21 Mart 2014 06:00

Borsa iyi ise ekonomi de iyi midir

Yolsuzluk, rüşvet gündemi siyasette deprem etkisi yarattı. Hükümet yaşananların ekonomide herhangi bir değişime yol açmadığını söylüyor. Hatta Başbakan Berkin Elvan’ın ölümüne ‘Borsa etkilenmedi çok şükür’ cevabını verdi. Gerçekten yaşananların ekonomide herhangi bir değişime yol açmadığı söylenebilir mi? Ya da söz konusu gelişmeler ne gibi sonuçlar doğurdu? Soruların cevaplarını Doçent Doktor Sinan Alçın’la konuştuk.

Borsa iyi ise  ekonomi de  iyi midir
Paylaş

Metin AKARSU
İstanbul


Yolsuzluk, rüşvet gündemi siyasette deprem etkisi yarattı. Hükümet yaşananların ekonomide herhangi bir değişime yol açmadığını söylüyor. Hatta Başbakan Berkin Elvan’ın ölümüne ‘Borsa etkilenmedi çok şükür’ cevabını verdi. Gerçekten yaşananların ekonomide herhangi bir değişime yol açmadığı söylenebilir mi? Ya da söz konusu gelişmeler ne gibi sonuçlar doğurdu? Soruların cevaplarını Doçent Doktor Sinan Alçın’la konuştuk.

Siyasi çalkantılı dönemin ekonomide ki karşılığı nedir?
Bu süreç, Türkiye ekonomisi üzerinde telafisi yakın dönemde mümkün olmayacak derinlikte bir kayma yarattı. Ekonomik yapı tüm derinliğini yitirmiş durumda. Bu durumu elbette sadece 17 Aralık ve sonrası yaşanan sürece bağlamak yetersiz olur. 2011 ile başlayan ve yolsuzluk ve rüşveti de besleyen ekonomik “dönüşüm” adımlarını görmek gerekiyor. Sinek değil de bataklık ile ilgileneceksek o dönüşüm sürecini doğru tahlil etmemiz gerekir. Yoksa sonuçlar üzerinden kısa erimli ulaşacağımız çıkarsamalar aldatıcı olur.
Başbakanın Berkin Elvan üzerinden borsayla ilgili kurduğu cümle de böylesi bir ajitasyonun aracıdır. Faiz oranları, döviz kuru, borsa endeksi, gibi istatistiki veriler dışa açık kapitalist ülkelerde çok sayıda iç ve dış faktöre bağımlı olarak ortaya çıkar ve sürekli bir dalgalanma hali bulunur. Bunun gerisinde ülkelerin ve yatırım kuruluşların arbitraj geliri (ülkeler arası parasal farklılıklardan gelir sağlama çabası) elde etme oyunları vardır.

Borsanın yükselişi işlerin yolunda gittiğini gösterir mi?
Örneğin ekonomik olarak batmakta olan bir ülkede borsanın aşırı “ucuzlaması” dönemsel olarak yabancı yatırımcıları ülkeye çekebilir ve birden borsa endeksi yükselebilir. Bu o ülkede işlerin iyi gittiğini göstermez.
Bir yanda borç batağına saplanmış milyonlarca emekçi öte yanda rant ekonomisinden beslenen ve toplumsal kaynakları pervasızca sömüren bir zümre. İşte bu ikilik esasen “ekonomik yapı” denilince neyin anlaşılması gerektiğini de gösteriyor.

Bu anlayışla bakılınca iyi şeyler gözükmüyor galiba...
Şu an Türkiye’ye yönelik doğrudan yabancı yatırımlar durma noktasına gelmiş, birçok yatırım planı iptal edilerek başka ülkelere kaydırılmış, tekelci ulusal sermaye yatırımlarını stabilize etmiş, işsizlik hızlı biçimde yükselmeye başlamış, faiz oranları iki haneye dayanmış, gençler arasındaki işsizlik yüzde 20’leri geçmiş durumda. Bankacılık alanında iki gün önce Moody’s Türkiye’deki 10 bankanın görnümünü negatife çevirdi. Bankacılık sisteminde sermaye yeterlikleri hızlı biçimde erimekte. Yeni bir bankacılık krizini öngörmek için müneccim olmaya da gerek yok.

Türkiye ekonomisi için risk her geçen gün artıyor sanırım...
Dünya ekonomisi içerisinde Türkiye, bugün en kırılgan ülkelerin başında sayılıyor. Türkiye açısından özellikle cari açık çok büyük risk oluşturmaya devam ediyor. Cari açığın yüksekliği bize yurt içi yatırımlarda yerli sermaye kullanımının düşüklüğünü gösterir. Şu an Türkiye ile benzer kırılganlıkta olan ülkelerde tasarrufların milli gelire oranı yüzde 30-40 arasında oynarken, bizde bu oran yüzde 12’ye kadar düşmüştür. Tasarruf düşük kalınca yatırım için yabancı sermayeye kucak açılıyor.

Kucak açmanın sakıncası nedir?

