01 Mart 2014 06:00

İktidar korkusu haber yaptırmıyor

Milliyet’in Genel Yayın Yönetmenliği görevinden alınan ve ardından gazete ile yolları ayrılan Derya Sazak ile “Batsın Böyle Gazetecilik” adlı kitabını konuştuk. Sazak ile Başbakan Erdoğan ve oğlu Bilal Erdoğan’a ait olduğu iddia edilen ses kaydının yayımlandığı günün ertesinde buluştuk.

İktidar korkusu haber yaptırmıyor
Paylaş

Çağrı SARI
İstanbul

Milliyet’in Genel Yayın Yönetmenliği görevinden alınan ve ardından gazete ile  yolları ayrılan  Derya Sazak ile “Batsın Böyle Gazetecilik” adlı kitabını konuştuk. Sazak ile Başbakan Erdoğan ve oğlu Bilal Erdoğan’a ait olduğu iddia edilen ses kaydının yayımlandığı günün ertesinde buluştuk. Belli ki Sazak alışkanlıklarını değiştirmemiş ve elleri gazetelerle dolu geldi yanımıza. Ses kayıtları Milliyet’te dahil “Başbakanlığın yalanlaması” üzerinden yansımış, içeriğe dair bir ayrıntıya yer verilmemiş... Gazetelerin haberi veriş tarzı rahatsız etmiş gazeteciyi. Zira kaydın yayımlandığı saatlerde film izleyip uyuduğu için ertesi sabah buluşmaya gelirken haberdar olmuş tapeler ve yankılarından. Sadece bir vatandaş olarak habere ulaşmaya duyduğu ihtiyacı ve eksikliğini hemen vurguluyor sözlerinde. Birlikte bakıyoruz gazetelere ancak haberi alamıyoruz. Sazak bu durumu eleştiriyor ve diyor ki: İktidar korkusu haber yaptırmıyor!
Milliyet’te geçirdiği dönemi ve medyayı anlatan “Batsın Böyle Gazetecilik” kitabında çarpıcı başlıklar var. Başbakanın İmralı Zabıtları üzerinden Millyet’e müdahalesi, gazetenin sahibi Erdoğan Demirören’in tutumu ve Sazak’ın deyimi ile iplerinin koptuğu Gezi eylemleri, 17 Aralık süreci... O kadar çok konuşulacak şey var ki...


Başbakan Erdoğan ve Bilal Erdoğan arasında geçen ses kayıtlarını dinlediniz mi? Ne olur bundan sonra peki sizce?

Siyasette 17 –25 Aralık operasyonları tarihsel bir kırılma noktası. AKP ve Başbakan Erdoğan 12 yıla yaklaşan siyasi iktidarının en zor zamanlarını yaşıyor. Görünürde bu bir cemaat- iktidar çatışması. Aynı zamanda Erdoğan yönetimi Gezi’den itibaren bir korku duvarının içinde yaşıyor. Erdoğan ve ailesini kuşatan bir korku var. Erdoğan ya bir hamle yapıp, Çankaya’ya çıkıp hakkındaki iddialardan korunacak ya da Başbakan olarak yola devam edecek. Özetle Erdoğan’ın kendisinden sonraki dönemi planlamaya dönük ciddi hamlesi olmuş. Bunların bir kısmını da ailesi üzerinden yapmış. Servet edinmeler falan. Büyük ihaleleri kazanan mütahitlere, medyaya yönlendirmeler falan. Burada da bir güç kazanma ve onu büyütme siyaseti görüyoruz. Önümüzdeki tablo; HSYK yasası ile yargının düzenlenmesi, İnternet yasası, Bilal Erdoğan’ı koruma ve kollama operasyonu gibi görünüyor.

17 Aralık’tan sonra bir dizi yasa çıkmasını ve yapılan düzenlemeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Cemaatle dershaneler üzerinden ayrışma çıktı ama hiç kimse 17 Aralık sabahı bakanların çocuklarının kapıları çalındığında bunun hükümette yol açacağı büyük sarsıntıyı tahmin etmiyordu. 90’lı ve 2000’li yıllarda yolsuzluk yine vardı. Tansu Çiller eşi Özer Çiller, Mesut Yılmaz... Bütün bu hesaplaşma 2002 seçimlerinde AKP tek başına iktidara getiren bir süreçti. Çünkü merkez siyaset artık çökmüştü. Erdoğan ve kadrosu yolsuzluğa, yoksulluğa yozlaşmaya karşı bir umut gibi kendilerini takdim ettiler.
En büyük handikapları Irak işgaliydi. Tezkere reddiyle o süreçten uzaklaştılar. AB projesini sahiplendiler. Kıbrıs’ta çözümü savundular. 2005’den itibaren küresel piyasalardaki o para bolluğu, sıcak para girişi falan... AKP yükselişe geçti.
Hatta birtakım haksızlıklara da uğradı. Danıştay saldırısı, Hrant Dink suikastı, 27 Nisan e-muhtırası, bütün bu karanlık olaylar zinciri Ergenekon, derin devlet yapılanmaları iktidarı masum duruma da getirdi. Toplumdaki bu iklim, AKP’yi bir anda alabileceğinin 7 puan üstüne taşıdı yüzde 47 ile tekrar geldiler. 17 Aralık ile içine girdiğimiz süreçte Yalçın Akdoğan “Orduya kumpas kuruldu” dedi. Yolsuzlukları örtbas etme, Cemaat kuşatması derken 10 yılı da bir kalemde sildiniz. Eğer öyleyse bu operasyonları, karanlık, derin devletçi yapılara karşı oluşturulan operasyonları nereye koyacağız? Kozmik odaları nereye koyacağız?

O ZAMAN CEMAAT, AKP İÇİN BUZKIRANDI

7 bin kişinin telefonunun dinlendiğinden bahsediliyor...

Gazetecinin akademisyenin telefonunu dinliyorsunuz. Bizler orta yerde insanlarız. Dinlesen ne olur dinlemesen ne olur. Sen Agos’u da dinliyordun, izliyordun. Hrant, “Güvercini vuracaklar” diye yazı yazdığında bırak dinlemeyi oraya bir polis göndersen belki o çete Hrant’ı vurmayacaktı. Cemaate yakın diye bilinen Trabzon’daki Emniyet Müdürü, sonradan İstihbarat daire başkanı Ramazan Akyürek, Nedim’i Ahmet’i içeri attıran cemaatçi polisler, o zaman da buna tepki gösterseydin. Eğer darbe varsa o zaman da vardı. Ama bu yapılar sizin adınıza buz kıran gibi açıyordu yolları. O zaman demezler mi 10 sene cemaatle iş yaparken nerelerdeydin? Yakın tarihe baktığımız zaman bu kadar servet düşkünü bir iktidar görülmemiştir. Mesut Yılmazlar, Özallar, Çillerler hafif kalıyor.

Peki ne olacak şimdi Erdoğan kendi sonunu mu getiriyor?

Evet bence getiriyor. Bunun başlangıcı da Gezi’dir. Eğer Erdoğan Gezi’yi kendi masumiyeti içinde değerlendirseydi komplo falan demek yerine bu genç çocuklar haklılar falan deseydi...

Kitapta da demişsiniz. Eski Erdoğan olsaydı gider o gençlerle çay içerdi diye...

Evet aynen, çevre onu kuşattı. Bakın bana danışmanlarını söyleyin sana kim olduğunu söyleyeyim. Yalçın Akdoğan; sürekli korku ve paranoya üretiyor. Yiğit Bulut; telekinezi diye bir kavram üretti... Korkularıyla yaşayıp sonra baş edemiyorlar...

Derya Bey, 12 Eylül referandumu sürecini desteklediniz. Yetmez ama evet dediniz. Bugün yetmez, ama evet diyenler  pişmanlık yaşıyor. Siz pişman mısınız?


Yok, hayır bakın ben gazeteciyim. Türkiye değişiyor. Dünya da öyle. Hayatın diyalektiği var Benim durduğum noktada, yazılarımda da soldan bakmaya çalışan biriyim. Benim destek reformlarım vardı. Kürt sorununun çözümü, AKP çözüyorsa o çözsün. Bırakın çözsün. Ben Kürt sorununun AKP’ye gelene kadar SHP, CHP , DSP döneminde çözülmesini beklerdim. AB süreci... Demokratikleşme bakımından önemli bir nokta. 2011 yılına kadar demokratikleşme alanında adımları doğruydu. Ama sonra saptı. Bakın kim kaldı AKP’de.

AKP İÇİN 40’IN ALTI BAŞARISIZLIK

Seçimlere az bir zaman kaldı. Siyasi iktidar oy kaybeder mi?


“Her şey benim” diyen bir başbakana karşı tepki oyu verecekler. Bu sandığa yansır. Eğer yansımazsa o zaman sorun var demektir. Yine 42’lerde 44’lerde çıkarsa, O zaman Türkiye’yi tekrar tekrar okumak lazım.

Başbakan son konuşmalarından birinde yüzde 38 dedi...
Vallaha yüzde 40 altındaki her sonuç, AKP açısından başarısızlıktı 40’ın altına düşerse Çankaya’ya çıkamaz.


İMRALI ZABITLARI VE BASKI SÜRECİ

Medya özelinde devam edelim. Alo Fatih kayıtlarının ortaya çıkması ile müdahale biraz daha görünür oldu. Belli ki tek müdahale Habertürk değil. Böyle talimatlar dışında Başbakan nasıl müdahalede bulunuyor medyaya?


Milliyetteki öykümüz müdahaleler tarihi... Bir yandan siyasi iktidar, bir yanda siyasi iktidar karşısında varlık gösteremeyen zayıf  ezik bir sermaye yapısı. Düşünün İmralı tutanaklarını yayımlıyoruz. Önemli bir haber. Abdullah Öcalan 2013 Newroz’unda tarihi çağrı yaptı. Silahlı dönem son buldu. Bu mutabakat nerde sağlandı? İmralı’da söylüyor. Ama toplum haberdar değil. Toplum medya kanalıyla bilgilenir. Siz yasaklarsanız şimdi. Toplum hangi kanallardan bilgi alacak? Yalçın Akdoğan beni aradı, “sabotaj” dedi. Sonra Başbakan Erdoğan Balıkesir’de çıktı, “Batsın sizin gazeteciliğiniz” dedi. Hasan Cemal’i hedef aldı. Sonra döndü patron bana Hasan Cemal’e yazdırma, Can’ı (Dündar) izne çıkar. Ben “İstifa ederim” dedim. “Yok sizle devam ederiz” diyorlar. Bana bunu derken arka planda Fikret Bila’ya “Üçünü de göndersek gazeteyi çıkarabilir misiniz” diye soruyorlar. Bunlar medya sermayesi ve yapılanması açısından zavallı durumlar. Bütün yandaş medya, “2. Oslo suikastı, derin yapılar devrede” diye yazdılar. Mesleğim adına ayıp bir dönem.

İşlerin bu noktaya geleceğini düşündünüz mü?
Asla düşünmedim. Ben haberi vermeye odaklandım. Çünkü çok değerliydi. Haberin kıyamet koparacağını düşünemedim. Başbakan bağırdı çağırdı. Erdoğan, Demirören’i aradı. Demirören özür diledi, “Gerekirse gazeteyi satarım” dedi. Öyle şey olur mu? Arkada durun ki itibarlı gazete sahibi olun. Bakın sonra ne oldu? Gezi ile beraber gazetemizden hep beraber ayrılmak zorunda bırakıldık.

İmralı Zabıtları’nın haberinin ardından Demirören Başbakana “Milliyet’i istediğinize satarım” demiş. Başbakan Erdoğan’ın “Alırken bana mı sordunuz, satarken soracaksınız?​” dediğini yazmışsınız. Bunu yayımladıktan sonra bazı köşe yazarları “Bakın Erdoğan demek ki karışmıyor ‘Bana ne?​’ demiş”  diye yazdı...

Evet, öyle diyor ama sonra Demirören telefon açıp “Kimi getireyim” diyor “Akif Beki’yi getirin” de diyor. Kimi iktidara yakın kalemler kendi açılarından yorum getiriyorlar. Yalçın Akdoğan kişisel bir başdanışman değil. Beni arıyor. Star’da yazı yazıyor. “Sabotaj” deyince herkes bize koro halinde saldırdı. Bir de Başbakan çıkıp “Batsın sizin gazeteciliğiniz” dedi.

HASAN CEMAL’İN DE KENDİSİNE DÖNÜP BAKMASI GEREK

Hasan Cemal’in gidiş sürecine gelelim. Siz Gezi döneminde gazeteden ayrıldınız “Böyle olacağını bilseydim Hasan Cemal’i göndermezdim” diyor musunuz?


Hasan Cemal benim dönemimin en ağır yarası. Bu nedenle kaybetmek istemezdim. Ama son noktada ikimizin de hataları var. Yani egolar da biraz çarpıştı. Şunda kesin kez içim rahat. Hasan Cemal gitse de kalsa da iyi ki biz gitmemişiz. Gezi’yi yaşadık çünkü. Ben gazeteciliğimin en heyecanlı günlerini orada yaşadım ilk günden son güne kadar oradaydık. Gezi mi, Hasan Cemal mi derseniz yani Gezi.

Görüşmüyorsunuz galiba?
Hayır.

Peki bu kitaptan sonra da mı görüşmediniz?
Yok hayır. Gazetecilerin böyle saplantılı tarafları vardır.

Başka türlü yönetilemez miydi süreç?
Hasan Cemal’in de kendisine dönüp bakması gerek. Başbakanın ağır şekilde üzerimize geldiği zaman “İstersen ben yazmayayım” dedi. “Yazmayayım da şu fırtınayı aşalım” dedi. Ben de “Tamam” dedim. Zaten sıkıntıyı aşamıyoruz. Sonra patron döndü, “Hasan Cemal’e yazdırma” deyince, “Böyle yazdırma” diye karar olamaz. Ayrıca Hasan Cemal tabii ki yazacak. Ama Hasan Cemal de yazmayınca “Bekleyelim” dedik o kadar. Patron “Can Dündar gitsin” dedi. “Hayır” dedim. “Can da yazacak. Ama siz benim gitmemi istiyorsanız Başbakan nezdinde hepimizin kellesini verip bu işi aşarız diyorsanız, bu olay hepimizi bitirir. Ama biz özür dileyecek değiliz” dedim. Bırakın da şunun keyfini çıkaralım. Son dönemlerin en iyi haberini yapmışız. “Sağlam durun” dedik patrona “Asıl o zaman gazete sahibi olursunuz”. Önceden ticari bir yatırımdı. Milliyet zaten itibarlı bir gazete. Dolayısıyla ilk 10 günde her gün Hasan Cemal ile konuştuk. Sonradan Hasan ağabey strese girdi maça gitmişti. Sonra karşılıklı konuşurken tamamen havası değişmişti. “Beni cezaya koydunuz” falan. Ya Hasan ağabey ne cezası? O zaman sen bana dedin ki “İstifa etme.” O zaman ilk gün istifa etseydik hep beraber. Sen “Bırakma” dedin. Ben muhabiri koruyorum. Ankara büroyu koruyorum. Yıktılar gazeteyi üzerimize. “Hadi bunu bas” diyor. “Basmazsan ben giderim” diyor. Millet bu durumu kışkırtıyor. Ne yapacaktım ben yani.

Arada mı kaldınız?
Evet, krizi aşmak zorundayım. Yani aştım da arayı soğuttuk. Sonra Hasan Cemal çıktı. İlk yazının tekrarını yazdı. Hadi o anlaşılır. “Nerede kalmıştık” gibi bir yazı. Sonra ikinci bölümde dedi ki “Bu sermaye yapısıyla bu gazetecilik olmaz”,  “Demirörenlerin gazeteyi alması hataydı” gibi benzer şeyler. Sonra dedim ki ben “Ben de bu yazının altına imza atarım”. Sermaye ve medya yapısı bin yıldır tartıştığımız konular. Burada ağabeylik yapması gereken Hasan Cemal’di. Bütün yazı işleri arkasında. Ağabey gel ikinci bölümü sonra basalım. Ben dedim ki “Bunu basmam”. Yazıyı yayımlama sorumluluğu bende. İmralı tutanaklarını basarken editöryal bağımsızlık gereği olarak kimseye sormadım. Sormayı zul sayarım. Ben kimseye “Beyefendi bu haberi verirsek çözüm sürecini kesintiye uğratır mıyım” diye sorar mıyım?  
Öte yandan Cemal’in yazısı geldiğinde patronu eleştiriyorsa; Demirören’e ağır baskı yapılmış. İkinci bir darbe vuracaksın gazete sahibinin aleyhine yazı yazarsan. İyi kötü 10 gün bu isim baskıyı yemiş ama arkamızda durmuş. Erdoğan, Demirören’e satır arası laf geçirsen ne olur? Zaten sen onu yazmışsın. Sen ona bir iki cümle ya da ne kadar yazıyorsan ilk bölümü veririz... “Hayır bunu bas” dedi. “Bazmazsan o zaman arkadaşlar bekliyor.” Ya arkadaşlar kim? Biz senle 20 yıl aynı gazete çalışmışız. Sonra gitti aynı yazıyı t24’e verdi. Ben de “yolları ayırıyoruz” dedim. Ben çıkardım sonuçta ama beni de çok yaraladı. Ben bu haberin onurunu heyecanını yaşamamalı mıydım?  Burnumdan getirdiler.


NAGEHAN “CEMAAT LOBİSİ” GİBİ DÜŞÜNÜLÜRDÜ

Kitapta Nagehan Alçı’nın Bilal Erdoğan siyasete atılacak yazısından bahsettiniz. Nagehan Alçı’nın yazısını da yayımlamadınız...

O günlerde 27 Temmuz falan gazeteden ayrılmamıza yakın bir zaman. Gezi atmosferini biliyoruz. Can’ı atmamız isteniyor. Biz Can’ı Tahrir’e gönderince Gazete Sahibi Tayfun Demirören Can’ı çek Can’ı kurtaramayız. Şimdi Can olayı var Hükümet üzerimize geliyor ve Nagehan Alçı zaten Hükümet tarafından yerleştirilmiş bir yazar. Negahan o sıralarda zaten Cemaati yazıyor. “Cemaat lobisi” gibi düşünülürdü yazı yazdığı zaman. Ben de yazı işlerindeki arkadaşlara “Aman dikkat zaten Hükümet komplo arıyor. Yok edecekler” diyor. Böyle bir dönemde yazı geldi. Bilal Erdoğan siyasete hazırlanıyor. Nagehan’ı arayayım derken mesajı attı. Koy iyi olur aile istiyor. Sonra telefon açtım. dedim ki: Nagehan bak bu yazıyı atmosferden dolayı yazmam. Ama şunu yapabilirim. Ara birine dayandır. Ara Bilal Erdoğan’ı oradan cümle al. Manşet yapalım. Nitekim bugün çıkan durum, şimdi anlıyor ki Bilal Erdoğan bir siyasi proje ve bunu da yazmış Nagehan. Nagehan’ın eksikliği yazıyı dayandırmamış bir yere. Ama o gün ki ağır baskı ortamında Tayyip Erdoğan çıkacak diyecek ki “Oğlumla uğraşıyorlar”. Şimdi bir daha çıksa meydanlara “Yalan” dese ne diyeceğim zaten alttan beni oyuyorlar. Dolayısıyla ben koymadım. Ben temmuz sonunda gazeteden ayrıldım. Nagehan  daha sonra bir daha yazsaydı bunu. Ben yayımlamadıysam Fikret Bila yayımlardı bunu.


GAZETEDE İÇERİKLER YER ALMIYOR

Bu kitaptan sonra yeniden sizi işe alırlar mı?

(Gülüyor) Belli olmaz iklim değişir. İlkbahar olabilir yani... Hayat... Ama medya düzeni ve siyaset böyle gitmez.

Genel yayın yönetmenliği yapmak ister miydiniz 17 Aralık sürecinde?
Çok isterdim. Bakanların oğlunun gözaltına alınmasını falan yapardık...

Bugün çıkan tapeleri basar mıydınız?
Dikkatli olurdum tapeler konusunda. Gazetelerin iktidar korkusundan kaynaklı hiçbir şey basmadığını görüyoruz.

Başbakan ile Bilal Erdoğan arasında geçen ses kaydı birçok gazetede yok. Nasıl bir haberciliktir peki bu? Milliyet “Şok iddia, jet yanıt” diye atmış..

Ama bu çok yanlış. Bakın ben dün gece yorgundum. Televizyondaki tartışmalara baktım ve film izleyip uyudum. Sabah kalktığımda gazetelere bakınca gördüm Başbakanın ses kaydının çıktığını. CHP’nin Hükümet istifa dediğini. Çoğu merkez medyada yok. Peki metni nereden öğreneceğim? Haberin kendisi yok. Bugün bunca rezalet oluyor. Hürriyet yazarları yazıyor. Milliyet’te kaç kişi yazıyor? Niye yazmıyor?


SENDİKA KUSURUMUZ

Genel yayın yönetmenliği yaptığınız dönem sendikalaşma meselesine nasıl bakıyordunuz.?

Yani o da bizim tarihsellik içerisinde kusurumuz. Son dönem için söylemiyorum. Ama ben mesleğe girdiğimde 78’de Anka ajansındaydım. O zaman TGS’nin işyeri temsilcisiydim. Bir dönem sözleşme yaptık. Sonra Milliyet’e girdiğimizde toplu sözleşme vardı. O dönem Sabah’ta sendika yoktu. Hürriyet çıktı çıkacaktı. Biz de çıktık. Son ayrılan 3-4 kişiydik. Umur Talu ben birkaç arkadaş daha. Son direnenlerdendik. Sonra bastık istifayı biz de ayrıldık. Onun için sendika konusunu açmayın. Diyecek bir şeyimiz yok.

ÖNCEKİ HABER

Dünyanın merkezi sağa mı kayıyor?

SONRAKİ HABER

Dershaneler tasarısı yasalaştı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...