek ödüllendiriyor.
Ya biz? Ne düşünüyoruz bütün bunları izlerken..Beynimize defalarca kodlanan şeyler hayatımızda nasıl karşılık buluyor? Bilmiyor muyuz boşanmak istediği için öldürülen kadınların ülkesinde yaşadığımızı?
Gündüz kuşağı bittiğinde ana haber bültenlerinde en az 3 haberin kadın cinayeti haberi olmasının  bir tesadüf olmadığını? Seçeneksizlikten mi, çaresizlikten mi? Hangisi?
 

SEÇENEĞİMİZ YOK DEĞİL
Çaresiz değil, çare sizsiniz demişler. Boşuna değil ki bu söz. Kadınlara adalet dağıtıcılığına soyunmuş sözde “Themis”lere tahammülü kalmayan, “Yeter!” diyen kadınların çabasıyla varolmuş bir program var, ismi de “Ekmek ve Gül”. Onların çizdiği kirli ve karanlık dünyada, bütün renkleri içerisinde barındıran bembeyaz ama bir o kadar renkli bir program ve ne tesadüftür ki onların yayınlandıkları saatlerde. İşçisinden köylüsüne, Kürdünden Alevisine, beyaz yakalısından kamu emekçisine, gencinden yaşlısına, “kaçtım da evlendim, evlendim de ne oldu?​” diyenlerin, “değiştirmeye gücüm var” diyenlerin kızkardeşliğe inanan kadınların adalet divanı olmayı hedeflemiş bir program. Hem de öyle adalet dağıtıcılığına soyunmayan, çünkü o adalet terazisinin ancak kadınların mücadelesiyle yer değiştireceğini bilen bir program. O yüzden Fethiye ya da N.Ç. Davası’nda, ev işçisi Fatma Aldal’ın davasında, 14’ünde canına kıyılan Kader’in davasında,8 Mart’tan bir gün önce canına kıyılan Özge’nin ölümünde Ekmek ve Gül hep kadınların adalet arayışını ekranına taşıdı. Pergelin ucunu en başında kadınların yaşam mücadelesine koydu çünkü. Ezelden böyleydi, sonra da böyle olacak. Yoksa o koca koca binalardan, devasa teknolojik olanaklar eşliğinde, sınırsız imkanla yayın yapan ama pergelin ucunu reklamdan, reytingden, paradan başka bir yere koymayan isimlerden ne farkı kalırdı ki bu işi yapmanın?
 

ÖNCEKİ HABER

MİT TIR\'larına ilişkin iki askere tutuklama kararı

SONRAKİ HABER

Taşeron işçiler alacaklarını istiyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa