05 Şubat 2014 06:00

2014 FIBA Dünya ‘Liyakat’ Şampiyonası

Pazartesi akşamı Barcelona’da çekilen kuralar sonucunda Türkiye’nin, kendisiyle birlikte Dominik Cumhuriyeti, ABD, Finlandiya, Yeni Zelanda ve Ukrayna’dan mürekkep Dünya Şampiyonası grubu şekillendi.

2014 FIBA Dünya ‘Liyakat’ Şampiyonası
Paylaş

Cem PEKDOĞRU
İstanbul


Pazartesi akşamı Barcelona’da çekilen kuralar sonucunda Türkiye’nin, kendisiyle birlikte Dominik Cumhuriyeti, ABD, Finlandiya, Yeni Zelanda ve Ukrayna’dan mürekkep Dünya Şampiyonası grubu şekillendi. Dominik Cumhuriyeti ülke basketbolunu John Calipari’den kurtarmayı başarmış mıydı, ABD’nin geniş kadrosunda kim var kim yoktu, gözlerden uzaktaki Yeni Zelanda İstanbul’da ağzımıza bir parmak bal çalan Thomas Abercrombie’den sonra yeni bir yetenek çıkarabilmiş miydi, Mike Fratello geceleri nasıl uyuyordu ki saçlarının mükemmel dolgunluğunu muhafaza edebiliyordu?

Bunlar gibi bir dolu soru gelebilirdi aklımıza. Fakat gözümüzü kaçıramayacağımız büyüklükteki bir başka soru bunlarla ilgilenmemize izin vermiyordu. Daha ontolojik, hatta bir anlamda varoluşçu bir soruydu. Dünya Şampiyonası gruplarından söz ediyorduk. Neredeydik? Gerçekten bundan mı söz ediyorduk? “Dünya Şampiyonası’ndan Söz Ettiğimizde Sözünü Ettiklerimiz” adında bir kitap çıkarmanın vakti gelmiş miydi? Ya da daha kısa tutalım, FIBA’dan söz ettiğimizde diyelim, aslında nelerin sözünü ediyorduk ki bu şeyler geçen yaz Slovenya’da basketbola yirmi yıl öncenin yorumunu yeniden getiren bir takımı Dünya Şampiyonası oynamaya layık görüyordu.

‘WILD CARD’ MÜZAYEDESİ

Evet, ‘wild card’ dedikleri hadiseyi duymuştuk. Bu dahiyane fikrin nasıl uygulandığına dair bir şeyler çıkarabiliyorduk, insanlık tarihi bizi şüpheci bakmaya itiyordu ve bu pozisyon gerçeğin çok uzağına düşüyor sayılmazdı. Fakat bu sorgulama burada bitmeli miydi? FIBA’nın artık iyiden iyiye bir açık artırma organizasyonuna dönüştürdüğü ‘wild card’ dağıtımında sıraya giren ilk ülke olmuştuk. Bu konularda iyi olduğumuz biliniyordu, federasyon başkanımız dünya spor coğrafyası içinde bir istikrar temsili olarak öylece karşımızda duruyordu. Kendi evimizdeki turnuvada final oynamıştık ayrıca, o aralıkta façamızı bozan iki büyük şampiyonayı pekala yok sayabilirdik. “Günahımızı ödedik, biletimizi aldık” demek yerine sıralayabileceğimiz bir sürü şey vardı. Dünya ikincisi olduğumuza inanıyorduk. Varoluşçu sorulara dönmenin hiç gereği yoktu. Uzatılan ilk mikrofona “FIBA bizim son Dünya Şampiyonası finalisti statümüzden, bir basketbol ülkesi olmamızdan etkilendi ve böyle bir karar verdi” demek bizi kötü bir insan yapar mıydı? Ya da -gerçekten bir basketbol ülkesi olduğumuz kabulüyle- kötü bir basketbol ülkesi? Peki bu açık artırmadan son gün çekilmeyi yeğleyen Almanya, Rusya, İtalya ve Çin’i nerede konumlandıracağız? Son anda bir aydınlanma yaşayıp erdemli bir davranış ortaya koymayı seçmiş olabilirler miydi? “Bu sene yeterince iyi bir basketbol ülkesi olamadık” itirafında mı bulunmuşlardı? Yoksa bu kirli oyunda diğerleriyle aşık atmalarına yetecek paraları mı yoktu sadece? Herhalde öyleydi. Onlar da birer basketbol ülkesi olduklarına inanıyor, bunu yetkili kişiler aracılığıyla zaman zaman dillendiriyorlardı. Ama belki fakir birer basketbol ülkesi olmalarının cezasını çekmişlerdi. Gerçi Çin pek fakir gözükmüyordu, 2008 sonrası bunu para harcamalarını zorunlu kılacak kadar saygın bir organizasyon olarak görmemiş olabilirlerdi. Rakiplerimiz arasında kimi fakir/tutumlu basketbol ülkelerinin yer alması, bizi bu ‘wild card’ müzayedesinin kazananlarından biri yapmıştı demek ki. İçimizi ferah tutup, bu “büyük şölenin tadını çıkarmaya” bakmalıydık artık.

7 AY YETERLİ Mİ?

İspanya, Sırbistan, Fransa ve Brezilya’nın birbirini yiyeceği A Grubu’nu göz önüne alınca kolay bir gruba düştüğümüz söylenebilir kolaylıkla. Dahası, Slovenya, Litvanya, Angola, Güney Kore, Meksika ve Avustralya’nın yer aldığı çapraz grubumuz da yolun devamı için sırtımızı sıvazlayan barışçı bir rota anlamına gelebilir. Fakat Türkiye’nin yukarıdaki soruların bazılarına verdiği cevaplar, ya da Türkiye adına yukarıdaki sorulara cevap vermeleri için yetki ile donatılmış kişilerin bu soruların bazılarına verdiği cevaplar, grupların çizdiği tablodan daha belirleyici olacak. Henüz koçunu belirlememiş bir milli takım söz konusu ve şampiyonanın start alacağı 30 Ağustos’a kadar yaklaşık yedi ayımız var. “Basketbol uzun bir süre” kalıbını gönül rahatlığıyla kullanabiliriz. Türkiye basketbolu geçmişte karşısında daha hayati sorular buldu, fakat hiçbirine cevap bulmak için yedi aya ihtiyaç duymadı.

PEKİ YA RAKİPLER?

Gruptaki rakiplerimizden bazıları için de durum çok farklı sayılmaz. Dominik Cumhuriyeti ile ilgili merak noktamıza dönüş yapacak olursak… Evet, Calipari’nin artık milli takım içinde aktif bir görevi yok. Yolunun Memphis yıllarında kesiştiği Rod Strickland’ı ‘vekil öğretmen’ olarak teknik ekip içinde bırakmış olması dışında. Birçoklarına göre Calipari’nin Dominik Cumhuriyeti milli takımına bulaşırken gizli ajandasında bu bereketli topraklara erişen ilk koç olmanın olası ayrıcalıkları vardı. 1995 doğumlu yetenekli uzun Karl Towns’ı Kentucky camiasına kazandırdıktan sonra misyonunu tamamladığını düşünmüş olması akla yatkın geliyor. Sezonu erken kapatmasına yol açan bir sakatlığın tedavisiyle uğraşan NBA yıldızı (hatta süper yıldızı) Al Horford’ın, öncesinde bu yöndeki arzusunu birçok kez dile getirmiş olsa da, rehabilitasyon sürecini yarıda kesip şampiyonaya gelmesi beklenmiyor. ABD hakkında çok fazla söze gerek yok. Gündemi meşgul eden, daha çok, finali kiminle oynayacakları veya 2012’den sonra kadro anlamında biraz daha güç kaybettiği düşünülen ev sahibi İspanya’nın yine de zorluk çıkaracak noktaya erişip erişemeyeceği gibi sorular. Sırbistan, Slovenya ve Hırvatistan’ın olduğu torbadan gelerek grubu “kolay” gösteren Ukrayna, ABD’den ithal süper ikilisi Mike “Çar” Fratello ve Pooh Jeter’ın etrafına dizdiği hayli dikkat çekici yerel yeteneklerle şu an için normal eğrisi Türkiye’nin üzerinde seyreden bir başka takım. Açık artırmanın zengin (ya da tutumsuz) kazananlarından Finlandiya’ya 2013 yılında gezegen üzerinde yapılan en kötü spor aktivitesinin sonunda kaybettiğimiz maç hala akıllarda. Yedi ay içinde Bilbao’daki maça favori çıkacak konuma gelmiş oluruz muhtemelen. Girişteki Yeni Zelanda sorumuzun cevabı da hayır. Hayır, yeni bir yetenek çıkaramadılar ve Kiwi ülkesinin spor dünyasının her alanında sert ve yoğun oyuncular yetiştirdiği gerçeğini unutmadığımız müddetçe bilmemiz gereken başka bir şey yok.

2018’de layık olmak dileğiyle.

ÖNCEKİ HABER

Fenerbahçe ne kadar avantajlı?

SONRAKİ HABER

‘Dik dur çocuğum’

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...