07 Mart 2014 06:00

Dindar maskeli hırsızlığa referandum

Türkiye’de hırsızlık, rüşvet ve yolsuzluk eskiden beri vardı. Osmanlı döneminde rüşvetle atanan valiler, vezirler, hatta sadrazamlar. Cumhuriyetin tek parti döneminde affairistler, yani siyasetin ticarete alet edilmesiyle zengin olanlar.

Dindar maskeli  hırsızlığa referandum
Paylaş

Rahmi YILDIRIM
Gazeteci

“Ar damarı, ar damarı
Şimdi olmuş kâr damarı
Ar damarı çatlayanlar
Bir gün elbet yer şamarı.”

Türkiye’de hırsızlık, rüşvet ve yolsuzluk eskiden beri vardı.
Osmanlı döneminde rüşvetle atanan valiler, vezirler, hatta sadrazamlar.
Cumhuriyetin tek parti döneminde affairistler, yani siyasetin ticarete alet edilmesiyle zengin olanlar.
Demirel döneminde mobilya yolsuzluğu, hayali ihracat vurgunu,Özal döneminde papatyalar, prensler,
Civangate ve Emlakbank yolsuzlukları, Cumhurbaşkanı ve Başbakan teşvikiyle işini bilen memurlar, geride rüşvet belgesi bırakmayan pezevenkler
Demirel/İnönü hükümeti döneminde İSKİ, İLKSAN yolsuzlukları.
Tansu Çiller döneminde TEDAŞ, TOFAŞ, Örtülü Ödenek skandalları.
Necmettin Erbakan’ın orkestra şefliğinde Mercümek skandalı, kayıp trilyon davası.
Mesut Yılmaz’ı başbakanlık koltuğundan eden TÜRKBANK skandalı.
Son Ecevit hükümeti döneminde banka soygunları…
Nihayet AKP döneminde Cumhuriyet tarihinin en kapsamlı yolsuzlukları…
***
Hırsızlık, rüşvet, yolsuzluk hep vardı da böylesini ilk kez görüyoruz.
İlk kez gördüğümüz şey, hırsızlığın, rüşvetin, yolsuzluğun ahlaki ve cezai sorun olmaktan çıkarılması; siyasi ve dini sorun haline getirilmesi.
İnsaf ile söylemeli ki, rüşvet, yolsuzluk, hırsızlık denildiğinde akla ilk gelenler Turgut Özal ve Tansu Çiller bile ahlaksızlığı açıkça savunmamışlar, örtbas etmek ve soruşturmaları önlemek için savcıları yargıçları oradan oraya sürmeye kalkışmamışlardı. Erdal İnönü kendisine değil partisine bulaşan İSKİ yolsuzluğunu öğrendiğinde, partili Adalet Bakanını soruşturmaları örtbas etmesi için zorlamaya tenezzül etmemiş; daha yolsuzluk açığa çıkmamışken siyaseti bırakma erdemini göstermişti.
Mesut Yılmaz, başbakanlık koltuğundan gensoru ile indirilmişti.
Yani, boyutu ve hacmi ne olursa olsun, hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet ahlaksızlık olarak görülüyordu, iyi kötü hesabı soruluyordu. Şimdi zekat hırsızları, beytülmal soyguncuları devrindeyiz. Soygun kalkınma hamlesi, yolsuzluk ve rüşvet hayır hasenat olarak propaganda ediliyor. Hem de İslami dava uğruna.
Ne kadar yuh çekilse azdır. En başta samimi dindarlar yuh çekmeli.
***
Ortaya dökülen kasetler hırsızlığın nerelere değin uzandığını açıkça ortaya koyuyor. Recep Tayyip Erdoğan’ın iddia ettiği gibi kasetler montaj veya dublaj olsa, üç beş tuşa dokunmakla yapılabilecek teknik bir sorgulamayla sahteliği kanıtlanabilir. Üstelik bu teknik incelemeyi yapacak kurumlar da hükümetin emrinde; ama bu yola gidilmiyor. Böyle yapmak yerine hemen sönüveren mumlar yakılıyor. Kasetleri çürütmek için söylenen bütün mazeretler yalan çıkıyor.
Kasetler yalanlanamıyor. Çünkü kasetler gerçek. Milyar dolarlardan, Avrolardan söz ediliyor. Ahlaksızlığa hâlâ duyarlı toplum çoğunluğuyla alay edercesine hırsızlar salınıyor, koltuklar terk edilmiyor. Emeğe, hakka, adalete duyarlı dürüst ve onurlu insanların sineye çekebileceği, isyan etmeyeceği bir durum değil. Başka ülkeleri örnek göstermeye gerek yok. Dünkü Türkiye’de bile bu gibi kasetlere konu olanlar insan içine çıkamaz, bulundukları koltuklarda oturamazlardı.
Hâlâ koltuğunda oturabiliyor ve hesap yeri olarak 30 Mart’ta kurulacak sandığı gösteriyor. Beslemeleri de, hırsızlık havuzunda birikenin rüşvet değil, muhtaçlara dağıtılmak üzere bağışlanmış zekât paraları olduğunu söylüyorlar, yazıyorlar. Durumun en acıklı olan yanı da bu: Yani Muaviye ve dişi deve kıssasındakine benzer biçimde, havuzda birikenin zekat parası olduğuna inanan milyonların varlığı. Anayasa Komisyonu Başkanı az görülür bir rahatlıkla “Doğru olsa bile inanan yok” diyebiliyor. Ne yazık ki kısmen de olsa gerçeği söylüyor. Kasetlerde konuşulanların doğrulanması halinde bile inanmayacağını söyleyen kanaat önderleri çıkabiliyor. Yazısının başlığında açık açık “İ-nan-mam” diyebiliyor. Belki de bu rahatlık içinde hırsızlık artık ahlaki bir sorun olarak görülmüyor, siyasi ve dini sorun haline getiriliyor; 30 Mart’a randevu veriliyor.
***
Gerçekten de hırsızlığın ahlaksızlık olmaktan çıkarılmasına, siyasi ve dini sorun haline getirilmesine ilk kez tanık oluyoruz.
Hem dinin hem siyasetin ticarete ve ranta alet edilmesinin kaçınılmaz sonucu.
Madem ki, az rastlanır bir zorbalıkla koltukları bırakmayanlar 30 Mart’ta kurulacak sandığa randevu verdiler.
Seçim, hayır hasenat işlerini devlet rantının yağmalanmasında araçsallaştıran zihniyet ve inanç sahipleriyle vicdani ve ahlaki hesaplaşmaya dönüşecek demektir.
Seçim, Harun olma palavrasıyla gelip Karun olanlarla hesaplaşmaya sahne olacak demektir. Seçim, sıradan yerel yönetim seçimi olmaktan çıkmıştır.
Seçim, dindarlığı maske edinmiş hırsızlık, arsızlık, zorbalık, kin ve nefret siyaseti için referandum olacaktır.
Umulur ki, bu vesileyle laikliğin de değeri anlaşılır.

ÖNCEKİ HABER

Üniversiteliler 12. kez ‘bağımsız iktisat’ diyor

SONRAKİ HABER

Gebze’mize ve yaşamımıza sahip çıkalım

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...