23 Mart 2014 06:00

Rusya’nın yeniden yükselişi ya da ‘Çar Putin’

Batı Avrupalı emperyalist devletlerle ABD’nin Ukrayna’da gerçekleştirdiği faşist darbe gelinen aşamada Ukrayna’yı bölmüş bulunuyor. Taraflar arasında gerilim başladığı ilk aylarda “Bu gidişle ülke bölünür mü?” şeklinde yöneltilen ve düşük bir olasılık olarak görülen bu öngörü şimdi gerçeğe dönüşmüş durumda. Bunda elbette Rusya’nın izlemiş olduğu uzlaşmaz tutumun önemli bir payı bulunuyor.

Rusya’nın yeniden yükselişi ya da ‘Çar Putin’
Paylaş

Batı Avrupalı emperyalist devletlerle ABD’nin Ukrayna’da gerçekleştirdiği faşist darbe gelinen aşamada Ukrayna’yı bölmüş bulunuyor. Taraflar arasında gerilim başladığı ilk aylarda “Bu gidişle ülke bölünür mü?​” şeklinde yöneltilen ve düşük bir olasılık olarak görülen bu öngörü şimdi gerçeğe dönüşmüş durumda. Bunda elbette Rusya’nın izlemiş olduğu uzlaşmaz tutumun önemli bir payı bulunuyor.

RUSYA’NIN GÖVDE GÖSTERİSİ

Rusya ve lideri Putin, Kırım hamlesiyle, yeniden kazanılması zor görülen Ukrayna’yı kaybettiği gerçeğini gördükten sonra, en kıymetli bölgesini koparak kendi topraklarına dahil etti. Hem de ABD ve Batı Avrupalı devletlerin tehdit ve şantajlarını hiçe sayarak.

Kırım ve Sivastopol’da 16 Mart’ta yapılan referandumda halkın ezici çoğunluğun Rusya Federasyonu’na katılmayı kabul etmesinin ardından Kremlin’de düzenlenen imza töreni, bu nedenle Putin ve Rus sermayesi tarafından tam anlamıyla gövde gösterisine dönüştü.  Şimdilik, görünürde kazanan Rusya, kaybeden Ukrayna’daki iş birlikçi-faşist çevreler ve onların asıl destekçileri olan Batılı emperyalist devletler olmuştur. En azından politik ve moral açısından tablo bundan ibaret görünüyor. Ancak bu durum bir bakıma “Yarısı suyla dolu bardak”tan başka bir şey değildi. Rusya, bardağın dolu tarafını göstererek, bütünü kaybetmek yerine Kırımı kurtarmanın sevincini yaşıyor. Halbuki, bardağın boş tarafına bakıldığında Rusya, Doğu Avrupa’nın en büyük ülkesi Ukrayna’nın batısını kaybetmiş, NATO ve AB’nin gelip sınırına dayanmasını engelleyememiştir. Kırım ve Sivastopol’un dahil olduğu NATO denetimindeki bir Ukrayna ise tam anlamıyla felaket anlamına gelecekti. Bu nedenle, mevcut dengeler ve ittifaklar açısından bakıldığında Rusya’nın son çare olarak Ukrayna’nın en kıymetli bölümünü kendi topraklarına dahil etmesi başarı olarak görülebilir.

PUTİN: BATI, SINIRI AŞTI

Putin, Kırım ve Sivastopol temsilcilerini de çağırarak yaptığı konuşmada, asıl olarak NATO’nun Rusya sınırına dayanmasından ve füze savunma sisteminin Doğu Avrupa ülkelerine yerleştirilmesinden rahatsız olduğunu belirttikten sonra şöyle devam ediyordu: “Bugün de bize karşı birçok yaptırım tehdidinde bulunuyorlar. Biz zaten birçok sınırlamayla karşı karşıyayız. Örneğin Soğuk Savaş yıllarında ABD ve diğer ülkeler, SSCB’den belli teknoloji ve silahların satın alınmasını yasaklamıştı. Bu sözde Comecon-Listesi’nde yer alıyordu. Bugün bu sadece biçimsel olarak değişmiştir, gerçekte ise geçmişteki yasak bugün de devam ediyor. Sürekli bizi bir köşeye sıkıştırmaya çalıştılar, çünkü bizim bağımsız bir tutumumuz var. Ama her şeyin bir sınırı var. Ve Ukrayna olayında Batılı partnerlerimiz şeytanla hareket ederek, ağırdan alarak, sorumsuzca ve amatörce davrandılar.” (Putin’in konuşması, Junge Welt, 19.03.2014, Rusçadan çeviren Arnold Schölzel)

Özetle belirtmek gerekiyorsa, Putin konuşmasında Batılı emperyalist güçlerin Rusya’nın çıkarlarını zedeleme konusunda “sınırı aştığını” ve gereken yanıtın verildiğini ifade ederek, Rus emperyalizminin bundan sonra nasıl bir siyaset izleyeceği konusunda önemli ipuçları veriyordu.

RUSYA’NIN BENZER GÜRCİSTAN STRATEJİSİ

Gerçi bu konudaki ipuçlarını daha önce de vermişti. 2007’de Münih’teki NATO Güvenlik Konferansı’nda açık bir şekilde “ABD sınırlarını aştı. Şiddeti yayıyor” demişti. (Der Spiegel, 11/2014). Bu açıklamadan kısa bir süre sonra, ağustos 2008’de Güney Osetya ve Abhazya’nın Gürcistan’dan bağımsızlığını ilan etmesinin ardından Gürcü ordusunun yaptığı müdahaleye Rusya askeri yanıt vermiş ve Güney Osetya ve Abhazya’yı himayesine almıştı. Böylece askeri açıdan ilk ciddi çıkışını Gürcistan’a yaptığı müdahaleyle gösteren Rusya, Kırım’da da aynı stratejiyi izledi.

Siyasi ve askeri olarak, komşularını bu denli tehdit eden Rusya, ekonomik açıdan ise Rusya son yıllarda bazı ülkelerle “entegrasyon” süreci başlatmıştı. Ukrayna, Rusya, Beyaz Rusya, Kazakistan, Ermenistan ve Moldavya’nın katılımıyla AB’ye benzer Avrasya Ekonomik Birliğinin kurulması öngörülüyor. Son gelişmelerle birlikte Ukrayna’nın bu birliğe dahil olmayacağı artık açık olarak görülüyor.

TRANS-NİSTRİEN BÖLGESİ SİNYALLERİ

Soğuk Savaş’ın bittiği ilk yıllarda Yeltsin tarafından Batılı emperyalistlere peşkeş çekilen Rusya, Putin döneminde toparlanmış ve kendisini savunacak güce erişmiş görünüyor.
Putin, törende yaptığı konuşmada Kırım ve Sivastopol’un Nikita Kruçov tarafından 1954’te, hem de halka sorulmadan Ukrayna’ya hediye edilmesi şeklindeki yanlışı şimdi düzelttiklerini söylerken, eski SSCB cumhuriyetlerinde yaşayan Rus azınlığın haklarının koruyucu olduklarını da ilan ediyordu. Bu açıklamanın ardından bu kez Rus azınlığın yaşadığı Moldavya’nın Trans-Nistrien Bölgesi’nin Kırım gibi Rusya Federasyonu’na katılabileceği gündeme geldi. Bütün Rusların koruyucu olduğunu ilan ederek, içeride Rus milliyetçilerinin de açık desteğini alan Putin, diğer emperyalist devletler gibi kendi ülkesinin sermayesini korumanın planlarını yapıyor.

RUS SERMAYESİNİ KORUMA POLİTİKASI


Ama belirtmek gerekiyor ki, Putin göreve geldiği gündem bu yana eski Çarlık Rusya’sının ve SSCB’nin gücüne hep göndermelerde bulundu ve Rusya’nın düştüğü durumdan memnun olmadığını da ifade ediyordu. Dolayısıyla Rusya’nın ve Rusların bu şekilde yaşamaya devam etmesini onaylamıyordu. “SSCB’nin dağılması 20. yüzyılın jeopolitik felaketidir” diyen Putin, bu nedenle geçmişe yönelik yaptığı göndermelerin çoğunda, aynı zamanda günümüz Rusya’sının eski nüfuz alanlarını yeniden kazanması, her yönüyle güçlenmesine duyduğu özlemden başka bir şey değil.

Bütün bunlardan ötürü, Putin’in Rus sermayesinin çıkarlarını korumak için izlemiş olduğu dış politika Batılı emperyalistler tarafından da uzunca bir süredir rahatsızlıkla izleniyor. Zira, taraflar arasındaki gerilimin hep düşük yoğunluklu geçmeyeceği açıktı ve bundan sonra da daha sert ve keskin virajlı dönemeçler yaşanacak. Bunda kişisel olarak Putin’in belli özellikleri daha çok Batı basını tarafından öne çıkarılıyor. Hatta ABD Eski Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, hızını alamayarak işi Putin’i Hitler’e benzetmeye kadar vardırdı. Almanya Başbakanı Merkel ise, Rusya’nın Kırım hamlesini, “Putin, başka bir dünyada yaşıyor” diyerek anlamaktan zorlandığını ifade etti.

BATI VE RUSYA’NIN ÇIKAR ÇATIŞMASI

Halbuki ortada anlaşılmayacak bir durum yok. Nasıl ki Almanya, ABD, İngiltere ve Fransa gibi ülkeler Ukrayna’yı kendi denetimlerine alıp etki alınlarını genişletmeyi ve Rusya’yı çevrelemeyi amaçlıyorlarsa, Putin de eskiden sahip olduğu alanları korumak için karşı hamleler yapıyor. Bu eksenden bakıldığında, Batılı emperyalistlerin saldırı, Rusya’nın halen savunma hattında olduğu söylenebilir. Anlaşılan o ki, Batı cephesi bu sert savunma politikasını beklenmiyordu ve bundan duyduğu şaşkınlığı da gizleyemiyor.
Ama, kapitalist dünyanın gerçekleri, uzun yıllar bölgesinde önemli bir güç olan Rusya’nın daha fazla geri adım atmasının koşullarının kalmadığını gösteriyor. Ve kendi sınırları içerisine hapsedilen Rusya’nın da bir gün Batılı emperyalistler tarafından paylaşılmak için masaya yatırılmayacağı kuvvetli bir ihtimaldir.

Öyle görünüyor ki; Putin savunma hattını genişletip, yeni müttefikler bulmadığı taktirde günün birinde Batılı emperyalistler tarafından Rusya’nın paylaşılması da gündeme getirilecektir. Rusya içerisinde son bir kaç yıldır ortaya çıkan “demokrasi hareketi” tam da Rusya’yı Ukrayna gibi ele geçirmenin önemli bir parçasıdır. En önemlisi de ülkede tıpkı Ukrayna’da olduğu gibi açıktan bir faşist hareket örgütlenmiş ve sıkça boy gösteriyor. Unutmamak gerekiyor ki; Batı’nın desteklediği liberaller, sosyal demokratlar, sözde komünistler, radikal milliyetçiler daha önce St. Petersburg’da “Milyonların Yürüyüşü” adı altında büyük bir eylem düzenlemişlerdi.

