28 Şubat 2014 06:00

Erdoğan’ın 28 Şubat’la dansı

Yakın tarihimizin son askeri darbesi olan 28 Şubat’ın dönemin generallerinin iddia ettiği gibi “bin yıl” sürmeyeceği görülmüş olsa da, 28 Şubat çeşitli yönleriyle güncel siyaseti etkileyen özelliklere sahip.

Erdoğan’ın  28 Şubat’la dansı
Paylaş

Fatih POLAT

Yakın tarihimizin son askeri darbesi olan 28 Şubat’ın dönemin generallerinin iddia ettiği gibi “bin yıl” sürmeyeceği görülmüş olsa da, 28 Şubat çeşitli yönleriyle güncel siyaseti etkileyen özelliklere sahip.

ERBAKAN OUT, ERDOĞAN İN

28 Şubat 1997 tarihli askeri müdahale, yakın tarihimizin son askeri darbesidir. Kullandığı yöntemlerle, askerin doğrudan yönetime silah yoluyla el koyduğu önceki darbelerden ayrılan 28 Şubat, hatırlanacağı gibi dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan’ı koltuğundan indirirken, Refahyol iktidarının da sonunu getirmişti.

28 Şubat sürecinin etkisini kuvvetlendirmek için Sincan’da tanklar da yürütülmüştü ama bu darbenin temel enstrümanları ‘silahsız kuvvetler’di. Gazete manşetleri, televizyon ekranları, köşelerinde generallerin brifinglerinin gönüllü tercümanlığını yapan yazarlar, rektörler, yüksek yargı organları, patron örgütleri, bazı işçi konfederasyonları vb...

28 Şubat iddianamesinde de yer alan ve 20 Aralık 1996 tarihinde ‘Bir üst düzey komutanın açıklaması’ diye Ertuğrul Özkök’ün kaleminden “Bu Defa Silahsız Kuvvetler Halletsin” başlığıyla Hürriyet’in manşetinde yayımlanan haber bu ilişkinin çarpıcı bir özetidir aslında. Erbakan’ı, 28 Şubat kararlarını imzalarken yüzündeki boncuk boncuk terlerle gösteren fotoğraflar eşliğinde atılan “Paşa paşa imzaladı” manşetleri de bu ‘silahsız kuvvetler’in kendi zaferini kutlama manşetleri olarak da okunabilir.

28 ŞUBAT’TA ÖNEMLİ GREVLER YASAKLANDI

“İrtica tehdidini” önleme gerekçesine dayandırılan 28 Şubat müdahalesinin aslında, sistemin yeniden tahkimi anlamına geldiği daha sonraki uygulamalarıyla da görüldü. Dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir, Sincan’da tankların geçişi için “Demokrasiye balans ayarı yaptık” derken aslında tüm bu müdahaleyi kendileri açısından tanımlamış oluyordu.

28 Şubat sürecinde çok önemli iş kollarındaki grevler, “milli güvenlik” gerekçesiyle erteleme adı altında yasaklandı.

Türkiye’de sadece merkez medya değil, İslami medya da 28 Şubat’ın o sıcak günlerinde, darbeci generallere karşı eleştirel bir duruştan tamamen yoksundu. Solun bir kesimi de, bu dönemde doğrudan militarizme karşı olmak yerine, “Ne Refahyol, ne hazır ol” sloganıyla, topu ortalamayı tercih etti. ‘Sol’un bazı kesimleri de, o dönemde ‘gericilikle mücadele’ adı altında 28 Şubat’a utangaç bir biçimde destek verirken, bu tutumlarını zaman içinde daha belirgin hale getirdiler.

Recep Tayyip Erdoğan ve ekibi ise, bu süreçten en kârlı çıkan kesimlerin başında geldi. Hocası Necmettin Erbakan iktidardan düşürüldükten sonra Erdoğan ve hareketi, 28 Şubat’a destek veren temel güçler açısından ‘Milli Görüş’ geleneğini bölmeye yarayabilecek olan bir çıkıştı ve Erdoğan da hocasıyla kendisini ayırmak için, ‘İslami bir parti’ peşinde olmadıklarını belirten mesajlar veriyordu. O atmosfer içinde Erdoğan ve ekibi ‘yenilikçiler’ olarak adlandırılıyordu. 28 Şubat’ın ‘silahsız kuvveti’ olarak davranan medya organlarının Erdoğan ve ekibinden sürekli ‘yenilikçiler’ diye söz etmesi, çok açık bir biçimde ‘Yürü ya kulum’ demekti.

Geçmişte hem Erbakan ile hem de Erdoğan ile birlikte siyaset yapmış isimlerden biri olan ve şu anda da Saadet Partisi Rize Belediye başkan adayı olan Prof. Dr. Mehmet Bekaroğlu, çeşitli vesilelerle, AKP’nin 28 Şubat’ın ürünü olduğunu söylerken bu gerçeğe işaret ediyordu. ‘Postmodern darbe’ olarak da adlandırılan 28 Şubat ile AKP arasındaki bu ilişki, elbette ‘komplocu’ bir kurgu ile değil, dönemin siyasal atmosferinin tercihleri üzerinden ortaya çıkan bir sonuç olarak okunmalıdır.

CEMAAT İLE BİRLİKTE ASKERE OPERASYON

Aradan geçen süreç de, AKP’nin 28 Şubat ile dansı gibidir. Askerin siyasete müdahalesini geriletirken, kendi önünü de açmaya yönelik olarak Ergenekon davasını gündeme getiren AKP, bu süreçte Gülen Cemaati ile ortak hareket etti. Cemaatin Emniyet ve yargı içindeki kadroları ile bir koalisyon gibi hareket eden AKP kurmayları, bu konuda ciddi bir mesafe aldıktan ve ordu üzerindeki denetimini pekiştirdikten sonra, Cemaat ile aralarında çıkan MİT krizinin ardından ise bu sefer TSK ile yeni bir ilişkiye yöneldi.  Başbakan Erdoğan’ın Siyasi Başdanışmanı Yalçın Akdoğan’ın Cemaat için kullandığı “Milli orduya kumpas kurdular” sözü bu sürecin işaret fişeği oldu.

AKP Hükümeti, Cemaate karşı kılıcını çekerken ordunun ve onun arkasındaki, yanındaki, yöresindeki güçlerin de desteğini almayı hesap etti. Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen 103 sanıklı 28 Şubat davasında da bu yönelimin etkisi açıkça görüldü. 76 tutuklu sanıkla başlanan davada 19 Aralık 2013 tarihinde “Tutuklu süreleri göz önüne alınarak ve delilleri karartma şüphesinin ortadan kalkması” sebebiyle adli kontrol şartıyla tahliye kararı verildi ve Emekli Orgeneral Çevik Bir, Emekli Orgeneral Çetin Doğan, Emekli Tümgeneral Erol Özkasnak, Emekli Tümgeneral Kenan Deniz ve Tuğgeneral İdris Koralp tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Ve böylece Balyoz Planı davasından hüküm giyen Emekli Orgeneral Çetin Doğan dışında tutuklu sanık kalmadı.

MGK’DE ‘PARALEL YAPI’ GÜNDEMİ

28 Şubat 1997 askeri müdahalesi ile önü açılan Erdoğan için, aradan geçen 17 yıldan sonra, bu 28 Şubat’ın hemen arifesinde gerçekleşen MGK toplantısı da, bu gidişata uygun bir sonuç doğurdu.

MGK, önceki gün gerçekleşen toplantısında, isim vermeden Fethullah Gülen Cemaatiyle özdeşleşen “paralel yapıyı” ulusal güvenliğe tehdit oluşturan yapılanma olarak tanımladı. Toplantının ardından yapılan yazılı açıklamada, ülke genelinde güvenliği ilgilendiren hususlar ve yürütülen çalışmaların değerlendirildiği; bu kapsamda da “Halkın huzurunu ve ulusal güvenliği tehdit eden yapılanmaların ve faaliyetlerin” görüşüldüğü kaydedildi.

MGK bildirisinde açık şekilde Gülen Cemaati ya da Hizmet Hareketi tanımlanmazken, Hükümet yetkililerinin son dönemde sıkça kullandıkları “yapılanma” kelimesine atıfta bulunuldu. Bu da zaten yerleşik MGK açıklamaları üslubuyla uyumludur.

İktidar güçleri açısından durum böyle seyrederken, demokratik kriterler açısından da 28 Şubat ile günümüz arasındaki, birini diğerine tercih etmeyi gerektiren bir fark bulunmuyor.
Gezi protestoları sürecinde Başbakan Erdoğan’ın “Polise emri ben verdim” sözlerinin ardından Hükümeti protesto edenlere ancak darbe süreçlerinde ya da faşist iktidar dönemlerinde yaşanabilecek saldırıların yapılması, bu saldırılar sonucunda ölümlerin yaşanması başka nasıl açıklanabilir? Aynı şekilde HSYK, MİT ve İnternet kanunlarıyla girişilen rejim restorasyonu da darbe dönemlerinin ruhuna uygundur. Tüm bunların ‘sivil’ iktidar koşullarında yapılması onu bizim için ‘tercih’ sebebi yapmaz. Belki Ali Bayramoğlu için, Etyen Mahçupyan için ya da Yıldıray Oğur için yapabilir ama bizim için yapmaz.

ÖNCEKİ HABER

Kalabalık amfi tepkisi

SONRAKİ HABER

Savcılıktan emniyete: Belgeleri imha edin

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa