8 Şubat 2014 07:00

Küresel ısınmaya karşı küresel ritim

Devrim ACAROĞLU
İstanbul

11 Şubat’ta Cemal Reşit Rey’de gerçekleşecek “Ritmin Günü” konseri iki önemli ismi ağırlıyor; Sainkho Namtchylak ve Peter Brotzmann. Okay Temiz sahnelerinden görmeye alıştığımız Yamar Thiam, Tom Temiz, Ahmet Kaya ve İbrahim Ritim Atölyesi öğrencileri de sahne alacaklar.

Ritim Ustası Okay Temiz 11 yıldır doğum gününü dünyaca ünlü ritim ve caz müzisyenleri ile Atölyesindeki öğrencilerini aynı sahnede buluşturarak kutluyor. Uzun yıllar ülkesinden uzakta müzik yapan, cazın çok önemli isimleriyle birlikte çalışan Temiz, 15 yıl önce Türkiye’ye döndü. O gün bugün birikimini kurduğu Ritim Atölyesindeki öğrencilerle paylaşan Temiz, farklı kültürleri ortak bir ritimde buluşturmak için sayısız çalışma yaptı. Temiz ve öğrencilerinin Gezi direnişinin hemen başında parkta sergiledikleri performansı izleyenler; artık eylemlerde görmeye alıştığımız ritim gösterilerinin, pencerelerde tencere çalmanın bu kadar yaygınlaşmasında Okay Temiz’in önemli bir payı olduğunu düşünmüşlerdir mutlaka. Ne de olsa tencere-tava çalmanın ustası o.

23 yıl İsveç’te kaldınız. Dünyanın en büyük caz müzisyenleriyle çaldınız. 15 yıl kadar önce de ülkenize döndünüz. Neydi Türkiye’den umduğunuz, ne buldunuz?
Ben buraya büyük beklentilerle geldim tabii. Hem orkestra hem de çocuklar üzerinde yaptığım ritim eğitimi birikimiyle. Ritim Atölyesi gayet güzel gidiyor ama orkestracılık benim Avrupa ve İskandinavya’da çalıştığım ortama hiç benzemiyor. Buradaki müzisyenler büyük bir ekonomik baskı altında. Herkesle çalıyorlar para kazanmak için, idealleri yok. “Ben yalnız bu müziği yaparım” diyerek tarzlarında yürüme gibi bir derdi yok. Kim çağırsa gidiyorlar. Öyle olunca kendi seslerini, müzik tarzlarını bulamıyorlar.

Esnaf olunuyor bir nevi…

He... iyi söyledin. Ama içlerinde çok kabiliyetli müzisyenler var. Ama gönül ister ki ciddi olsunlar ve dünya çapında aransınlar. Her tarzı bilmek güzel bir şey ama her tarz orkestrada çalmak olmaz. İsveç’te, Finlandiya’da, Norveç’te, Hollanda’da neden böyle bir şey yok? Çünkü devlet, kültür daireleri burslar veriyor müzisyene. “Kötü müzik çalma, yolunda yürü” diyor. Ama senden de yenilik bekliyor, seni takip ediyor. Popçularla takılsan keserler bursunu mesela. Bir popçu bu yardımı alamaz zaten, rockçu da alamaz. Ama bir caz müzisyeni, dans, tiyatro, yüksek sanat dalları alır.

Burada kıstas nedir?
Yaratıcılık ve halk üzerinde etki bırakma. “Halk bunu seviyor” diye bir şey yapman istenmiyor senden. O ticarete giriyor. Pop zaten reklamla meklamla her türlü satar, bugün satar yarın unutulur, rock dersen yeni bir şey yok orda da. Bunlara neden yardım etsin devlet? Caz dünyadaki en ileri en kaliteli müziktir. Hem her türlü müzik var içinde hem de doğaçlama var, caz çalması zordur.. Benim Türkiye’de hüsrana uğramam caz müziği ile ilgilidir. Ama ilgili olduğum başka alanlar vardı. Başta vurmalı çalgılar... Afrikalılardan, Brezilyalılardan bir sürü şey öğrendim. Bunları kendi müziğime kattım. Çocuklara ve yetişkinlere dönük hayata geçirdiğim ritim atölyemde bu aletleri kullandığım için bir ayrıcalığım oldu. Kendi yaptığım ritim aletleri de var. Sanat okulu geçmişim var, keser, eğer, büker, yaparım. Eğer benim bu tarafım Türkiye’de tutmasaydı çoktan geri kaçmıştım. Zaten devletin yardımı yok bir de insanların ilgisi olmasaydı işim olmazdı burada.

KAFALARI BOZUK GELİYOR NEŞELENİP GİDİYORLAR

Ritim Atölyenizde değişik mesleklerden insanlar var. Onların yaşamında neyi değiştiriyor ritim?
İş adamı, mimar, bankacı… kafaları bozuk geliyor neşelenip çıkıyorlar buradan. Sahne tozu da yutuyorlar. Özellikle İstanbul gibi yerde çok önemli bu tip rahatlamalar, millet kafayı yiyecek stresten. Tabii bu işlere belediye öncülük yapmalı. Belediye demişken Şişli Belediyesindeki temizlik işçileriyle bir ritim performansı yapmıştık. Hâlâ yolda görünce çevirirler beni. Çöp arabasını, süpürgeleri, kovaları ritim aleti yaptık. Ritmi hayatlarının içine soktuk. Firmalarla da ritim dersleri yapıyoruz, ilk biz başlattık. Firma ne üretiyorsa onunla ritim worksopları yapıyoruz. Büyük şirketlerde asansöre binersin kimse kimseye bakmaz, tanımaz. Halbuki yan yana çalışıyorlardır. Birlikte ritim çalınca iletişim başlıyor, insanlar birbirleri ile tanışıyor, mesafeler kalkıyor.


SU İLE MÜZİK YAPACAĞIZ

11 Şubat Ritmin Günü konserinde ne bekliyor bizi?
Atölyemizde ritim öğrettiğimiz öğrenciler tutturuyorlar sahneye çıkalım diye, her sene yapıyoruz. İlk 15 dakika burada eğitim alan küçük çocuklar da çıkacak.

Küresel ısınmaya dikkat çekmek de ritim gününün başlıklarından…
23 sene İsveç’te kaldım, 5 sene de Finlandiya’da, kuzeyliyim. Kuzeyde güneşin yaptığı ışık oyunlarını göreceksin, soğuk eksi 30’larda yaşadım. Buzlar eriyor, küresel ısınma kapıda. Yağmur yağmıyor diye konuşuyoruz. Buz devri gelmeyecek, küresel ısınma gelecek, bunu biliyoruz artık. Benim bu konularda bestelerim, şarkılarım var, ozon deliği ile ilgili iki şarkım var. Ben, “Sevgilim ne yaptım, bıraktın beni, kaçtın” diye şarkı mı yapacağım? Bunlarla uğraşıyorum. Ben köy çocuğuyum, çocukluğum Çatalca’da çiftlikte tarlada geçti. Traktör kullandım, çobanlık yaptım, süt sağdım. Babam subaydı ama köye yerleşmişti. Çevre meselesine özel bir duyarlılığım var. Çağırdığım müzisyenlerin de öyle. Sainkho Namtchylak çok çok önemli bir vokalist, çok tecrübeli Peter Brotzmann geliyor, saksofon ve klarnet çalıyor, caz tarihinde çok iz bırakmış özel bir müzisyen, ikisinin de küresel ısınmayla ilgili çok ciddi çalışmaları var. 
“Eller havaya” yeter, o da yapılmalı ama sırf o olmaz ki; sanatçıların kuraklıkla, susuzlukla, çevre felaketleriyle ilgili de mesaj vermesi lazım.  Suya yapılmış şarkıların yanı sıra ‘su’yu bir enstrüman olarak kullanacağız konserde. Ahmet Özden, Ahmet Kaya gibi müzisyenler ve atölyeden 50’den fazla kişi performans yapacak, Belediye Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü desteği ile yapıyoruz konseri…


BALERİN YANLIŞ YERDE ATLIYOR

Türkiye ritmine ne kattığınızı düşünüyorsunuz?
Benden sonra pek çok ritim okulu açıldı. Bu  güzel bir şey tabii. Öncülük ettik bu işe. Ama çoğu ritim öğretmek, insan yetiştirmek için değil para kazanmak için yapıyor. Hükümet belli başlı sanat dallarından öne çıkan insanların projelerini desteklemez, eğitimcileri eğitecek sanatçıları  el üstünde tutmazsa bu işler böyle yapılır tabii. 2010 İstanbul Kültür Başkenti zamanı 13 proje verdim kuruma, birine bile yanıt alamadım.  Karadeniz, Balkan, Yunan, Afrika, Roman tarzı orkestralarım var,  ayrıca  klasik orkestram var. Bunların hepsi kültür buluşmasıydı. Birine ver bari. Paylaştılar hadiseyi bitti gitti. Cevap bile vermediler yahu, bu kadar terbiyesizlik mi olur!
Her şeye rağmen, ritmin önemi Türkiye’de daha çok anlaşıldı diye düşünüyorum. Hâlâ çok eksik tabii. Atölyemde yetiştirdiğim çocuklar kendileri hoca oldular, okullar açtılar. Çeşitli özel okullarda ritim dersleri verdim zaman zaman. Müzik hocalarımızın çoğu bir tane ritim tutamıyor, öğretmemişler ki. Tiyatrocuların da çoğunda ritim yok, dansçılarda ritim yok. Ritmi  öğretmek lazım, bizzat basit anlamda ritmi. Müziğin kökü ritim bir defa,  ritim bilmeden bunlar olur mu! Bale izliyorum, orda da ritim yok, yanlış yerde atlıyor balerin. Git Afrika’ya öyle bir şey yok. Herkes  tabiatın ve ritmin içinde. Bunu es geçip tiyatro öğretemezsin ki. İsveç’te de burada da çeşitli tiyatro eserlerinin sahnelenmesinde müziklerimle görev aldım, oradan biliyorum. Ritim öğrendiğinde tiyatrocu, ritmi oyun müziğinin içine soktuğunda her şey değişiyor, lezzetleniyor, anlam kazanıyor. Tiyatrocu da farklı oynuyor. Bursa Devlet Tiyatrosunda, Dario Fo’nun ve Franca Rame’ın “Kadın Oyunları” oyununun müziğini yaptık. Emel Mesçi ile Stockholm’den tanışıyoruz. Orada da onunla, Tuncel Kurtiz’le birlikte çalışmıştık. Emel Mesçi deli bir kadın tabii, “gel Okay” dedi. Her oyuncuya alet çaldırdık, elinde ne varsa. Tencere, bardak, kapı... Tiyatronun bütün koreografisi değişiyor. Yine Emel Mesçi ile çalıştığımız “Kurban” oyunuyla En iyi Müzik ödülü aldık. Köydeki dibekten, sazlıklardan müzik yaptık. Eskiden kaset koyarak çalarlardı müziği ya da orkestra çalardı. Biz tiyatroculara yaptırdık müziği. Bu var zaten benim icadım değil. Bir Senegal tiyatrosu gelsin de gör. Danslar, ritimler…
Akılda da kalıcı oluyor, sarsıyor izleyiciyi.
İsveç’te de yapmıştım burada da yaptım. Spastik çocukların tedavisinde müziği kullanma. Sabancı’nın spastik okulunda yaptık burada. Anneler babalar çocukların tiklerinin durduğunu gördü, sarılıp hüngür hüngür ağladılar, “Sen peygamber misin” dediler. İsveç’te yer yerinden oynadı, burada yapınca kimse sallamadı, anlamadı. Tam  bir rezillik burası.

Evrensel'i Takip Et