Yabancı sermaye kaşımız gözümüz için gelmediğine göre ona “dikensiz gül bahçesi” hazırlanması gerekiyor. Bu dikensiz gül bahçesi içerisinde iş gücü piyasasının esnekleştirilmesi, sosyal hakların törpülenmesi, grev ve benzeri hak hareketlerinin kısıtlanması, faiz oranlarının yüksek tutulması, istisna alanları yaratılarak vergi muafiyetleri oluşturulması gibi bir dizi “önlem” var. Ağır çalışma koşulları ve düşük ücretler nedeniyle sürekli azalan reel gelirlerle yoksulaştırılırken, bırakın tasarruf etmeyi temel tüketim ihtiyaçlarını bile borçlanarak karşılayabiliyorlar. Bu sarmalı yaratan kapitalist kar hırsıdır. Kapitalistler artı-değer düzeyini artırmak için sömürü-oranını artırmaları –kapitalist rekabet etkisiyle de- kar oranlarında sürekli bir düşüş eğilimini ortaya çıkartır. İşte bu kapitalist üretim biçiminin yegane çelişkisidir. Somut etkiyi işçi sınıfı ve emekçiler hisseder. Çünkü krizin faturası onlara ödettirildiğinde sermaye kendini kurtarır.

Krizin faturası işçiye- emekçiye çıkıyor diyorsunuz, peki ya yolsuzluğun ki...
17 Aralık operasyonunun yarattığı ilk ekonomik maliyetler (bakanın ifadesine göre yaklaşık 150 milyar dolar) geniş halk kesimlerine vergi ve zamlarla yansıtılmıştır. Yani, toplum olarak biz ayakkabı kutularına bakarken kendi cebimizdekiler başka ayakkabı kutularına doğru yol almaya başladı.

AYAKKABI KUTULARI DEVEDE KULAK

Ama Başbakan ‘Devletin kasasından çıkan tek kuruş yok’ diyor.
Gelelim esas yolsuzluğa… Maalesef 17 Aralık sonrası Tapelerle bize ne sunulursa onlara “şaşırarak” günleri geçiriyoruz. Ancak görünen o ki, ayakkabı kutuları, İran ticareti, rüşvet v.s. gerçekten devede kulak.  Esas yolsuzluğu Meclise sunulmayan Sayıştay raporlarında, Kamu İhale Kanunu’nda 10 yılda gerçekleşen 162 değişiklikte, Kentsel Dönüşüm Projelerinin dağıtımında, HES projelerinde, otoyolculuk faaliyetlerinde aramak gerekir. İşte buralarda gerçekten topluma ait kaynakların toplum yararı dışında kullanıldığı ve kamusal gücün belli menfaat çevreleri için “seferber edildiği” konusunda çok ciddi kokular var.
Meseleler, seçim süreciyle de birleşince açıkçası halının altına bakmak pek fazla akla gelmiyor!

İŞÇİ SAĞLIĞINI DA KONUŞACAĞIZ ÜCRETLERİ DE

Kültür Üniversitesinde bugün başlayıp yarın da devam edecek Üretim Ekonomisi Kongresi düzenliyorsunuz. Peki, niçin üretim ne için üretim?
Kongre hazırlığına başlarken bizim sorduğumuz soru buydu: Hangi üretim, kimin için üretim ve nasıl bir üretim? Biliyorsunuz bazı konularda toplumlar ezberlerle düşünür. Üretim de böyle bir konu. Üretim deyince akla gelebilecek birkaç kavram düşünelim: Vizyon 2023, Büyük Türkiye, Verimlilik, Ar-Ge, Orta Gelir Tuzağı, Esnek-güvence, güçlü ekonomi gibi…
Üretim konusunun bu kadar ezbere dönen çağrışımlar yaratmasının sebebi aslında biraz da ortada kalmasından kaynaklanıyor. Üretim at gibidir, neresinden bakarsanız farklı bir gerçeklik tanımlayabilirsiniz. Biz bu kongrede bu farklı gerçeklik alanlarının tartışılmasına olanak sağlamak istedik.
İşin esasına gelirsek, üretim; üretim ilişkileri bütününü ifade etmektedir. Verili kapitalist üretim ilişkilerini anlama çabası aslında sınıfsal ilişkiler bütününü ve dinamiklerini de kavramak konusunda yardımcı olmaktadır. Üretim deyince sadece verimliliği değil işçi sağlığını da konuşacağız, üretim finansmanını da, bunun ücretlere yansımalarını da konuşacağız.

KONGRENİN İÇERİĞİNDE NELER VAR?
50 tane bilimsel bildiri sunulacak kongrede, ayrıca bugün açılış ve yarın da kapanış panellerimiz var. Açılış panelinde özel kesim sermayeden yöneticilere söz vereceğiz. Erciyas CEO’su Teoman Doğan ve Ford-Otosan İK Direktörü Nursel Ölmez Ateş bize biraz “mutfağı” anlatacaklar. Yarınki kapanış paneli saat 15.00’te başlayacak ve “Dünden Yarına, Türkiye Ekonomisi” başlığını taşıyacak. Kapanış Panelimizde Prof. Dr. Gülten Kazgan, Prof. Dr. Korkut Boratav, Prof. Dr. Tuncer Bulutay ve Prof. Dr. İzzettin Önder kapsamlı değerlendirmeler yapacaklar nereden gelip nereye gittiğimiz konusunda. Panellerin dışında toplam 12 oturumda sunulacak 50 bildiri de ise üretim ekonomisi ya da daha genel haliyle üretim ilişkileri dediğinizde akla gelebilecek hemen her konu tartışılacak.

ÖNCEKİ HABER

İstanbul’un yaralı yüzü

SONRAKİ HABER

Sivas Şarkışla\'da Newroz katılımcılarına saldırı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa