09 Şubat 2014 06:00

Ha 3+1 ha üçlü koltuk

Bir anne, biri kız diğeri erkek iki çocuk. Bir türlü dizilere kapağı atamayan, palyaçolukla geçinen tiyatrocu abla. Bütün gün koltukta pinekleyen, hayalsiz, işsiz bir oğlan. Hiç kapanmayan televizyondan “öğrendikleri” ile hareket eden bir anne. Üçlü koltuğa sığmayıp taşan dertleriyle değil gündelik ıvır zıvırlarla boğuşan, birbirlerini dinlemeyen ama sürekli konuşan insanlar; tipik bir aile yani.

Ha 3+1 ha üçlü koltuk
Paylaş

Devrim ACAROĞLU
İSTANBUL


Bir anne, biri kız diğeri erkek iki çocuk. Bir türlü dizilere kapağı atamayan, palyaçolukla geçinen tiyatrocu abla. Bütün gün koltukta pinekleyen, hayalsiz, işsiz bir oğlan. Hiç kapanmayan televizyondan “öğrendikleri” ile hareket eden bir anne. Üçlü koltuğa sığmayıp taşan dertleriyle değil gündelik ıvır zıvırlarla boğuşan, birbirlerini dinlemeyen ama sürekli konuşan insanlar; tipik bir aile yani.

DBLOK D:7 Oyun Havası’nın ilk oyunu ama ekip yeni değil. Oyun Deposu dağıldıktan sonra beş kadın tiyatrocudan üçü (Yelda Baskın, Maral Ceranoğlu, Elif Ürse) önce oyunlarını çıkarmış ardından da ekiplerine isim vermişler. Yönetmen, oyuncu, yazar gibi etiketler olmaksızın birlikte ürettiklerini oynayan, gerektiğinde birinin yönetmen diğerlerinin oyuncu olabildiği bir ekip Oyun Havası.

Yelda Baskın’ın yazıp yönettiği DBLOK D:7 aileye odaklanan bir oyun. Geçtiğimiz mayıs ayında oyun prömiyer yaptıktan sonra yeni sezonu beklerken Gezi patlamış. DBLOK D:7 Gezi ile patlaması olası bir sıkışmışlığın oyunu.

DBLOK D:7 nasıl doğdu?
Yelda Baskın: Ben hayatta çözemediğim sıkıntımı ya da takıldığım bir mevzuyu tiyatroyu araç edinerek deşiyorum. Aile de böyle çözmek için kafa yorduğum bir mevzuydu. Kendi ailemle kurduğum ilişki, onun sağlıksızlığı ve kendime dönüp bakmak için bu oyunu yazdım. Bunu şimdi böyle söyleyebiliyorum, yoksa, ben kendi ailemi yazacağım, bu şekilde de aile mevzusunu deşmiş olacağım diye hareket etmedim tabii. Biz ekip olarak yaptığımız şeylerin dönüp kendimize bakmamıza neden olmasını önemsiyoruz. Dünyayı değiştiremeyiz belki ama kendimizi değiştirebiliriz. Yaptığımız her işte değişiyoruz zaten.

Aile çok büyük bir mesele. Senin seçmediğin ilişkiler demek. Hoşuna gitmediğinde kolay kolay çekip gidememek demek… Sen hangi yönleri ile aileyi tartışmak istedin?
Yelda: Ben aile kötüdür diyemiyorum, iyidir de diyemiyorum. Bir yandan; ailem iyi ki var, onlar olmasa ben bir hiçim. Kapısını istediğimde çalabileceğim, bana bu kadar açık bir şekilde her şeyini sunabilecek başka kimse yok, bu bir gerçek. Ama diğer yandan her şeyin bir bedeli var. Aile, bağlar demek, sorumlulukların demek. Ve bu seni hapsediyor.
Elif Ürse: Aile, sevgi adı altında karşındakine her şeyi yapabilmek demek ya. “…çünkü seni seviyorum”lar… Sevgi adında bir zindana dönüşebiliyor aile. Aile bu sisteme bakmak için de en doğru yer. Sistemin en küçük yapısı çünkü. Gezi’de de gördüğümüz gibi; devlet, baba olmak için hep seni ergen tutmaya çalışıyor. Devamlı kafana vuruyor. Ailede de bunun çeşit çeşit halleri var. Bazıları çok sevgi dolu, şirinler köyü gibi bir aile oluyor. O kadar sevgi dolu ki sen yapmak istediklerini onları üzmemek için yapmıyorsun. Oyun buralara bakıyor.  
Yelda: Bu kadar ergen bir toplumda, darbelerle ergen kalmanı isteyen bir toplumda, bir aile içinde nasıl yetişkin kalabileceksin, nasıl başarılı olacaksın? Bunu sorduk kendimize.
Elif: Sadece aile içinde yaşamak da değil. Kopuyorsun, kendi evini kuruyorsun ama o hiçbir şekilde bitmiyor. Oyunda çok daha boğucu tabii. Kaç yaşına gelmiş iki çocuk anneyle bir evde yaşıyor.

Koltuk da denebilir…
Yelda: Üç artı bir ev orası, ama fark etmiyor ki… İsterse bir koltukta yaşasınlar, aynı çatı altında yaşadıkları sürece fark etmiyor. Oyunu ben yazdım ama üzerine çok güzel konuşamıyorum galiba. Oyunun çevirmeni “Suçlunun olmadığı bir katliam hissi bırakıyor” dedi. Bence aile bu hakikaten. Anneni, babanı, kardeşini suçlayamayacağın bir katliam var. Aile ne yapsın, sistemde bir bozukluk var.

ÇOCUKLAR DA MASUM DEĞİL

Sadece iktidarı –anneyse anne ya da baba- sorumlu tutabileceğin bir şey de değil herhalde…
Yelda: Çocuklar ne yapıyor? Ne tepki veriyorlar. O koltuktan kalkıp gitmediğin sürece, ömrünü bir o yana bir bu yana yatarak geçirdiğin sürece otoritenin sana dayattığını kabul etmiş oluyorsun.
Elif: Oynarken ki en sağlam güdülerimden biri o evin içinde var olabilmek için bazı şeyleri duymamak, yok saymak. Olmuyor mu bu ailede, oluyor ve çok acı. Onlar kahvaltı sofrasında konuşurken ben başka şeyler düşünüyorum. Kendi hayatını orada yaratmaya çalışıyorsun ama yan yana duruyorsun. Kendini savunmak zorundasın çünkü başka türlü var olamazsın.
Yelda: Bir de büyük meseleler de konuşulmuyor mesela. Badanacı geldi mi gelmedi mi; koltuk tamir oldu mu? Bunlar büyük olaylar. Komşu taşınıyor, ekmeği kim alacak. Büyük problemleri var, ama kimse birbirine dönüp “Gerçekten çok kötüyüm” falan demiyor. İşsiz gencecik bir adam var evde. Kim bilir ne sıkıntıları var. Kimse gerçekten konuşması gerekeni konuşmuyor.

İnançsızlıktan mı o susmalar. Aile içinden bir çözüm çıkabileceğine kimse inanmıyor mu?

Elif: Anlaşılamayacağını düşünüyor evet. Ya da bir gün büyük patlamalar oluyor. Orada dökülüyor hikaye. Kendini tutma hali biraz da bir arada yaşamaya mahkum olmakla ilgili. Yutuyorsun o zaman bir şeyleri.
Yelda: Kimse değişeceğine inanmıyor ama değişebilir bence. Tabii mücadele etmek lazım. Bir şey koymak lazım. Oyundaki karakterler hiçbir şey yapmıyor.
Elif: Aslında kimse olduğu yerde kalmaz, zamanla değişir. Çocuk da anne de... Ama biz değişmediğini düşünüyoruz. Çok iyi tanıdığını düşündüğünden duymaz, ilgilenmez de oluyorsun. İlişkilerde de böyle.

YENİ BİR DÜNYA MARS’TA KURULMAYACAK

Abla daha tanıdık. Tiyatro yapıyor, pek tutunamıyor ama hayalleri var. Erkek kardeş ise çok enteresan. Çok itirazcı ama ne istiyor gerçekten belli değil. Biraz zamane model bir tip sanırım. Ayrı eve çıkmak istiyor ama yine benzer bir koltukta gününü geçirecektir. Çünkü onda başka bir şey yok…
Yelda: Evet hiçbir şey değişmeyecek. Mars göndermesini de onun için yapıyorum. Mars’a gitmekle çözülmeyecek, yeni bir dünya orada kurulmayacak. Burada bir şey yapmak lazım. Dediğin gibi inanacağı bir şeyler olması lazım. Ve değiştirmek için  çaba sarf etmesi lazım. Ama kızın durumu da çok farklı değil. Onun kabul görmesi oğlanınkinden daha zor.
Elif: Kız çok tuhaf, norm değil, normlara uygun davranamıyor. İş görüşmelerinde gülüyorlar muhtemelen buna. Hayal dünyasında yaşıyor. Aslında çok güzel bu ama bu sistem içinde rağbet görecek bir şey değil. Alay konusu oluyor. Konservatuvar öyle bir şey değil mi zaten? Bu kız muhtemelen çok acı çekti diğerleri gibi olmadığı için.

YALNIZLIKLARINI DA PAYLAŞAMIYORLAR

Çok yalnız değil mi ailemiz? Taşınan komşularını sadece bir defa asansörde görmüşler… Neden bu kadar yalnızlar?
Yelda: Şehrin periferisinde oturan bir aile bu. Site yaşamı için yüksek bir binada yaşıyorlar. Ben Halkalı’da Toplu Konutlarda oturuyorum. Bizimki kısa gerçi biraz farklı ama herkes kendi kabuğunda, kimse kimseye bulaşmıyor. Biri televizyonunda, öbürü bilgisayarında, diğeri kamerasıyla… Üçü yalnız etraflarında kimseyi görmüyoruz, pek kimseden de bahsetmiyorlar. Üç kişilik bir yalnızlıkları olduğu gibi hepsinin tek tek yalnızlıkları da var. Yalnızlıklarını da paylaşamıyorlar.


BU SIKIŞMIŞLIĞIN SONRASI GEZİ

BİR süredir ülkede muhafazakarlık sadece dindarlara atfedilen bi şey ya. Bu aile orta sınıf dolaylarında, büyük bir şehirde, eğitimli bir ailede yaşanıyor.
Elif: Cumhuriyetçilerin muhafazakarlığının ne farkı var ki diğerlerinden. Biri dine diğeri bayrağa tutunuyor. Bu aile de öyle. Anne çok düşünerek yapmıyor, daha çok aidiyet hissiyle, yalnızlaşmamak için komşular bayrak asınca o da asıyor. Öğretileni kabul ediyor, üzerine düşünmüyor, bu da bir muhafazakarlık işte.
Yelda: Oyunun geçen sene 5 Mayıs’ta prömiyerini yaptık, yeni sezona kalsın dedik. Sonra Gezi patladı. Panik olduk tabii, keşke yapmasaydık oyunu diye düşündüm önce. Millet sokaklara dökülmüş bayrağıyla, flamasıyla.. Bunlar sokağa çıkmadan bir önceki durum, evde sıkışmış tipler. Bunun bir sonrası Gezi’ydi, tencere, tavaydı…

Bir şey değiştirmediniz değil mi?
Yelda: Hayır. Zaten kafamızı da toparlayamadık tam olarak, karman çorman oldu. Emek (erkek kardeş) kesin Gezi’de yatmıştır dedik aramızda konuşurken. Bütün yokluğuyla sadece bedeniyle oradaydı. Şükran (anne) çıkmasa da tencere çaldı evde.

ÖNCEKİ HABER

SİSTAŞ’ı kaldırmayan adaya oy verilmeyecek

SONRAKİ HABER

Spora yatırım yapmayı spor tesisi inşa etmek zannediyoruz

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...