23 Mart 2014 06:00

İstanbul’un iki kapısı

İstanbul’un iki ana garı, kente açılan iki önemli kapıydı. Asya ile Avrupa’yı birleştiren eşsiz kentimizin Anadolu’ya, Ortadoğu’ya dolayısıyla, Asya’ya açılan kapısı Haydarpaşa Garı, Avrupa’ya açılan kapısı da Sirkeci Garı’ydı. Bugün de trenler insanları Asya’dan Avrupa’ya, Avrupa’dan Asya’ya taşımayı sürdürüyor. Ama iki kıtanın da görkemli kapıları olan bu garlar kapatıldı.

İstanbul’un iki kapısı
Paylaş

Adnan ÖZYALÇINER

İstanbul’un iki ana garı, kente açılan iki önemli kapıydı. Asya ile Avrupa’yı birleştiren eşsiz kentimizin Anadolu’ya, Ortadoğu’ya dolayısıyla, Asya’ya açılan kapısı Haydarpaşa Garı, Avrupa’ya açılan kapısı da Sirkeci Garı’ydı. Bugün de trenler insanları Asya’dan Avrupa’ya, Avrupa’dan Asya’ya taşımayı sürdürüyor. Ama iki kıtanın da görkemli kapıları olan bu garlar kapatıldı.

HAYDARPAŞA GARI

Gar, Haydarpaşa’da küçük, şirin Haydarpaşa vapur iskelesi yapısının arkasında ön cephesini süsleyen iki kuleli görkemli yapısıyla yükselir.  

İstanbul’u Anadolu’yla Ortadoğu’ya Asya’ya bağlayan gar, Bağdat Demiryolu hattının başlangıç istasyonu olarak inşa edilmiştir.

Garın yapımına 2. Abdülhamit (1842-1918) döneminde 1906 yılında başlandı. 19 Ağustos 1908’de tamamlanarak hizmete girdi. Yapımında iki Alman mimar ile İtalyan taş ustaları çalışmıştır. Bina, başlangıçta iki bin beş yüz yirmi beş metre karelik bir alana kuruldu. Bugünkü kapalı bölümleriyle üç bin sekiz yüz otuz altı metre karelik bir alanı kaplıyor.
Garın temelinde Hereke’den getirilen pembe granit  kullanılırken dış yüzü,  hava koşullarına dayanıklı, işlenmesi kolay Lefke’den getirilen taşlarla bezendi.

Tarih boyunca birçok yangın geçiren  gar, her seferinde onarılarak işlevini sürdürdü. Yıllar boyu her gün akın akın insanların gidip geldiği Haydarpaşa Garı, birçok öyküyle şiire konu olmuştur.

Bedri Rahmi Eyüboğlu, Kınalıada’nın doğusundaki çıkıntının kesilerek taşlarının garın temelinde kullanıldığını yazar. Bu yüzden de, kırmızı toprağı olan Kınalı’nın o yanının hâlâ kanadığını söyler. Nâzım Hikmet’in “Memleketimden İnsan Mazaraları” kitabı Haydarpaşa Garı’nın betimlemesiyle başlar.

En son, çatısının onarımı sırasında tutuşarak büyük bir yangın tehlikesi geçiren gar, bugün artık yalnızlığa terk edilmiştir.

Bütün tarihsel konumu, kültürel geçmişi, toplumsal işlevi unutularak, unutturularak  boşaltılmış, öyle de bırakılmıştır. Artık ne geleni ne de gideni vardır. Girişindeki renkli vitrayların süslediği büyük salon kapkaranlıktır. Ancak renkli vitraylardan süzülen gün ışığı ile aydınlanabilmektedir. Büyük, geniş salonun güzelliğiyle görkemliliğinden bugün yalnızca reklam ajanslarıyla klip çekenler yararlanabilmekte. Bina tozlu, puslu bir karanlığa gömülüdür. Yalnızca film çekenlerin spot ışıklarıyla aydınlanır olmuştur. Bekleme salonları boş, ıssız. Gündüzleri tek tük işsizlerle evsizlerin uğrak yeri olurken akşamları açık olan restoranı dolayısıyla kimi akşamcılara da kapılarını açıyor.

Peronlarda işlemeyen trenler sessiz, sakin gelmeyecek olan yolcularını beklerken her gün biraz daha paslanıyor. Oysa ki daha düne kadar, insanlarla nasıl cıvıl cıvıl olduğu peronların girişine asılı, sökülmemiş 2010 Kültür Başkenti tabelasında okunuyor: “İstanbul’da yeniden buluşmak üzere.”

SİRKECİ GARI


Sirkeci Meydanı’ndaki Sirkeci garı, İstanbul’un Avrupa’ya açılan kapısıydı.

Gar, sarayın da danışman mimarı olan bir Alman mimar tarafından 11 Şubat 1888’de temeli atılarak 3 Kasım 1890’da tamamlanıp hizmete açıldı.

2. Abdülhamit döneminde  yapılan gar, Doğu ile Batı’nın birleştiği bir noktada olduğu düşünülerek oryantalist bir üslup içinde bölgesel ve ulusal biçimlere yer verilerek gerçekleştirilmiştir.
Mimar A. Jasmund, tasarladığı üslubu yansıtmak için cephelerde tuğla bantlar kullandı. Sivri kemerli pencereleri, ortada Selçuklu dönemi taç kapılarını anımsatan giriş kapısıyla da düşüncesini gerçekleştirdi. Pencere vitrayları bu üslubu tamamlayıcı öğeler olarak görülür. Yapının kaidesi granit, cephesi mermer ve Marsiya’dan, Arden’den getirilen taşlarla döşendi. Garın ön cephesindeki ana girişin  iki yanında  saat kuleleri bulunmaktadır.

Gar, yapıldığı dönemde çok daha görkemliydi. Deniz binanın eteklerine kadar geliyor ve denize taraçalar halinde iniliyordu.

Garın içinde, saat kulelerinin bulunduğu cephede büyük bir lokanta bulunmaktadır. Bekleme salonları da burada yer almaktadır. Gara giriş, bu ön cepheden sağlandığı gibi genelde yan taraftan eski Sirkeci tramvay durağı, şimdi metro durağının karşısındaki camlı kapılardan  girilmektedir. Bilet gişeleri de bu giriştedir. Sirkeci Gar Lokantası 1950’li, 1960’lı yıllarda ünlü yazarlarla gazetecilerin, eski Bâb-ı Âlîlilerin uğrak yeriydi. Garın çevresi zamanla büyük bir gelişme gösterdi. Burası bir zamanlar İstanbul’un oteller ve eğlence yerleri merkezi haline geldi. Büyük lokantalar açıldı. Garın arkasındaysa geniş bir bira bahçesiyle açık hava lokantası bulunuyordu. Sirkeci Garı’nın ayrı bir özelliği de 1883-1977 yılları arasında Paris-İstanbul seferi yapan Orient Express (Şark Ekspresi) adlı özel bir trenin olmasıydı. Orient Express, en lüks uzun yol treniydi. Tarihsel özelliği de olan bu ekspres, adeta efsaneleşmiştir. Bu yönüyle romanlara, filmlere konu olduğu gibi yazar, siyaset adamı olan birçok ünlü yolcuyu taşımıştır.

Bir süre Avrupa’daki tren hatlarının Türkiye bağlantısı olarak işlevini sürdüren Sirkeci Garı, yüzlerce işçiyi, işçi ailelerini Almanya gurbetine götürüp getirmiştir. Ayrıca uzun yıllar Sirkeci-Halkalı banliyö trenlerine  istasyonluk görevini yapmıştır.

Bugün bunların hepsi tarihe karıştı. Banliyö hattı söküldü. Avrupa bağlantılı Bosfor-Express gara 115 kilometre uzaklıktaki Çerkezköy’den kalkıyor.
Sirkeci Garı, Marmaray’ın açılışıyla ikiye bölündü. Büyük bir bölümü, Marmaray Sirkeci İstasyonu haline getirildi. Tarihsel gar, açık olan lokantası, boş bekleme salonlarıyla yarı karanlık içindeyken Marmaray bölümü ışıl ışıl parıldıyor. Garın tarihsel iç yapısını da betonlaştırarak değiştiren yeni istasyon işgalden arta kalan eski gar tarafındaki iki peronda Marmaray’ın tren vagonlarını yatırıyor. Garın karanlık yönünde küçük bir odaya sıkışmış bir Demiryolları Müzesi var. Açıksa memuru da tuvalete ya da ne bileyim yemeğe, kim bilir belki de namaza gitmemişse çeşitli demiryolu ulaşımının yüz elli yıllık tarihini izleyebilirsiniz. Bu da size bir teselli ikramiyesi olur.

Yarın: Yok edilen tarihsel mekanlar / Sulukule


Beykoz bir endüstri semtiydi

Sennur SEZER

Beykoz’un, bir akarsu çevresinde kurulmuş olması buranın hep bir endüstri alanı olarak görülmesine yol açmıştır. Bölge Sultan Abdülhamit (İkinci) zamanında Organize Sanayi Bölgesi ilan edilmişti. Rakı fabrikası dahil buradaki fabrikalar Türkiye’deki biraz geç kalmış olan sanayi devriminin yansımalarıydı. Bu bölgede araştırma yapanlar, özellikle Rakı fabrikasındaki çalışmalar sırasında çok değerli makineler, binalar ve bina kalıntılarıyla karşılaşmış olduklarını ifade ederler. Burası Cumhuriyet’ten sonra yapılmış ve çok kapsamlı bir fabrika olmasının yanında, Cumhuriyet öncesinde de hizmet veren ve gayrimüslimler tarafından işletilen mum fabrikasıydı.

Beykoz’daki endüstriyel miras yalnız mum ve rakı fabrikasıyla sınırlı değil. Yıkılan kağıt fabrikası, tuğla fabrikası, yıkılan Beykoz Dikimhanesi şu an belediyenin bulunduğu yerde bulunan eski petrol tesisleri, dekor atölyeleri, cam atölyeleri, halat fabrikası ve kapatılması Beykoz halkının yoğun tepkisini çeken deri kundura, şişe cam ve rakı fabrikası vardı. Daha ismini bilemediğimiz birçok fabrika İBB Şehir Rehberi eski haritalarından okunabilir.

DEBBAĞHANEDEN KUNDURA FABRİKASINA

Beykoz Deresi’nin İstanbul Boğazı’na karıştığı yerdeki su değirmenlerinin çarklarından yararlanılarak kurulan debbağhane II. Mahmut tarafından 1812 yılında istimlak edilerek Debbağhane-i Âmire adıyla bir devlet işletmesi haline getirilmiştir. Harbiye Nezaretine bağlı olarak faaliyet gösteren bu işletme, 1842 yılında iki buhar kazanı ile 40 beygir kuvvetinde tek buhar makinesinden meydana gelen bir tesis olarak makineleşmiş ve kömür kullanmaya başlamıştı. Ciddi bir fabrika görünümüne kavuşan tabakhane ordunun ayakkabı ve palaska ihtiyacını karşılamaya başladı. Fabrikada yapılan kösele 19. yüzyılın ikinci yarısında Fransız köselesini geride bırakan bir kaliteye ulaştı. Fabrikanın günlük üretimi 1912’de bin çift ayakkabı kapasitesine çıktı. Fabrika 1925 yılında Türkiye Sanayii ve Maadin Bankasına devredildi; 1933 yılında da Sümerbank’a bağlandı, 11 Temmuz 1933’te Sümerbank Deri ve Kundura Sanayi Müessesesi adını aldı. 1987’ye kadar işçi sayısı 2 binin altına düşmeden çalıştı. Yıllık kapasitesi de 2 milyon 500 bin çift ayakkabıya vardı.

1970-90 yılları arasında Beykoz’un kârıyla Van, Tercan ve Sarıkamış Deri ve Kundura Fabrikaları kuruldu. Teknik ekipler Beykoz’da eğitildi. İşletmede 1985 yılında 1826 işçi ve 102 memur çalışıyordu. Fabrika ilk kez 1986’da “zarar ediyor”, 1987’de özelleştirme kapsamına alınıyor. Zaten son işçi alımı 1984’ün son ayında yapılıyor. 1989’da Almanya’ya ayakkabı ithali karşılığında yeni teknoloji ürünü makineler alınıyor. 12 Ekim 1999 tarihinde işletmenin kapatılması için çıkan karar Deri-İş Sendikası önderliğinde yapılan direnişler sonucunda uygulanamadı. İşletme 14 Nisan 2005 tarihinde özelleştirildi. Özelleştirilen “Hayvanın sırtından yüzüldükten sonra tesise giren ham derinin, dışarıdan hiçbir malzeme alınmadan ayakkabı olarak dışarı çıktığı” bir kurumdu.

Bu çapta bir entegre tesis Türkiye’nin hiçbir yerinde yoktu. Beykoz Ayakkabı Fabrikasının 12 Eylül’den önce yurt çapında 467 mağazası vardı. Bu mağazalarda yılda 1 milyon çift ayakkabı satışı yapılırdı. Fabrikada 3 bin üç yüz kişi çalışıyordu. Bunu eski bir işçi şöyle tanımlıyor: “Fabrikanın kapısından bir çıktık mı, 2 bin 500 3 bin kişi... Hey yavrum, miting gibi dağılırdık.”

Sümerbank Deri ve Kundura Sanayi Müessesesi 190 yıllık bir kuruluştu. UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi’ne alınabilecek değerde bir tesisti.1986’da kapatılan okulu işçilik kalitesinin belirli bir kalitede tutulmasını sağlıyordu. Fabrika bugün dizi ve filmlere set olarak kullanılıyor.

Yarın: Kağıt, çuha, mum, rakı ve çeşmibülbül

ÖNCEKİ HABER

Aleksis ve Berkin: Onlar direnişin simgesi

SONRAKİ HABER

Kürtaj hakkında son durum ne?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa