12 Ocak 2014 06:00

Orda bir yol var uzakta…

Tersane bölgesinde yaşayan iki gencin gitme hayallerini konu edinen Ferahfeza için bir yol filmi denebilir. Ama bir ilginç notla, çünkü yolda geçip varış noktasıyla ilgilenmeyen yol filmlerinin örneğine pek rastlamıyoruz. Konu madem yolun kendisi, Yönetmen Elif Refiğ ile kendi yolculuğunu konuşmak gerekti, Gezi’den sınıra, nereye götürürse...

Orda bir yol var uzakta…
Paylaş

Çağdaş GÜNERBÜYÜK
Devrim ACAROĞLU
İstanbul


Tersane bölgesinde yaşayan iki gencin gitme hayallerini konu edinen Ferahfeza için bir yol filmi denebilir. Ama bir ilginç notla, çünkü yolda geçip varış noktasıyla ilgilenmeyen yol filmlerinin örneğine pek rastlamıyoruz. Konu madem yolun kendisi, Yönetmen Elif Refiğ ile kendi yolculuğunu konuşmak gerekti, Gezi’den sınıra, nereye götürürse...

İlk filmin olunca, sinemayla ilişkini konuşalım önce.
Sinemayı hep çok severdim, festivali takip ederdim. Boğaziçi Üniversitesinde işletme gibi bir bölümdeydim, çok mutsuzdum. Mithat Alam Film Merkezi kuruldu, orada bir grup insan vardı, Mithat Beyden dersler alıyorduk. Altyazı dergisi kuruldu. Mezun olduktan sonra da bir kısım insan yurt dışına gitti. Ben de film yapmayı öğrenmek istiyordum. Bilgi Üniversitesinden burs almıştım ama orada da yapmakla ilgili bir şey öğrenmedim. Yönetmenlerle de çalıştım, pek bir şey öğrenemedim. Amerikada Columbia Üniversitesi’nden burs alınca oraya gittim, altı sene kaldım. Kısa filmler çektim, ödüller aldılar. Çalıştım, reklam çektim, yönetmenlik, yapımcılık yaptım. Hocamız Israel Horovitz’in ön ayak olduğu bir atölyede Ferahfeza’nın ilk hikayesini yazmıştım.

Yönetmenlerin ilk filmleri özeldir ya, sen nasıl bir ilişki kuruyorsun Ferahfeza ile?

Bir kere gurbetlik hissinin çok yoğun olduğu bir dönem vardı. Türkiye’ye dışarıdan bakıyor olmanın getirdiği avantajlar da var ama dezavantajlar da var. Orada olmak istiyorsun, oranın kötüye gittiğini biliyorsun. Ama umut da var hep, kazanabiliriz biliyorsun. Başından beri Ferahfeza’da öyle bir his vardı. Yolun sonundan ziyade yolculuğun kendisini kutsayan bir yerden çıktı. Herkes genç oluyor, birisi de “Ah biz böyleydik” diyebilir. Aslında birazcık bence bizim, ‘90’ları yaşayan jenerasyonun da filmi.

Ne açıdan?
Kendimi de katarak, burjuva altyapıdan gelen bir kitle, bazı meselelere, öyle olmayanlardan sonra uyandı. Ama boşa geçirmediler zamanı. Politik kısmından uzaktı ama kültür sanat, yaratıcılık gibi alanlarda dünyayla ilişkisi güçlüydü. Politize olan kısmın da dünyanın geri kalanıyla ilişkisi o güçte değildi. Bence o ikisinin bir araya gelmesi, aslında Gezi’yi yapan şeylerden de bir tanesi.

Çok güzel tespit de film bunu neresinden yansıtıyor?
Ben filmi düşündüğüm sürede kendimle de bir hesaplaşma yaşıyordum, kendimi nereye konumlandırdığımı da sorguluyordum.

Ferahfeza bir makam adı değil mi? Biz hazırlanırken Dede Efendi falan dinledik.
İyi yaptınız. Evet. Ama birebir bir karşılık değil o aslında. İki sebebi var. Ferahfeza yazarken ben yoğunluklu olarak Ahmet Hamdi Tanpınar okuma ihtiyacı hissediyordum. O özellikle Huzur’da ama Beş Şehir’de de geçer Ferahfeza makamı. Genelde başka düzlemlerde ama gene de toplumsal olarak onaylanmamış bir aşk, imkansız durumlar üzerine giden hikayeler içerisinde, o makamın geldiği yer aslında dışarıdan gelen bir soluğun geldiği yer oluyor, o edebi yapı içerisinde. Gevende’den iki müzisyen arkadaşım, Ahmet Kenan Bilgiç’le Okan Kaya ile müzik karakterini oluştururken refere ettik Ferahfeza’ya. Okan’ın fikriydi filmin adı da olması.

Şöyle bir şey kafamıza takıldı. Gitmenin genelde politik ya da ekonomik sebepleri olur. Romantik sebeplere pek alışık değiliz. Babası başında dursun diye dükkan açan adam neden gitmek ister?
Bütün efsanelere, mitolojik, dini anlatılara bakarsak, ana karakterimiz bir şekilde cennetten ya da mutlak aidiyetin, sonsuz sevginin olduğu, hiçbir yoksunluğun olmadığı yerden düşer ve bir öksüz olarak yola çıkar. O maceralarını yaşarken de o mutlak yerin özlemiyle acı çeker. Bir yandan da oraya varacağı günü beklediği için umudu vardır. Hepsinde. Öyle baktığımızda, Ali’nin gitmekle kurduğu romantik ilişkiye, hayatta bütün detaylarıyla ait olduğunu hissettiği bir yerin burada olmadığını bildiğinden, uzaklara onu atfediyor. Bir yerde kendisi için daha mutlu bir varoluş biçiminin olduğuna dair umudu var.


VİZYON TEKEL, GİREMEZSİN

Filmin mahkemelik, onu da konuşalım.
Kültür Bakanlığının yeni yönetmeliği ciddi problemlere sebep oluyor. Bizimki ondan önce. Bizim sözleşmelerimiz kamuya arz gerektiriyor. Bu, filmini tamamlayıp gösterebilecek kaliteye getirmen demek. Bugüne kadar festivallerde gösterildiği zaman bu kabul ediliyordu. Kültür Bakanlığı buna farklı bir yorum getirmeye karar verdi ve ticari vizyon şartını koştu. Ama bunu filmin yapımcılarına bildirmek yerine, bunu doğrudan maliyeye vererek, 36 projeye birden dava açtılar. Vizyona girememiş, sokulmamış projeler bunlar. Vizyona girilemiyor zaten, şu an tekel vizyon. Rekabet yasasına da aykırı tekel, hem üretim, hem gösterim, hem dijital medya yapıyor. Bu Hollywood’un temel olmazıdır: Sen ya üretirsin ya da gösterirsin. Şu an kitlendi dağıtım. İcra da yürümeye devam ediyor. Çalıştırdıkları faiz de çok korkunç, 2.5 alıyor. Bu bizim paramız üstelik, çıkan filmlerin bandrollerinden kesilmiş, kendi ürettiğimiz değer. Yeni yönetmeliğin bence asıl sorunlu kısmı, kriterleri belli olmayan, iradeyi idareye bırakması. 18+ alan bütün filmlerin desteğinin faiziyle geri ödenmesi gerekmesi demek, projenin her aşamasında müdahale demek, senaryonun şurasını değiştir, kahramanın burasını değiştir demek.


ARI KUŞLU KORKU İMPARATORLUĞU

Kürt illerinde mesai yaptığını biliyoruz. Yeni film ile ilgili mi bu gezmeler?
2012’de gazetede bir haber gördüm, Antep yerel gazetelerinde varmış. Bir arı kuşu, böyle serçe kadar ama upuzun bir gagası olan renkli bir kuş, duruyor ölüsü. Yarısı İsrail bayrağı, yarısı Türk bayrağı, üstünde de casus kuş ölü bulundu yazıyor. Köylüler bunu bulmuş, tarım müdürlüğüne götürmüş, gagasının bir deliği daha büyükmüş öbürüne göre. Bileğinde Telaviv diye bir bilezik var. Bizimkiler diyor; “İsrail söz konusuyla her şey olabilir”. İsrail diyor ki, bakın orada bir kod numarası var, biz göç yollarına bakıyoruz. Bunu bir hafta falan takip ettim. Merak ettim atladım Antep’e gittim. Buldum o köylüleri. Kuşu bulmamışlar, öldürmüşler. Çünkü son beş altı yıldır arı kuşları daha küçük ekipler yerine kalabalık ve agresif oluyormuş. Kovanlara giriyormuş. Bunların da karakovanı var, modern arıcılığa geçmemişler. Lider kuşları da anlıyorlar tabii, çat indirmişler. Olay Mayıs’ta oluyor, bunlar Ağustos’ta duyuluyor. Tam ne zaman bu? Suriye sınırına silah yığıldığı, Reyhanlı’da patlama olduğu, uçak düştüğü zamanlar. Yerel basını açıyorsun, casus kuş muhabbeti.
Döndüm ben, sınırla ilgili okumaya başladım. Yeni filmim anladım ki sınırlarla ilgili bir şey. Hem fiziksel sınırlar hem de bunun yanında ahlaki sınırımız, korku sınırımız, aidiyet sınırımız. Bu kuşla ilgili bir korku imparatorluğu filmi yapmaya karar verdim. Bir sonraki sene de İpek Yolu’na gittim. Kürdistan özerk bölgesi, Zaho, Suriye sınırında takıla takıla, Cizre, Şırnak, İdil, Midyat, Mardin, Kilis derken Antep’e, o ilk gittiğim köye gittim.

ÖNCEKİ HABER

Sakine, Fidan ve Leyla... ardından

SONRAKİ HABER

Hedefimiz toplum odaklı belediyeciliği hayata geçirmek

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...