Hepsi, Putin’in temsil ettiği oligarşik yönetimi eleştiriyor. En önemlisi de tepki gösterenlerin sayısı gün geçtikçe büyüyor. Gorbaçov’la başlayan Batı emperyalizmine entegrasyon süreci, Yeltsin’le Rusya’nın geçmiş ekonomik birikim ve kazanımlarının Batı sermayesinin talan ve yağmasına dönüşmüş, halkın refah düzeyi düşmüştü. Putin döneminde bu ilişki esasta değişmemekle birlikte, ülke zenginliklerine el koyan Rus burjuvazisi büyüdü, dünya pazarlarına açılmasına özel olarak destek verildi, palazlandırıldı. Gelinen aşamada Rusya, petrol doğal gaz ve enerji kaynakları üzerinde kıyasıya rekabetin sürdüğü, gelir dağılımındaki adaletsizliğin büyüdüğü, hem milyarderlerin hem de yoksulların arttığı klasik kapitalist bir ülke haline gelmiştir.

YOKSULLUK SINIRINDA YAŞAYAN 20 MİLYON İNSAN

Resmi kaynaklara göre yoksulluk sınırının altında yaşayan insan sayısı 20 milyonun üzerinde. Gerçekte ise 30 milyona yakın. En çok da gençler işsizlik ve yoksulluktan etkileniyor. Seçimlerden önce bu dönem en önemli hedef olarak yoksullukla mücadeleyi koyan Putin, bugüne kadar somut bir adım atmış değil. Bütün bunlardan ötürü, bir süreden beri Rusya’da kendisini “AntiPutin” hareketi olarak dışa vuran toplumsal huzursuzluğun bir bölümü Batı tarafından desteklenen liberal kesimlerden oluşurken, diğer bir bölümü sosyal sorunlardan ötürü biriken öfkenin ifadesinden başka bir şey değildir.

İçerideki zenginliği bir grup azınlığın emrine sunan Putin ve ekibi, dış politikada ise emperyalist politikaları yeniden etkili şekilde devreye koymuş bulunuyor. Suriye ve Ukrayna’daki gelişmelerde de görülebileceği gibi, Rusya artık diğer emperyalist güçlerle rekabet ve hegemonya çatışmasına girmekten çekinmiyor. Bu çıkıştan ötürü olmalı ki, ABD’de yayımlanan dış politika dergisi “Forbers” 2013’te Putin’i “dünyanın en güçlü lideri” ilan etti. Bu da Putin’in son yıllarda izlemiş olduğu politikalarda hem içeride hem de dışarıda güçlendiğini, çara dönüştüğünü yetirince ortaya koyuyor.

BARDAĞIN BOŞ TARAFI: BÖLÜNMÜŞ UKRAYNA

Batılı güçler ise, Ukrayna’yı bölmeden kontrol etmenin hesaplarını yapıyordu. Ancak Putin’in beklenmedik ileri hamlesi onları hazırlıksız yakaladı. Bu nedenle, Ukrayna’nın bölünmeden kontrol edilmesi hayali gerçekleşmeyen Batı cephesi açısından bir yenilgi görünebilir. Ne var ki; Yanukoviç devrilmeden önce ülke üzerinde ciddi etkisi bulunmayan Batı cephesi şimdi her açıdan kontrol edebileceği bir Batı Ukrayna’ya sahiptir. Bardağın yarısı bu açıdan Batı için dolu görünüyor. Dahası, Batı Ukrayna üzerinde kurulacak egemenlikle NATO ve AB’nin sınırları bir adım daha doğuya doğru kaydırılmış, nihayet Rusya sınırına dayanmıştır. Ancak, Batı’nın kazandığı Batı Ukrayna’nın ekonomik ve açısından değeri, Doğu ve Güney Ukrayna’ya göre çok çok düşüktür. Dolayısıyla bölünmüş ve zayıflamış bir Batı Ukrayna’nın her açıdan Batı cephesi için sorun olması ileride kuvvetle muhtemel görünüyor. Bu da Batı cephesi açısından bardağın boş tarafı demektir. (DIŞ HABERLER)
 

ÖNCEKİ HABER

Rus askerler Belbek hava üssünü ele geçirdi

SONRAKİ HABER

Aleksis ve Berkin: Onlar direnişin simgesi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...